28 Temmuz 2016

Yeşil Bir Ağaçtı Geçmiş: XII

-Ne dedi annenler benim için?
-Ne diyecekler, hiç bir şey.
-Hadi demişlerdir bir şeyler, söyler anneler mutlaka. Çok sevimliydiler sevdim ben. Sıkılarak oturdular iş yerinde hep, çay içtiler gittiler.
-"O kız seni almaz oğlum" dedi annem.
-Niye?
-Bilmiyorum öyle dedi, zor dedi.

Pencerenin kenarına tüner, elinde bir şey ile oynar, tıpkı kanapede oturur gibi rahatça sorardı, anlatırdı... Ayakları ağrımazmıydı bir insanın onca saat, ağrımazdı işte benim de. Muhtemelen Ç'ninde... Birini yaşamak demek ne demek, öğrenmiştim o yıllarda...Yazmak, okumak nasıl uzundu, nasıl bir "yaşam" olabiliyordu biri diğeri için öğrenmiştim. Çok severdim yazmayı O'na, çok severdim okumayı O'nu, hatırasını anlatamayacak kadar çok... Ç'nin de sevdiğini biliyordum, bunu hissediyordum, yazmak için okuduğunu, okuduklarını kendiyle birleştirdiğini, kendinden katıp katıp, kendini nasıl yazdığını biliyordum. Sonra; sonraki aylarda yazmakla anlatamadıkça nasıl kahrolduğunu anlamıştım ama yetmemişti işte...

O düğün gecesi beklediğim yere geldiğimde hala düşünüyordum geçen dört buçuk yılı. Bazı şeyleri asla anlatamazsınız, ne söylesiniz yetmeyeceğini bilirsiniz, bu geçen zaman öyleydi, hatrıma gelenler, kulağımda duyduklarım, gözümün önünde canlananları bir bir bıraktım Ç'nin dönüp gittiği köşe ile benim aramdaki iki kilometrelik caddeye, adım adım serdim. Tren gişelerine gelmeden solumdaki kilisenin bahçesine daldım, banka çöktüğümde olmaz diyordum, yapamam ki ben korkarım. O ince çizgiden geri düşmüştüm işte yine, kalamazmıydı dostum gibi? Aşkı bilmiyordum işte. Çocuktum, salaktım, kendimi sevmeyenleri sevmekte de oldukça yetenekliydim. Biraz daha oturdum bankta. Gerçekten bilmiyordum ne olmuştu? Ne olmuştu da birden, onunla ölebileceğimi düşünebilirken bir küvetin içinde sırayla, buz gibi bir rüzgar esmeye başlamıştı ona bakarken...

Dörtbuçuk yıl bilmiştim ki Ç 'ydi o, altmış yıl sonra arasam telefonu kapatmadan gelebilirdi sanki, öyle hissederdim o zamanlar ve sonraki yıllarda da. Aşkına gözümü kapatırken biliyordum ki arkadaşımdı o, dostumdu, hem öncesinde hem sonrasında aramızdakinin ismi değişse de zaman zaman Ç'ydi o benim için, hem gözlerindeki kahrı silmek istediğim hem "yapamam" dediğimdi. O başkaydı, o dokunamayacağımdı...

Kalktım banktan caddeye çıktım tekrar, yine geç kalmıştım işe, niye standart saatler vardı ki sanki akşamları kimse sormazdı " çıkıyor musun" diye, sabahları hep "nerede kaldın" Umrumda değildi bu sabah, erken bile gidiyordum hatta. Ç iş bulabilecek mi acaba? Bulur umarım kısa zamanda, ev de bulur rahat eder inşallah, yürümeye devam ettim...

Anneler neden genelde hep haklıdır diye düşündüm, bilet alırken. Onca yıl gözünün içine baktığı oğlunu emanet edeceği kadın hep çok önemlidir anneler için, yermesi, sevmesi, oğluna bakışını takip etmesi hep bundandır. Kız çocuklarına bir şey diyemezlerdi, onlar başka ailelerin evlatları olacaktı ya, kapıdan çıktımı geri dönmesi zordu, annelerin kendi de böyle bildiğinden, öğrendiğinden, onlara bir şey diyemezlerdi, güçleri yetmezdi, ama oğul öylemiydi; oğul direğiydi, gücüydü, kocasından öndeydi gayrı. Benim bir oğlum olsa! Sahi olur muydu bir gün bir oğlum? Zaten çocuk deyince aklıma hiç kız çocuğu gelmezdi, kendimi bildi bileli çocuk dendi mi bir oğul gelirdi aklıma. Kimbilir belki Karadeniz toprağının kattığıdır bu. Güldüm tren hareket ederken, ne saçma, Karadenizde doğmakla oğul istemenin ne ilgisi vardı. İnsanın Babaannesi onu "oğul balım gelmiş" diye severse ilgisi olur elbet...Kızmalı mıydım Babaanneme kim bilir, beni babamdan ötürü seviyormuş demek...

Yok canım, babaannemle ilgisi yok, erkek çocuklarını seviyorum sadece işte diye düşünmeye devam ettim, hem dedem de; "yayla çiçeğim, Cananıımm gel yamacıma" derdi. O da kız çocuklarına, kız torunlarına ölürdü. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder