Hakkında yazı yazılmayı hak etmiş ikinci adamdır hayatımdaki. Pek tabi ki ilk adamdan daha önce hak etmiştir. Dedem...Adı , Temel Dursun...Bir karadenizlinin adı O'nun çağında ne konulabilirdi : Temel. O olmazsa, Dursun. O ikisine de sahip yüzlerce karadenizliden biriydi, ama en nadir adamlardan biriydi...Komik değildi, ki, karadenizliler kendilerine gülünmesine hep şaşırmıştır... Yaptıkları ve söyledikleri o kadar doğaldır ki çünkü. Çok normaldi o gülünenler onlar için...Altmış yaşında hüngür hüngür ağlardı, insandı çünkü. Güldümü o iri yemyeşil gözleri yosuna dönerdi, koyulaşır küçülür, yanaklarının çizgileri belirginleşirdi ben O'nu tanımaya başladığım yaşlarında. Yanık tenine en çok gözleri yakışırdı bir de çıkarıldımı "başım üşüyor çıkarma çocuğum" dediği kasketi...Hiç eğilmedi, bükülmedi beli ölene kadar, ayaklarım ağrıyor diye diye kullandı kendi yaptığı bastonunu az aylar, gidene kadar...Kahverengi bir pantalon bir de kahverengi ceketini hatırlarım, kaç gömleği olduğunu ilk maaşımla aldığım gömleği götürünce öğrendim. " Niye aldın kızım, paranı harcadın, var benim üç esvabım, yetip gidiyor" , " Olsun, çok para vermedim, ucuz oralarda her şey, merak etme sen dede" , " Gelsen de gezdirsem seni oralarda dede, çok güzel yerler var, yeşillik de var deniz de var sen seversin." "Ben bir daha gitmem o insan şehrine kızım, askere üç gün otobüsle ayakta gittim, her yer insan orada, kuş konacak yer bırakmamışlar..."
Şimdi görsen sen dede, leylekler bir konduğu yere bir daha konamıyor. Her yıl göç yolu değiştirmekten üzerimizden bile geçmez oldular..."Uçakla gidelim, istemez misin havada olmak ?" " Yok kızım yok, Rüzgar'ın ayaklarımı yerden kestiği yer yeter bana, insan dediğin toprağa yakın olmalı her daim, ne zaman öleceği belli olmaz..." O hiç rüzgar demezdi, at derdi yalınız, rüzgarı biz derdik, ölene kadar bindiği beyaz atına. " Bu at beni öldürecek kendinden önce, gene eğer istemiyor sırtında" derdi.
Altmış yaşında bile budaksız ağaca onu tırmandırabilecek iki şey vardı ; bizim, torunlarının, " kirazlar kızarmış dede" çığlıklarımız, ineklerin yerdeki otu beğenmeyip ardında dolanması bütün gün...
Adam dediğin bir çocuğun gözyaşlarına ağlayabilmeli, kaç yaşında olursa olsun, Dedem ağlardı...Yıllarca telefonda konuşamadık O'nun yüzünden, ağlardı çünkü...Adam dediğin bir çocukla geçireceği vaktin en güzel vakit olduğunu, harcanmış en güzel zaman dilimi olduğunu bilmeli, Dedem öyle yapardı. Ne kimse için ne de bir şey için kavga etti köy ahalisi ile, torunlarının incir çalması dışında komşu bahçelerden...Ölmeden, üç incir ağacı daha dikmişti evin hemen önüne, inadına inadına..."Aşk" dediği topraktı, ağaçlardı. "Anlam" dediği "sevmekti". Katıksız, beklentisiz, sadece sevmek...Çocukları, on sekiz yaşından ölene kadar tek yastığa baş koyduğu Ayşa'sını, rüzgarı, mandalarını ve koyunlarını....Ömrü boyunca yediği tereyağından beyin damarları tıkandığında doktorlara şaştı kaldı ; "herkes kendi toprağından gelir kendi toprağına gider , herkesin kendi toprağından, kendi beslediklerinden sebep ölmesi ise vaktin gelmesidir ancak, şükür ki ben vaktim geldiğinde öleceğim o zaman" demişti..."Bu topraklarda zeytinyağı olmaz hekim bey, biz yayla adamı ölürsek tereyağından ölelim, ne güzel" demişti...Mayıs ayı geldimi, haydi çocuklar derdi, yanmayın bu şehrin binalarının sıcağında, haydin yaylaya...Bu sene kim en çok çam sakızı kazıyabilirse doruklardan, rüzgara bir kere binecek derdi...Karagölün balıkları bıldırdan beri sizi bekliyor, kim eliyle yakalayabilirse balyalarda zıplayabilir, haydin çocuklar derdi...Yedi çocuğu ben nasıl doyuracağım diye söylenen Ayşa'sına, "ben getiricem sen pişiricen" derdi...Kitaplarınızı da alın, koyunlar artık benim masallarımı ezberledi derdi...
Okuyun kızım derdi, okuyun ki "bilin". Dünyayı bilmezsen, dünyada barınamazsın derdi. Önce Allah'n kitabını bileceksiniz sonra insanların, derdi...Yaylanın sisinden, ayısından ve kurdundan korkmayın derdi...Sis bastırdığında önünüze değil toprağa bakacaksınız, toprakta sıracaları ( mantarları) takip edeceksiniz, sıracalar inek gübresine yakın olur, inek gübresi de eve yakın olur kızım derdi...Kurt uluması duyarsanız karabaşı taklit edeceksiniz, kurt korkmaz ama karabaş sizi duyar, havlaması kurda ulaşacaktır hiç korkmayın derdi. O bir kangal, kurdun korktuğu tek hayvandır buralarda derdi...Çocukları dağlara yalnız gönderme diye söylenen Ayşa'sına gülerek bakardı, birlik olurlarsa korkmazlar Ayşa, doğayla birlik olmak yaraşır insana derdi...En kolayı ayıdır kızım, ayı gördünüzmü elinizdeki yiyeceğin tamamını, bir de bir esvabınızı bırakın koşun. Ayı kendine yiyecek bırakan kokuyu ezberler, bir daha da peşinizden gelmez... Ayı açsa ancak ardınızdan gelir. Yoksa ayının insanla bir derdi yoktur kızım...Dünya insanı var etmek için var edilmiştir kızım, insan da keşke doğanın bizi sevdiği kadar doğayı sevse derdi...Ölümü hiç unutmayın, çünkü ölüm ; canınızdadır derdi..Ölümü canınızı sevdiğiniz gibi sevin , sevin ki; yaptıklarınız can kadar değerli olsun...
Her dediğini yapamadım Dedem, her dediğini anlamadım ama bu kadar sevmeseydin sevilmek nedir bilmeyecektim...Öldüğünü başımı yastığa koyduğum bir gece yarısında öğrendim. Dedi dayım : " Gelecek misin cenazeye". Dedim : " Gelmem. Ben dededim cenazesine gelmem..." Gitmedim, hiç pişman olmadım. Gene ölsün gene gitmem...