29 Aralık 2016

Söz Vermişim

Kendime yaklaşık beş yıl önce Carlos Fuantes'in 'Auro' hikayesini okuyacağıma dair söz vermişim. Bir köşeye de not almışım. Bu notu dün, Julia Cortazar'ın Bir Sarı Çiçek hikayesini okuyacağıma dair aynı yere not yazmak üzereyken fark ettim. Yine de aklımdaki Bir Sarı Çiçek hikayesini okuma aşkım, 'Auro''ya baskın geldi ve kütüphane raflarında Cortazar'ın kitaplarını aramaya başladım. Ne de olsa şimdiki zaman, zamanların en güçlüsüydü hâlâ... Daha önce 'Auro'yı kitapçılarda aramış ama bulamamış olmam da etkendi bunda. Sistemde görünen Cortazar'ın üç kitabı da yerinde yoktu. Derken gözüme Fuantes'in kitapları ilişti. Üç ayrı öykü kitabının içinde vardı 'Auro', hatta tek başına bir cep kitap olarak dahi basılmıştı. Ben, Körlerin Şarkısı adlı öyküler seçkisini almayı tercih ettim. Dün gece kırk sayfalık öyküyü bir çırpıda okudum. Hikayenin nasıl yazıldığını Fuentes'n ağzından ve Hasan Ali Toptaş'ın yorumuyla  burada  okuyabilirsiniz.

Bana sorarsanız, dili biraz zorladı beni. Başkası sana, senin yaptıklarını anlatıyor. İki de bir; "yok canım, oraya girmem, burada ne işim var", gibi bir şeyler demek geldi içimden. Tuhaftı hani. Fakat, anlattığı konuyu anlatma biçimine, tekniğine ve kurgusuna hayran kaldım! Öyle böyle değil. Yıllarca üzerinde çalışılmış gibi hissettim ki doğruymuş. İlmek ilmek örülen bir dantel, kelime kelime konulan bir yap-boz gibi... Ne tesadüf, en son film yazımda, "güzelliğin bütünlüğü" tabirini kullanmıştım. Tam da onu anlatıyor işte... 

Yalnız, biz ne zaman kitap kapaklarına özen göstermeye başlayacağız? Ya da eskiden daha iyiydi de ben mi hatırlamıyorum? Bir bizim 'Auro' kapağına bakın, bir de dünyanın geri kalanının... Aşkın pembe renkli bir kalp olmadığı gerçeğini ne zaman söyleyecekler bize... 


Buyrun size, Latin edebiyatından bahsetmişken harika bir ispanyol ses Soledad Bravo, ve şarkısı Kemancı Becho. Küçük kemancı Becho'yu anlatıyor şarkı. Diyor ki; "... Aşkı anlatan ve küçük çocuklar gibi masum olan kemanlar, içindeki çıkmazı seslendirir. Becho, acıdan ve aşktan söz etmeyen güçlü bir kemanın ezgilerinin peşindedir. ..."

26 Aralık 2016

Şiir: Kuşlu Gazel

KUŞLU GAZEL

Koyup zarfın içine, üstünü acıyla pulladım
Sana bir sevinçli menevişli kuş yolladım

Son kuşlarımdı bunlar, dedim telef olmasın
Geçti artık göğsümde kuş barınmaz anladım

Esti rüzgâr bozuk bozuk, örselendi yüreğim
Eksik gedik nem varsa ezberden tamamladım

Bende sönen şavkıması sürsün diye yaşamın
Bu kuşları senin için gözlerimde sakladım

Kim sürmüş Altıok Metin dünyanın sefasını
Kirletilmiş bir zamanı yürürken adım adım

- Metin Altıok

23 Aralık 2016

"Yekun Zarar" ya da Yolun Yarısı mı?

Y. İnşaat Mühendisi, Feyzi Akkaya'nın (1907-2004) "insan (mühendis)"prototipi.
Feyzi Akkaya grafiği kaç yaşında çizdi bilemiyorum, fakat 97 yaşında vefat etmiş. İfade mantıklı geliyor. Benim de aklım otuzbeşimden sonra aymıştır. Ayrıca ben de, eğer yaşarsam, kırklarımdan sonrasının daha verimli geçeceğini hissediyorum. Mektepten alınan bilginin sabit kalmasına da katılıyorum. En azından Türkiye'de böyle. Benim şimdiye kadar anladığım; önemli olan sizin o bilgiyi neyle nasıl ne kadar yoğurabildiğiniz ve kendi toplam bilgi eğrinizi yaratabilmeniz.

20 Aralık 2016

İki Küçük İnsan: "Koca Dünya"

Dün akşam Koca Dünya filmini izledim. Bugün 08 Nisan 2017. İki insan koca dünyaya sığamıyor, sığdırmıyorlar. Bunu anlatıyor film. İlk defa bir Reha Erdem filmi izledim. Sevdim. Her bir sahnenin göründüğünden başka başka anlamları olduğu çok açıktı filmde. Olmasa da altında bir anlam, her bir sahne göründüğü gibi, göründüğü kadar da çok gerçek ve netti aslında. Mesela, doğada yanınızda olan keçiyi (baba-tanrı) kötülüğe, insanların arasına, ne yazık yaşamın sığlığına geri döndüğünüzde sizi terk etmesi olarak da okuyabilirsiniz, size alışan bir hayvanın ardınızdan gelip insanları görünce çekip gitmesi olarak da. İkisi de güzel, ikisi de anlamlıydı. Sevginin kardeş halinin güzelliği, korumak, korunmak, kötülerin eline bırakmamak, sahip çıkabilmeyi göze almak, filmin anlamlılıkları. "Nasıl olacak mesela?" dedi genç kadın. "Diyelim sen gelirsin, görüşürüz. Diyelim ben gelirim, görüşürüz", dedi adam. Öyle ya, görüşülür. Yeri geliyor şu koca dünyaya sığamıyor iki insan iyilikle, güzellikle, sevgiyle olsa bile...

Yönetmen: Reha Erdem, 2016,
Oyuncular:  Berke Karaer, Ecem Uzun, Melisa Akman

17 Aralık 2016

Tanpınar Sözlüğü

yaşamak
İnsan hayatı buydu. Yaşamak, başkaları tarafından muhasara altına alınmak, yavaş yavaş boğulmaktı.Yaşamak...  (Huzur, s.249)
aşk
Ben aşktan daima kaçtım. Hiç sevmedim. Belki bir eksiğim oldu. Fakat rahatım. Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde... Fakat daima ödersiniz... Hiç bir şey olmasa, bir insanın hayatına lüzumundan fazla girersiniz ki bundan daha korkunç bir şey olamaz... (Saatleri Ayarlama Enstitüsü, s.341)
şark
Şark oturup beklemenin yeridir. Biraz sabırla her şey ayağınıza gelir. (Huzur, s.11)
sanat
Çünkü sanat da aşk gibidir, kandırmaz, susatır. Ben seraptan seraba koşuyorum. (Beş Şehir, s.206)
istanbul
İstanbul, ya hiç sevilmez; yahut çok sevilmiş bir kadın gibi sevilir; yani her haline, her hususiyetine ayrı bir çıldırarak. (Beş Şehir, s.134)
zaman
Fakat birdenbire gecenin sessizliğini saat sesleri yıktılar. Evin hemen her tarafından zaman kendini ilan ediyordu. Beyhudedir, diyordu, bütün bu ıstıraplar, unutmalar ve hatırlamalar, ben varken hepsi beyhudedir! (Sahnenin Dışındakiler, s.110)
alıntı; Tuhaf dergisi, Kasım 2017 

14 Aralık 2016

Saçmalık

Bazı köpekler vardır canları acıyınca öfkeyle havlarlar. Bazı kediler vardır onların canları acıyınca sessizce battaniyenin altına girerler. Canları acıyan köpekler ve kediler anlaşamazlar bu yüzden, dedim psikolog danışmana kapıdan çıkarken. Davranışlarımda bir tuhaflık olmadığına ikna olmayınca odadan çıkmaya karar vermiştim. Pek tabii ki oraya onu ikna etmeye gitmemiştim fakat konu konuyu açınca konu oraya geldi. Baktım o beni ikna etmekte ısrarlı ben de aynı oyunu oynamaya başladım. Şanslı olan bendim çünkü benim kalkıp gitme özgürlüğüm vardı ben de bunu kullandım. Beni sevdiğini biliyordum bu yüzden de ona iyi davranıyordum. Sevmediğini bildiğim kişiyeyse kötü davranıyordum, bu kadar basit, dedim psikoloğa. Bunu anlamadı ve beni sevsin ya da sevmesin insanlara kötü davranamayacağımı söyledi. Bu ne küstahlıktı! Senin paranı ben ödüyorum, sen diğer kişiye yardımcı olmaya çalışıyorsun, diyecektim fakat demedim. Kötülük, hanfendi dedim, sizin tarif ettiğiniz gibi kolayca işlenen bir sevap değildir. Sevap işlemek zordur, bilmem bilir misiniz? Evet, doğru duydunuz, Tanrı için günah olan insan için sevap uzun zamandır artık. Siz beni Tanrı'nın burada, dünyada bizimle birlikte olduğuna, kötülüğe karşı iyiliğin makbul olduğuna ikna edin, ben de davranışlarımı gözden geçireceğim, diyerek koltuktan kalktım. Elini uzattı, anlıyorum dedi. Bu kadar saçmalayan bir insanı hala anlamaya çalışan bir doktoru takdir edeceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bunu Freud deniyordu zamanında o da yerini sağlamlaştırmak için, size kalmaz hanfendi, diyecektim demedim. Çıktım geldim. Hava serindi. Güllerin sonbaharda açtığını unutmuşum. Bütün çiçekler baharda açmıyor muydu sahi? Otobüs durağındaki kadın bana baktı. Sanırım sesli düşünmüştüm. 

11 Aralık 2016

Bazen Hayat Yetişemez: "Nefesim Kesilene Kadar"

Epeydir bu güzel aileden bahsetmek istiyordum. Kısmet bugünkü filmmiş. Önce anne Piyale Madra'yı tanımıştım. On yıllar olmuştur, Radikal gazetesindeki Ademler ve Havvalar köşesindeki kadın ve erkeklerin olmazsa olmaz hallerini anlatan karikatürlerine bayılırdım. Biraz daha yakın bir zamanda kocasını tanıdım. Açık Radyo'nun kurucusu ve her sabah haber programları sunucusu, gazeteci, akademisyen, yazar, sivil toplumcu Ömer Madra. Belki babası ile yakın zamanlarda tanıdığım kızları ise oyuncu: Esme Madra. Seren Yüce'nin Çoğunluk filminde dikkatimi çekmişti ilk, sonra rastgele izlediğim Zenne filminde ve bugün en son bu filmde. Tanrım, ne güzel insanlar bir araya gelmiş de aile olmuş.
Filmin baş karakteri Serap'ın (Esme Madra) tek bir derdi vardır; kendi evinde yaşayabilmek. Uzun yol şoförü bir babası, yanlarında kaldığı bir ablası ve kocası, çalıştığı tekstil atölyesindeki bir kaç kişi, etrafda dolanan bir delikanlı hayatını tamamlayan diğer insanlardır. Kim ne yaparsa yapsın, ne derse desin, hayat hangi yönden nasıl akarsa aksın o hep gündeminde en kısa zamada en çok parayı biriktirebilmeyi ve babasıyla bir eve çıkabilmeyi düşünmektedir. Babasının borçlarını ödemek, daha sabit bir işi olmasını sağlamak bu gündemin öncülleridir. Eniştesinden para kaçırabilmek, ekonomik, psikolojik ve bazen cinsel tacizlerinden bıktıkça da kalacak yer bulabilmek hedefinin köstekleyicilerindendir.


Daha önceki mesleğimin son bir iki yılında çok tekstil atolyesi dolaşmıştım. Benim dolaştıklarıma göre oldukça küçük bir tekstil atolyesinde çalışıyor Serap. Bunu söylüyorum çünkü; filmin yorumlarına bakarken birinin, arabesk çalınmayan tekstil atolyesi mi olur, dediğini okudum. Fazlasıyla önyargılı olduğunu belirtmek isterim. Ayrıca filmin tamamı müziksizken nasıl bu kadar emin olunmuş, ilginç. Serap'ın işi, ortacı denilen, kumaşlar bittikçe getirmek, işler tamamlandıkça kaldırmak, onu bunu oraya buraya koymak, düzenlemek. Makine başında çalışan işçilerin ayağa kalkmaması için insanlar ve birimler arası bir nevi kol-bacak Serap. En fazla asgari ücret alması muhtemel bir işten hem para biriktirip hem geçinip hem de arada eniştesini idare ediyor olmasını beklemek biraz zorlama olmuş ama çok önemli değil. Film vermek istediği  "hayatın kıskacından sıyrılabilme" ve "hayata nereye kadar direnebilirsin" temalarını yeterince verebilmiş. Daha iyi olabilir miydi bu gösteri? Evet. Karakterler daha derin anlatılabilirdi,  fakat bizim sinemamızın temel sorunu bu zaten. Bizde karakter oluşturma, karakter anlatımı yok. Şimdi son nesil sinemanın dalga geçtiği "Tarkan", "Karaoğlan", "Battal Gazi" filmleri teknik ve kurgu yetersizliklerini bir yana bırakırsanız bana göre bir "James Bond", bir "John McClane" gibidir. Ha tabi, "Mahmut Hoca', "Turist Ömer", "Şoför Nebahat" ve elbet  Masumiyet'in "Uğur" unu atlamamak gerek. Bu filmden iyi bir tekstilci Serap çıkabilirdi. Esme Madra bunu çok iyi oynardı, eğer yazılsaydı. 


Diğer yandan, Serap'ın nasıl tekstilci Serap olduğuna dair hikayenin filmin aralarına serpiştirilmiş olması, her şeyi bir anda söylemeyişi filme hayattan iyi bir öğreti katmış. Göründüğü gibi değildir şeyler, dikkat etmeli... Uzaktan baktığımız Serap'ın neden ev için o kadar hevesli olduğunu, neden babasına ona iyi davranmamasına rağmen inanmak istediğini biz tam başka şeyler düşünmeye başladığımızda söyleyiveriyor film. Diğer karakterlerin üzerinden de çok geçilmemiş filmde. Daha çok, seyirci zaten ülkemizdeki bu; paracı enişte, kocasına laf diyemeyen sus pus olmuş çilekeş abla, sorumsuz uçkur düşkünü baba, atolyeci kızların etrafında iki meme bir dudak umuduyla dolanan serseri mahalle delikanlılarını tanıyor varsayılmış.


Serap ve çevresi bize, kadınlara dair, onların birbirleriyle olan ilişkilerine dair, kadınların yaşam yolunda erkeklere nazaran daha dik basamaklar çıkmak zorunda kaldıklarına dair bir hikaye anlatmaya çalışmış. 

İnsan doğduğu gibi, hiç bir insana değmeden dursaydı neye benzerdi kim bilir? Evrim teorisini anlayabilmek gibi sanırım insanın yıllar içinde değdiği tüm canlıların onda yarattığı "yeni"yi anlayabilmek. Evrimleşiyoruz, fakat adımız hep "insan" oluyor. Yaptığımız her tercih bizden bir şey alıp gidiyor ya da katıyor. Sebepleri bilmemiz sonuçları hoş görmemizi sağlayabiliyor kimi zaman ama ancak anlayabiliyorsak. Anlamamız içinse ya sebeplere yakın olmamız ya yakından görmemiz gerekiyor...

Yönetmen: Emine Emel Balcı, 2015, Oyuncular: Esme Madra, Rıza Akın, Sema Keçik, Gizem Denizci. Ödüller: En iyi aktrist, Jeonju ulusl. film festivali, SİYAD Türk film eleştirmenleri, En iyi ilk film, SİYAD

08 Aralık 2016

Kanatlanır, kanatılır bütün boşluklar*

Herkes Ölür Ölümünü

I
Kanatlanır, kanatılır bütün boşluklar.
Aynalar her gün bir başka yalan söyler
ve kalınır geride çizilmiş hayatlardan,
geride yağmurlardan ve çığlıklardan.

Herkes çizer boşluğunu…

II
Her aşk başlarken pembe,
ayrılıkta rengi siyah yalnızlığın…

(Herkes arar pembesini.
Oysa kendinden ötesi yoktur;
kimse sevmez yalnızlıkta gölgesini…)

III
Herkes sever doğumunu;
kim sever ölümünü?

Herkes sever doğrusunu;
kim sever yanlışını?

Herkes susar ayıbını.
Herkes susar ayıbını…

IV
Herkes bilir gitmesini.
Bir zaman öğrenirsin
gideni sırtından öpmesini

Herkes yaşar hasretini…

V
Herkes geçer gençliğini
Herkes…Buğusunda anıların
yitirir kekliğini…

VI
Herkes yaşamakla suçlu,
aşkıyla hükümlüdür;
herkes doğarken ölümlüdür.

Herkes ölür ölümünü;
göğe salıp düşlerini,
salıp tenini, nefesini
bırakır ceketini.

Herkes bırakacaktır ceketini…

-Yılmaz Odabaşı

05 Aralık 2016

*Kimsin Sen


"Hayır, hayır, hayır, hayır... Kim olduğunu kaybetme, yıldızların bulanıklığında! Görmek aldatıcıdır, hayal kurmak inanmaktır"

Kimsin Sen

Aynadaki yansımama bakıyorum
Neden bunu kendime yapıyorum?
Ufak bir hatada aklımı kaybediyorum,
Neredeyse gerçek beni rafta terkediyorum
"Hayır, hayır, hayır, hayır..."

Kim olduğunu kaybetme, yıldızların bulanıklığında!
Görmek aldatıcıdır, hayal kurmak inanmaktır,
İyi olmamak da iyidir...
Bazen kalbini takip etmek zordur.
Gözyaşları kaybettiğin anlamına gelmez, herkes yaralanır,
Sadece kim olduğun hakkında doğru ol
(Kimsin sen)

Saçlarımı tarıyorum, mükemmel görünüyor muyum?
Formda olmak için ne yaptığımı unuttum, evet!
Ne kadar denersem, o kadar az çalışırım evet evet evet
Çünkü içimde her şey "hayır, hayır, hayır, hayır..." diye çığlık atıyor

Kim olduğunu kaybetme, yıldızların bulanıklığında!
Görmek aldatıcıdır, hayal kurmak inanmaktır,

İyi olmamak da iyidir...
Bazen kalbini takip etmek zordur.
Gözyaşları kaybettiğin anlamına gelmez, herkes yaralanır,
Kim olduğunla ilgili hiçbir yanlış yok!

Evet, hayırlar, egolar, sahte şovlar
"Woo" gibi, sadece git ve beni yalnız bırak!
Gerçek konuş, gerçek hayat, iyi aşk, iyi gece,
Gülümsemeyle...
Ben kendimim (ben kendimim) "hayır, hayır, hayır, hayır..."

Kim olduğunu kaybetme, yıldızların bulanıklığında!
Görmek aldatıcıdır, hayal kurmak inanmaktır,
İyi olmamak da iyidir...
Bazen kalbini takip etmek zordur.
Gözyaşları kaybettiğin anlamına gelmez, herkes yaralanır,
Sadece kim olduğun hakkında doğru ol
Evet, evet, evet

Orjinali: İbranice, İsrail- Türkçe sözler: Ekmek ve Gül ve Lyricstranslate İnternet sitelerinden alınmıştır.
Dassi Elad tarafından kendi çaldığı ud eşliğinde yorumlanan şarkının sözlerine dair farklı bilgiler var İnternet ortamında. Bir diğer yer şöyle çok daha başka sözler vermiş. Ben yukarıdakini seçmekle birlikte merak da ediyorum hangisi doğru. İbranice bilen biri olur da açıklarsa çok sevinirim... 

02 Aralık 2016

Paralize

Kendimi paralize etme konusunda uzmanımdır.
Varsa böyle bir emeli olan bana gelsin lütfen. Karşılığında benim de küçük bir talebim var; ne zamandır sinek yakalama kursu arıyorum bulamıyorum. Lütfen, ya biri bulsun ya da ilk sineği öldürüp bu kan davasını başlatan arkadaşın özür dilemesini çok rica ediyorum.
Paralize nasıl yani dersek; akşamları örnek alalım biz.
Yapmak istediğiniz işleri aynı anda -kadınlar bilir- peş peşe gibi ama aynı anda düşünmeye başlıyoruz. Bunlar neler olabilir aşağıda ayrıca sayacağım.
En istediğiniz ya da rastgele birinin ucundan tutun fark etmez, beş on dakika yapar gibi yapıp bir bahaneyle ondan kurtulun. Sonra diğer işe geçin, aralara içecek, atıştırmalık, tuvalet ihtiyacı için beşer dakikalık boşluklar koymayı unutmayın. İki ya da üç iş sonrasında on dakika kadar bir yere oturup üzülün; ne zaman nasıl yapacağım ben şimdi bunu, bak ya yine yazamadım, yine okuyamadım, yine dışarı çıkamadım gibi. Üzülür gibi de yapabilirsiniz ama o zaman geceyi iyi kapatamayız.
Üzülmeye çalışın siz en iyisi. Sonra ha gayret diyerek dördüncü işten devam edin. Araya müzik, bir kaç video, fotoğraf filan sıkıştırın. Zaten telefon çalarsa harika bir süpriz olur hiç araya bir şey almanıza gerek kalmaz. Yalnız telefon mesajlarından uzak duruyoruz. Onlar paralize etmekten ziyade gecenin ana işi haline geliyor, o zaman diğer işlere hiç bakmadığınız için paralize olabilmenin anlamı kalmıyor, uyarıyorum.
Efenim neler olabilir bunlar; mesela ben fotosunu gördüğünüz kitapları aynı anda okuyorum. Hadi fazla atmayalım, sarı tuğlayı geçen gün kütüphaneden alınca mavi tuğlanın pabucu dama atıldı ama hala masada yine.
Yemeğinizi kendiniz yapıyorsunuz. Yardım yok, mikrodalga yok. Arada hazır çorba olabilir.
Evin eşyalarını oradan oraya taşıyarak toplama denen şeyi yapıyorsunuz.
Bloğa bakıyorsunuz. Her şeyi okumuyorsunuz yalnız, birkaç cümle. Yazacaksanız da bir kaç cümle lütfen. 
Yeğen ya da çocuklarla konuşuyorsunuz, uzun tekrarlarına fırsat vermeden bir olayı bir kez anlattırıp öbür işe geçiyorsunuz.
Aile, akraba, eş, dostun üstünüze yıktığı çeşitli araştırma işlerini yapıyorsunuz; ne bileyim TEOG olur, SGK olur, nerede ne yenir, nasıl gidilir, olur.
Çamaşırı makinede unutmuyorsunuz.
Koca, karı, partner, ev arkadaşı, anne-bana, kedi, köpek kim varsa  yoldaş olduğumuz az biraz sohbet ediyoruz, ilişkiyi sıcak tutuyoruz. Kendinizse, sohbeti biraz daha uzun tutabilmeliyiz.
Gerçekte çalışmak istediğiniz kurumları araştırıyorsunuz, nasıl girerim ben buraya ki, diye düşünüyorsunuz bir seferinde, diğer seferinde başvuruyorsunuz.
Sosyal medyadan sadece twitter öneriyorum. Diğerleri akşamları on kaplan gücü ediyor, baş edemiyoruz bir gecede.
Bir hobi, eğitim, benim gibi tez araştırma vesaire varsa ona biraz fazla bakıyorsunuz ki gönlünüzün ana konusu hüzünlü kalmasın.
Dinleniyorsunuz.
Ne zamandır istediğiniz belgeseli izliyorsunuz.
Ne zamandır aramak istediğiniz halanızı, teyzenizi arıyorsunuz.
Benim gibi üç kardeşiniz varsa biri arayınca diğerlerini de soruyorsunuz konuyu kapatıyorsunuz.
Biraz camdan bakıp dinlenir gibi yapıyorsunuz.
Kalp ağrınızı, beyin kurdunuzu düşünüyorsunuz ama fazla değil.
Dostlarınızı ve dertlerini düşünüyorsunuz. İşin içinden çıkamıyorsunuz.
Çok kısa olmak koşuluyla gündüz patronunuzun ne dediğini, sizin ne demediğinizi düşünüyorsunuz. 
Dişinizi fırçalıyorsunuz. Masadaki tabağı kaldırıyorsunuz.
İçinizde, hepsinin ucundan tutup tamamlamadığınız bütün işleri yarın akşam tamamlayacağınıza söz vermenin harika huzuruyla uyuyorsunuz. İşte dostlar, türk dil kurumunun paralize olmak dediğinde kastettiği süreç budur.