"Yarın düşüncesi olmayan biri, hangi yöne bakarsa baksın, bilinmeyeni değil, yalnızca tanıdık olanı arar."
Aslı Erdoğan, Taş Bina ve Diğerleri - Mahpus
Aslı Erdoğan, Taş Bina ve Diğerleri - Mahpus
İnsanlık fena bir ihtimali bir kere kendisine ufuk bilmesin; bir kere uçurumu görmesin. Bir daha ondan geriye dönemez. Onu giyinir. Kıymetli bir şeyiniz, iyi bir yazma, güzel bir gramafon, bir Acem halınız var mı, sakın onu satmayı bir imkan gibi düşünmeyin, evliyseniz karınızı boşamayı, seviyorsanız sevdiğiniz kadına darılmayı bir kere olsun aklınıza getirmeyin. Sonra bu işlerden ne kadar çekinirseniz çekinin, mıknatıslanmış gibi, arkanızdan itiyorlarmış gibi onu yaparsınız, insan hayatında sakınmak yoktur. Hele kütle halinde asla. Bir kere uçurum göründü mü, ölüm simsiyah dili ile konuştu mu?
***
İnsanoğlu tam sevinemez, bu onun için imkansızdır. Düşünce vardır, küçük hesaplar vardır ve korku vardır. Bilhassa korku vardır. İnsanoğlu korkan mahluktur. "Hangi büyük mucize bizi bu korkudan kurtarabilir."
***Bir şeyden korkmak, biraz da onun geleceğini beklemektir.
***- Kaç yıl evveldeyiz dersin?
- Sayısız zaman içinde; yani hep aynı yerde...
Düşünce tarihinde meydana gelmiş büyük değişimler ikna gücüyle gerçekleşmiştir. İkna edilen düşüncenin doğrulara dayanıp dayanmaması ayrı bir şeydir. Yanlışlar da ikna metoduyla yayılır, taraftar bulur. Doğrunun taraftar bulması için doğru olması yetmez. Doğrunun doğru savunulması gerekir. Üç asır boyunca, her türlü zoru kullanarak, hıristiyanlığa karşı koyan Roma İmparatorluğu, sonunda, her dünyevi varlıktan yoksun, yoksul misyonerin inancına teslim oldu. Üstelik karşı koyduğu inancı, resmi din olarak ilan etti.
- Fakat asıl mesela bu değil, asıl mesele toprağı ve insanı hayatımıza sokamamakta. Kırk üç bin köyümüz var; bir kaç yüz kasabamız var. İzmit'ten öteye Anadolu'ya açılın; Hadımköy' den öteye Trakya'ya gidin. Bir kaç kombinenin dışında hep eski şartların devamını görürsünüz. Coğrafya yer yer esniyor. Sıkı bir nüfus siyasetine, sıkı bir istihsal siyasetine başlamamız lazım. Öğretme ve yetiştirme işleri için de aynı zaruretlerle karşı karşıyayız. Birtakım mekteplerimiz var; bir çok şeyler öğretiyoruz. Fakat hep eksik olan bir memur kadrosunu doldurmak için çalışıyoruz. Bu kadro dolduğu gün ne yapacağız? Çocuklarımızı muayyen yaşlara kadar okutmayı âdet edindik. Bu çok güzel bir şey! Fakat günün birinde bu mektepler sadece işsiz adam çıkaracak, bir yığın yarı münevver hayatı kaplıyacak... O zaman ne olacak? Kriz... Halbuki maarifi istihsalin yardımcısı yapabiliriz ve dahilî eşanjı arttırabiliriz. Bütün mesele burada. Dahili piyasayı genişletmekte. Yarı ziraî, yarı sınaî bir iş hayatı temin edebiliriz. O kadar hususî istihsal kaynaklarımız var ki... İşte İstanbul. Daha dün bir yüksek müstehlikler şehriydi. Bütün yakın şark buraya akardı. O kadar ki, otuz senede bir şehir yanar ve köşkleri, konakları, yalılarıyla, çarşılariyle, pazarlariyle âdeta yeni baştan, yapılırdı. Yanya'nın çiftliği, Yenice' nin tütünü, Mısır' ın pamuğu, hulâsa İslâm dünyasının yarısının istihsalı bu şehirde harcanırdı. Şimdi nüfusunun onda sekizi küçük müstahsilden ibaret. Adım başında küçük bir tezgah, tütün işletmesi, şu bu, fabrika var... ve bütün bunlar ne ile geçiniyor biliyor musunuz? Çok defa toprağın üstündekini toplayarak. Halbuki İstanbul' da planlı bir çalışma, cemiyetimizin yüzünü yirmi senede değiştirebilir. Al Şarkî Anadolu' yu. Ziraatle, hayvancılıkla muazzam imkânlar hazinesi görürsün! Tortum şelâlesinden işe başla. Kademe kademe Akdeniz'e kadar elektriği indir... Marmara serveti içine gömülmüş uyuyor.Elbette ki ilginç olan Tanpınar' ın bunları 1949 'da görmüş olması...
- Peki ama, bununla demin bahsettiğiniz insan mefhumu, manevî insan arasındaki münasebet ne?.. Bu, hayatın maddi şartlarını değiştirmekten ibaret.
- İnsan da hayatın maddî bir tarafıdır. Peguy'u okumadın mı? O ne cümledir? Ateş gibi; fakirlik insanı güzelleştirir ve asilleştirir. Fakat sefalet hoyratlaştırır; ruhen sefil eder. İnsanda insanı öldürür. İnsanlık şerefi ancak muayyen bir refah içinde mümkündür. Çalışmaya imkan verecek bir refah! Taymis kıyılarının refahından veya Amerikan istihsalinden bahsetmiyorum, tabii. Yapabildiğimiz kadar bir refah içinde cemiyet bugün ehemmiyet vermiyor göründüğü tanrılarına dönecektir; diyorum. Hayat, etrafında döneceği değerleri bulur, düşünce, etrafında yüzünü saadete çevirmiş bir cemaat görür.
(...)
- Peki, bütün bunlar zamanla kendiliğinden olmaz mı? Hattâ zamanla olacak şeyler değil mi?
- Olamaz... Çünkü zaman şarta göre değişir. Büyümekte olan bir çocuğun zamanı başkadır, bir hastanın zamanı başka... Biz umumî zamanın dışındayız... Yani zaman tempomuzu değiştirmek mecburiyetindeyiz, demek istiyorum. Biz dünyaya yetişeceğiz. Benim söylediğim, kafilenin en sonunda olsak bile ona katılmak, onunla yürümek, hususi patikadan umumi caddeye çıkmak içindir.
(...)
Kendi başına bırakırsak, lehimizde çalışmaz; bizim gibilerde herşey derine doğru çeker. Kanat değil ayaktaki demirdir. Hayır, biz Shakespeare' in dediği gibi zaman doğru koşmağa mecburuz. Onunla mücadele edeceğiz. Biz herşeyi irademizle yapacağız.
(...)
"Sağ taraflardan gelen bir ışık parçası genç kadının saçlarına yapıştı, oradan yavaşça boynuna doğru kaydı, küçük, insana alışık bir hayvan gibi beyaz tenin üstünde hazla oynamağa başladı.Ne denilse az olacaktır bu konunun altına. Ne denilse fazla olacaktır. Aşk varsa vardır, yoksa yoktur! Var ise, bütün olmazlar geçilecek yollardır. Yok ise, bütün olmazlar bahanedir...
***Onunla beraber yürüyordu. Daha dün sabah vapurda uzaktan gördüğü, sonra bir tesadüfle tanıdığı kadınla şimdi İstanbul'a çıkmış bir başka vapurla Boğaz'a gideceklerdi. Bu kendisi için inanılmayacak bir işti. Varsın, her gün tekrarlanan şeylerden olsun, varsın yüz binlerce kişi bu hisleri hayatında bir defa, yüz defa tatmış olsun; bundan hiç bir şey çıkmazdı. O da biliyordu ki, sevmek, mesut olmak, sevmeden evvel tanışmak, sevdikten sonra unutmak, hatta düşman olmak olağan şeylerdi. Fakat denizde yıkanmak da öyleydi; uyumak da öyleydi. Her şey, herkeste olduğu gibiydi. Tecrübenin yeni ve ilk olmaması onun ruhundaki şevki eksiltmiyordu.
***Daha ziyade içinde son dakikaya kadar süren tereddüdü meydana koyan bu acele tuvaletle başı daha güzeldi. Mümtaz bu saçların gecesine yüzünü gömmek arzusuyla damarlarının tutuştuğunu hissediyordu. Bütün uzviyetinde senelerdir uyku uyumamış bir insanın yorgunluğu vardı.
***Atıl, diyordu. Atıl bu ava; yan ve yaşa!... Zira aşk yaşamanın tam şeklidir...
***Nihayet aşk da ölüm gibi, insan hayatının belli başlı merhalelerinden biriydi.
***Bir gün, "Vücutlarımız, birbirimize en kolay verebileceğimiz şeydir; asıl mesele, hayatımızı verebilmektir. Baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip, oradan tek bir ruh olarak çıkmaktır", demişti. Böyle bir sözü ancak karşısındakini delik deşik eden bir seziş söyletebilirdi.
***Tevfik Bey 'e göre, uzviyetlerin birbiriyle tanışmasından evvel sevişmek imkansızdı. Romancıların kabahati, hikayelerini, asıl başlaması lâzım gelen yerde bitirmeleriydi. Çünkü asıl aşk uzviyet tecrübesine dayanan, onunla devam eden aşktı. Bu, itibarla ilk ciddî ten tecrübesinde tesadüfün ihanetine uğrayanlar, ömürlerinin sonuna kadar, eğer tesadüf denkleri ile karşılaşmazlarsa, mahzun arayışlarına devam edeceklerdi.
***Bekleyelim... dedi. Sen benden vazgeçmezsen herşeyin çaresi bulunur.
***Yazı masasını, lambayı, kitaplarını düşündü. Plâklarını gözden geçirdi. Hepsi can sıkıcıydılar. Hayat, çok defa bir şeye asılmakla kabildir. Genç adam bu anda bu mucizeli bağlanışı hiç bir yerde bulamıyordu."