Yönetmen : Lars Von Trier
Oyuncular : Willem Dafeo, Charlotte Gainsbourg
2009, Danimarka, Almanya,Fransa, İsveç, İtalya,Polonya ortak yapımı.
G.F.Handel'in dingin müziği ve Tuva Semmingsen'in duru sesinin birlikteliği ile "bütünleşen" bir sahneyle başlıyor Lars Von Trier'in anlatacakları... ; Uluslararası film arşivi internet sitesinde de (imdb) üçüncü tekil şahıs olarak adlandırılmış olan kadın ve erkek, yeryüzü tarihinde bir türlü masumiyetini tanıtlayamamış, bilakis "insan-oğlunun" cennetten kovulmasının tek nedeni addedilmiş "suç"unu işliyorlardı...Düşünsel açıdan yazabilmek için "üç dilenci: acı, umutsuzluk ve ıstırap" hakkında kelime anlamlarının ötesinde bir fikir sahibi olmak gerektiğini düşünüyorum, fikir sahibi olmadığımdan da kalben olabilecek yazacaklarım..."Giriş"'in bu kadar "yoğun,etkili,çarpıcı" anlatılması herşeyin başlangıcının bu olduğunu anlatılma çabasıydı bana göre.Herşeyin ama ; yaşamın, insanlık tarihinin, sevginin, nefretin, suçun ve günahın... Filmin başından sonuna kadar, eğer bir suç varsa, tek suçlunun kadın olmadığını, olamayacağını görmeye çalışan bizlere, sona doğru aslında erkeğin "yapacak hiç bir şeyi olmadığı" oysa kadının herşeyi gördüğü, "Nick" i kurtarabileceği gösteriliyor... Öyle görüyoruz çünkü psikologtu adam, karısının dayanılmaz acısının zamanla geçeceğini, yaşamaya alışacağını, bütün korkularının sanrı olduğunu, ölümün engellenemez oluşunu kabul edebileceğini anlatmaya çalışıyordu...Psikologtu ve kadına yardım edebilirdi ! Bana göre de psikologtu adam ama kocası değildi...Cenaze esnasında yanında yürümedi çünkü "kadın"la yaşadığı hazzın nedeniyle ya da sonucuyla yaşadığı acıya katlanamıyordu...Film boyunca tek bir kez " ben de ordaydım" dedi, sadece cenaze sahnesinde ağladı, hiç bir sahnede kadının ıstırabının kendisine de ait olduğunu gösterdiğini göremedim ben.
Ortaçağda yüzlerce kadının sadece kadın oldukları için kötü kabul edildiği üzerine "tezini" hazırlayan kadın, kötülüğün kadının doğasından geldiğine, kötülüğünün gücünü de doğadan aldığına inanmak üzereydi ve artık "doğa şeytanın kilisesidir" diyordu.Şeytan da kadını, adamın cennetten çıkarılmasına ikna etmişti zaten...Kadın "sen doktor değilsin beni (karını) tedavi etmen doğrumu derken kocasına, haklıydı. Adam, seni seviyorum, seni tanıyorum bunu yapabilirim derken yanılıyordu.Adamın kadını tanıması kadar kadın da adamı tanıyordu hem psikoloğunu istediği girdapların içine çekebilir hem istediğini O'ndan sakınabilirdi...Bir psikolog olarak avantajlı olacağını sanan adam, "koca" olarak ortadan kaybolmuştu. Kadının tek iyileşme umudu kocanın da orda olduğuna inanabilmesi iken, O ortadan kaybolmuştu...Psikoloğu olduğu için kendisiyle sevişmek bile istemeyen "adamın" yanında, ıstırabı, umutsuzluğu ve acısıyla tek başına kalmıştı kadın...Psikolog olarak hastasına yardım etmeye çalışan adam, "kadına" inanmıyordu. Kadın" beni seviyormusun" dediğinde "evet" diyordu. Kadın kuşku içindeydi kocasının nerde olduğundan, çünkü arkasından "O halde bana yardım et" diyordu...İlgisini gösteren hastaneye getirdiği çiçeklerin köklerinin çürüdüğünden, kadının tezini bitirmediğinden, neden yazı yalnız geçirdiğinden , çocuğun ayakkabılarının ters giydirildiğinden haberdar değildi koca. En yakını olduğunu düşünüyordu hala, bu yanılgısıyla da onu iyileştirebileceğini. Yaşananlar boyunca aklıyla konuştu kadınla ; kadın O'na "palamutlar ağlıyor" dediğin de "palamutlar ağlamaz" dedi oysa kadının kendisine inanılmaya ihtiyacı vardı. Eğer acı çektiğini düşündüğünüz kişi palamutlar ağlıyor diyorsa ağlıyordur bana göre...Kişinin anlamlılığını anlamanın ve yeniden dönüştürebilmenin yolu öncelikle ona inanmaktan geçebilir bence...
Kadın tamda iyi hissetmeye başladığı zamanda adamın kendisine hiç inanmıyor olduğunu farkediyor, otopsi raporunun saklanmasından , ayakkabıların ters giydirmesine duyulan şüpheden...Ve kaos başlıyor...
Kadın inandığı ve istediği gibi "cadı" olarak yakılmasını sağlıyor ve suçunun cezasını çekiyor...
Tam olarak diyemiyorum ki Trier bunu anlatmış olmalı....Başında olanı sonunda göstermekle , yanıldığımızı, boşuna düşündüğümüzü , "suçlu kadındır" mı diyor ? Havva bu kadar ihtiraslı olmasaydı Adem bugün hala cennette olabilirdi, mi diyor ? Yoksa ; kadının yanında durup adamı yeriyor mu?...
Kadın inandığı ve istediği gibi "cadı" olarak yakılmasını sağlıyor ve suçunun cezasını çekiyor...
Tam olarak diyemiyorum ki Trier bunu anlatmış olmalı....Başında olanı sonunda göstermekle , yanıldığımızı, boşuna düşündüğümüzü , "suçlu kadındır" mı diyor ? Havva bu kadar ihtiraslı olmasaydı Adem bugün hala cennette olabilirdi, mi diyor ? Yoksa ; kadının yanında durup adamı yeriyor mu?...
Şu açıdan da düşünülemez değil film tabi ; Kadın başından beri suçlu olduğunu biliyordu ama biz bilmiyorduk, koca da bilmiyordu. Kadın çocuğu gördüğünü adama bir kez söylüyor ama çok belirgin gelmedi bana...
Kadın bu suçundan dolayı kendisini cezalandırmaya, kocasından bu cezası için içten içe yardım istiyor, hatta zorluyor... O'ndan gizlenerek iyileşmeye, adamın kendisine inanmadığını bildiği için inandırmaya çalışıyor bu süreçte...Yukarıda anlatılan bir çok sahne tersine çevrilerek bu açıya uyarlanabilir. Özellikle kadının üç dilencisine , çimenlerde ayaklarının yanmasına ve doğayla ilişkisine bakılınca...
Konu benim hangi açıdan görebildiğim değil aslında, ben Trier'in hangi fikirle, nasıl baktığını merak ediyorum?...
Şarkının sözleri ;
Rinaldo, Lascia ch’io pianga, HWV7, George Friedrich Händel
"Lascia ch'io pianga
mia cruda sorte,
e che sospiri la libertà.
Il duolo infranga queste ritorte
de' mei martiri sol per pietà."
"Bırak ağlayayım
insafsız kaderime
iç çekerek
özgürlük için.
Eğer aralanacaksa
hüznümün perdeleri."
Konu benim hangi açıdan görebildiğim değil aslında, ben Trier'in hangi fikirle, nasıl baktığını merak ediyorum?...
Şarkının sözleri ;
Rinaldo, Lascia ch’io pianga, HWV7, George Friedrich Händel
"Lascia ch'io pianga
mia cruda sorte,
e che sospiri la libertà.
Il duolo infranga queste ritorte
de' mei martiri sol per pietà."
"Bırak ağlayayım
insafsız kaderime
iç çekerek
özgürlük için.
Eğer aralanacaksa
hüznümün perdeleri."