30 Nisan 2010

Antichrist.


Yönetmen : Lars Von Trier
Oyuncular : Willem Dafeo, Charlotte Gainsbourg
2009, Danimarka, Almanya,Fransa, İsveç, İtalya,Polonya ortak yapımı.

G.F.Handel'in dingin müziği ve Tuva Semmingsen'in duru sesinin birlikteliği ile "bütünleşen" bir sahneyle başlıyor  Lars Von Trier'in anlatacakları... ; Uluslararası film arşivi internet sitesinde de (imdb) üçüncü tekil şahıs olarak adlandırılmış olan kadın ve erkek, yeryüzü tarihinde bir türlü masumiyetini tanıtlayamamış, bilakis "insan-oğlunun" cennetten kovulmasının tek nedeni addedilmiş "suç"unu işliyorlardı...Düşünsel açıdan yazabilmek için "üç dilenci: acı, umutsuzluk ve ıstırap" hakkında kelime anlamlarının ötesinde bir fikir sahibi olmak gerektiğini düşünüyorum, fikir sahibi olmadığımdan da  kalben olabilecek yazacaklarım..."Giriş"'in bu kadar "yoğun,etkili,çarpıcı" anlatılması herşeyin başlangıcının bu olduğunu anlatılma çabasıydı bana göre.Herşeyin ama ; yaşamın, insanlık tarihinin, sevginin, nefretin, suçun ve günahın... Filmin başından sonuna kadar, eğer bir suç varsa, tek suçlunun kadın olmadığını, olamayacağını görmeye çalışan bizlere, sona doğru aslında erkeğin "yapacak hiç bir şeyi olmadığı" oysa kadının herşeyi gördüğü, "Nick" i kurtarabileceği  gösteriliyor... Öyle görüyoruz çünkü psikologtu adam, karısının dayanılmaz acısının zamanla geçeceğini, yaşamaya alışacağını, bütün korkularının sanrı olduğunu, ölümün engellenemez oluşunu kabul edebileceğini anlatmaya çalışıyordu...Psikologtu ve kadına yardım edebilirdi ! Bana göre de psikologtu adam ama kocası değildi...Cenaze esnasında yanında yürümedi çünkü "kadın"la yaşadığı hazzın nedeniyle ya da sonucuyla yaşadığı acıya katlanamıyordu...Film boyunca tek bir kez " ben de ordaydım" dedi, sadece cenaze sahnesinde ağladı, hiç bir sahnede kadının ıstırabının kendisine de ait olduğunu gösterdiğini göremedim ben.
Ortaçağda yüzlerce kadının sadece kadın oldukları için kötü kabul edildiği üzerine "tezini" hazırlayan kadın,  kötülüğün kadının doğasından geldiğine, kötülüğünün gücünü de doğadan aldığına inanmak üzereydi ve artık "doğa şeytanın kilisesidir" diyordu.Şeytan da kadını,  adamın cennetten çıkarılmasına ikna etmişti zaten...Kadın "sen doktor değilsin beni (karını) tedavi etmen doğrumu derken kocasına, haklıydı. Adam, seni seviyorum, seni tanıyorum bunu yapabilirim derken yanılıyordu.Adamın kadını tanıması kadar kadın da adamı tanıyordu hem psikoloğunu istediği girdapların içine çekebilir hem istediğini  O'ndan sakınabilirdi...Bir psikolog olarak avantajlı olacağını sanan adam, "koca" olarak ortadan kaybolmuştu. Kadının tek iyileşme umudu kocanın da orda olduğuna inanabilmesi iken, O ortadan kaybolmuştu...Psikoloğu olduğu için kendisiyle sevişmek bile istemeyen "adamın" yanında, ıstırabı, umutsuzluğu ve acısıyla tek başına kalmıştı kadın...Psikolog olarak hastasına yardım etmeye çalışan adam, "kadına" inanmıyordu. Kadın" beni seviyormusun" dediğinde "evet" diyordu. Kadın kuşku içindeydi kocasının nerde olduğundan,  çünkü  arkasından "O halde bana yardım et" diyordu...İlgisini gösteren hastaneye getirdiği çiçeklerin köklerinin çürüdüğünden, kadının tezini bitirmediğinden, neden yazı yalnız geçirdiğinden , çocuğun ayakkabılarının ters giydirildiğinden haberdar değildi koca. En yakını olduğunu düşünüyordu hala,  bu yanılgısıyla da onu iyileştirebileceğini. Yaşananlar boyunca aklıyla konuştu kadınla ; kadın O'na "palamutlar ağlıyor" dediğin de "palamutlar ağlamaz" dedi oysa kadının kendisine inanılmaya ihtiyacı vardı. Eğer acı çektiğini düşündüğünüz kişi palamutlar ağlıyor diyorsa ağlıyordur bana göre...Kişinin anlamlılığını anlamanın ve yeniden dönüştürebilmenin yolu öncelikle ona inanmaktan geçebilir bence...
Kadın tamda iyi hissetmeye başladığı zamanda adamın kendisine hiç inanmıyor olduğunu farkediyor, otopsi raporunun saklanmasından , ayakkabıların ters giydirmesine duyulan şüpheden...Ve kaos başlıyor...
Kadın inandığı ve istediği gibi "cadı" olarak yakılmasını sağlıyor  ve suçunun cezasını çekiyor...

Tam olarak diyemiyorum ki Trier bunu anlatmış olmalı....Başında olanı sonunda göstermekle , yanıldığımızı, boşuna düşündüğümüzü , "suçlu kadındır" mı diyor ? Havva bu kadar ihtiraslı olmasaydı Adem bugün hala cennette olabilirdi, mi diyor ?  Yoksa ; kadının yanında durup adamı yeriyor mu?... 
Şu açıdan da düşünülemez değil film tabi ; Kadın başından beri suçlu olduğunu biliyordu ama biz bilmiyorduk, koca da bilmiyordu. Kadın çocuğu gördüğünü adama bir kez söylüyor ama çok belirgin gelmedi bana...
Kadın bu suçundan dolayı kendisini cezalandırmaya,  kocasından  bu cezası için içten içe yardım istiyor, hatta zorluyor... O'ndan gizlenerek iyileşmeye, adamın kendisine inanmadığını bildiği için inandırmaya çalışıyor bu süreçte...Yukarıda anlatılan bir çok sahne tersine çevrilerek bu açıya uyarlanabilir. Özellikle kadının üç dilencisine , çimenlerde ayaklarının yanmasına ve doğayla ilişkisine bakılınca...

Konu benim hangi açıdan görebildiğim değil aslında, ben Trier'in hangi fikirle,  nasıl baktığını merak ediyorum?...

Şarkının sözleri ;
Rinaldo, Lascia ch’io pianga, HWV7, George Friedrich Händel

"Lascia ch'io pianga
mia cruda sorte,
e che sospiri la libertà.
Il duolo infranga queste ritorte
de' mei martiri sol per pietà."

"Bırak ağlayayım
insafsız kaderime
iç çekerek
özgürlük için.
Eğer aralanacaksa
hüznümün perdeleri."

24 Nisan 2010

Philadelphia



Yönetmen : Jonathan Demme
Oyuncular : Tom Hanks, Denzel Washington
1993, ABD

Bu filmin bu sahnesini Tom Hanks gibi hissedebilmek, O'nun kadar duyabilmek için her seferinde  başından sonuna izledim...AIDS hastası olduğunun şirket yöneticilerince öğrenilmesi ve bundan o yıllardaki ilk çıkarımla heteroseksüel olmadığı anlaşılan bir avukatın,  işinden kovulması üzerine verdiği hukuk mücadelesi anlatılıyor filmde...
Sistemin/toplumun standardizasyona olan muhtaçlığı, kendinden olmayana olan korkusu ve bir adamın kendine olan inancının ve saygısının iyi kurgulanmış, dokunaklı bir anlatımı...
T.Hanks "Andrew"  rolüyle en iyi erkek oyuncu oscarını aldı. Sadece bu sahne bile yeterli ödül için bence.

Ve  Maria Callas'ın  Andrea Chenier operasının hüzünlü aryası "La Mamma Morta" sı ile yaptığı "şey"  filmden öte, filmden başka.. sanki bir başkasından gelmiyor ses; siz ses oluyorsunuz, sese dönüşüyorsunuz...Görüntü olmaksızın M.Callas'dan ayrıca dinlemenizi öneririm...

23 Nisan 2010

Ruska...


Ruska ; Finlandiya'da Sonbahar'ın yaklaşması ile ağaçların yapraklarının renk değişimine verilen addır.Ağaç denizinin arasında sarı, turuncu ve kırmızının farklı tonları çok etkileyicidir.Aynı zamanda 20 Mayıs - 24 Temmuz tarihleri arasında ülkede güneşin hiç batmaması durumudur....Müziğin hangisi için yapıldığını bilmiyorum ama yazın sonbahara dönmesini daha çok çağrıştırıyor sanki...Finlandiya Sibelius akademisi çello bölümü öğrencileri ;  Eicca Toppinen, Max Lilja, Paasininvo Lotjonen ve Antero Mannien’den oluşan senfonik metal grubu Apocalyptica,  klasik müzik ve "heavy metal"  arasındaki sınırın sanılanın aksine çok ince olduğunu ispatlıyor.Aynı çalışmayı Vanessa Mae'de yapmıştı ve çok da başarılı olmuştu.Yakın çevrelerine çaldıkları Metallica yorumlarıyla müzik çalışmalarına başlayan grup esin kaynaklarının ünlü Rus klasik müzik bestecisi Dmitri Shostakovich olduğunu her fırsatta dile getiriyorlar.Bu çalışmalarını mezuniyet törenlerinde sergilediklerinde ise tam anlamıyla kıyamet kopuyor.Klasik müziğe ömrünü adamış öğretim görevlilelerinin yüzlerini görmek isterdim doğrusu.
Metallica parçalarını ezbere bilen seyircilerin de eşliğiyle öyle başarılı bir performans sergilemişler ki, bir çok plak şirketinden teklif alıyorlar.

Apocalyptica grubu
Metallica’nın "Enter Sandman", "The Unforgiven", "Wherever I May Roam", "Master of Puppets", "Harvester of Sorrow" gibi parçalarını dört çelloyla yorumladıkları ilk albümleri "Plays Metallica By Four Cellos", 1996 yılında piyasaya çıkarak tüm dünyada 250.000 adetlik satışla metal müzik dinleyicilerinin yanı sıra klasik müzik severlerin de arşivlerinde yer almayı başarıyorlar. Çellolarını amfiye bağlayarak oldukça ilginç ve bir o kadar da üstün işler yaratan grup üyeleri, bu albümle Metallica’dan da övgü almayı başardılar.
Ülkemizde grubu, Şebnem Ferah’ın "Perdeler" şarkısına eşlik ederken de dinledik. Ferah’ın albümünde biri orijinal, diğeri Apocalyptica düzenlemesi olan iki sürüm yer aldı. Bu arada grupta eleman değişiklikleri de oldu. Antero Manninen’in yerini Helsinki Flarmoni Orkestrası’nın metalci çello sanatçısı Perttu Kivilaakso alırken Max Lilja gruptan ayrıldı.
"Reflections" albümünde, usta davulcu Dave Lombardo’nun da konuk olarak yer alması herkes için tam bir sürpriz oldu. Tamamı kendi bestelerinden oluşan 10 Şubat 2003 çıkışlı bu albümleriyle yeni bir tarzı, çello-rockı yarattıklarını belirten grup üyeleri, sürekli gelişerek yollarına devam ediyorlar.
‘7th Symphony’ adlı yeni bir albümün hazırlıklarını bitirdiklerini ve bu günlerde  piyasaya çıkacağını kendi sitelerinde açıkladılar.

"Apocalyptica 2005" albümlerinden "Ruska";  Çello ve Piano'nun muhteşem birlikteliği...Yükselişleri insan kalbine zarar verebilecek cinsten... Dinlerken hiç bir hücrem hiç bir duygum hiç bir yere kıpırdayamıyor...

Dinle-Ruska

Equilibrium

"There is nothing, we cannot do it", -yapamayacağımız hiç bir şey yok.- 
Bunu diyen bir sistemde yaşamak nasıl olurdu?


Yönetmen : Kurt Wimmer
Oyuncular: Christian Bale, Sean Bean,Dominic Purcell
ABD,2002

Bütün duyguların ve insana keyif veren herşeyin yasak olduğu bir dünyada geçen "Equilibrium"da yasaların hayata geçirilmesinden ve yürütülmesinden sorumlu bir adam bir gün bir nedenle duyguları uyuşturan ilacı almaktan vazgeçer... Ben filmi şahsen müziğinden etkilenip izledim, ama filmi de çok ilginç buldum.

Equilibrium ; Latince "sakinlik, denge" anlamında...
Ve müzik; "farewell"... Apocalyptica, Çello... filmden daha müthiş...

11 Nisan 2010

Öteki Mithosu

göze alırsanız eğer
kırılır
dağılır aynadan
sandığınız resimler
sözcükler kalır geriye
cam kırıklarına saklanmış
az ışıklı odalarda sözcükler
Ayna: anlam ve görüntü için sırlanmış kiler
bulur çıkarırsınız bir yerlerden
daha bulurken kararırsınız
çok önce öğrenmiştiniz: Bedel
özlenir ve kalır geriye
gerekenler

Sonra bir gün
Sizin için bir gün
Tehlikesiz, eski bir harita gibi
uyuttuğunuz aynaların tozunu silerken
elinize batar
bir zamanlar yaranızı kanatmış sözcükler
olaylar silinmiş, adlar unutulmuş, belirsiz bir geometride
yerini bir türlü bulamaz kişiler, ilişkiler
yalnızca bir duygu
dipdiri bir acı çok eski tarihli bir çağrışıma eşlik eder
bu nedir ki, yıllar sonra, telâşsız bir gün, ömrümüzün durulmuş
bir mevsiminde, içinizin kazınmış yerlerinden
ölümcül bir ağrı ansızın geri teper

Eğilip bakarsınız aynaya
Siz çoktan gitmişsiniz
Yerinizde sözcükler
Böyle zamanlarda sözcükler
Bütün bir hayatın yerine ikâme eder

Sözcükler.Tutmamış ömürlerin teyel yerleri
camlatılmış kelebekler, kurutulmuş akrepler gibi
başkalarına kaldınız
bir zamanlar sanmıştınız ki hayat
kitaplardan ve sözcüklerden geçer
kendinizi eskiten oyunlara daldınız
örneğin uzun tutulmuş bir önsöz yüzünden
kitaba geç kaldınız
Ki 'hayatınız' su içinde birkaç roman eder
Sözcükler.Büyülenmiş, içi doldurulmuş, bekletilmiş, kullanılmış,
anlamı çoğaltılmış, yani sizin
yerinizi bekler, diye
öğrendiğiniz
Bütün sözcükler yaşamı çaldı sizden
Aynadaki sandığınız şimdi bütün hayatınızı temellük eder

Bilirsiniz
aynalarla konuşur çok odalı evlerde büyüyenler
düşün yerine ayna
anların, durumların, duyguların yerine
sözcükler
masalın en iyi yani yeniden söylenebilmesidir
söylendikçe büyülenirler
birleşir nehirler, dağlar yer değiştirir, tılsım ve tehlike
çığ ve lâv, kılıç ve ipek, coğrafya ve tarih yeniden keşfedilir
ışığın kırılma yerlerinden geçerken
sırlanır yüzlerin kuytu yerleri
gümüş bir alaşımdır ilk imge: sınır ve melankoli
yani bütünlük ve binbir gece
ışıksız aynanın yalnız
olduğunu böyle öğrenirler
bir gün bir ışık sızar bir kapı aralığından
giz ve ihanet ödeşir
düş erir.masal biter.büyü tutmaz sözcükler
Görülmüştürler.
erken parçalanır çok odalı evlerde büyüyenler

Ya da böyle sağlamlaşırlar belki
her parçası kuzey yıldızıyken dağılmış aynanın
yola düşüp, yoldan çıkıp
hiçbir şeyi unutmadan, her şeyi yeniden öğrenirler
aynayı, mithosu ve ötekini
yeniden düşünmeye
erken gecikenler

ayna, mithos ve öteki
özgeçmişin vazgeçilmez elementleri
Ayna.Anayurdu ayna hepimizin.İçinden çıkıp kavuştuk dile
ve eyleme geçtik, ve kendimizi sınadık
ağır taşlar koyduk kişiliğimizin köşelerine
yani kendi kanunlarımızı varlığımızın yerçekimine
bilmeden ve böylelikle bütün yolcuları yasakladık kendimize
kırılmıştı sözcükler, parçalanmıştı ayna
anladık imgemizin yalnızca bir kovuk olduğunu
ve bunu öğrenmenin göçünde
dağıldık kuzey yıldızlarına
Şimdi uzak yollardan ve uzun maceralardan sonra yeniden
dönüyoruz
ülkemize, kimliğimize; imgemizi orada bıraktık
imge oyunlarını da
bırakarak yaşlandık birçok şeyi
Bırakmayı kabullendiğimiz günden beri.
ağır yalnızlıklardan geçtik, ödeştik kendimizle
bir uçtan bir uca savrulurken onca şey harcadık hiç
düşünmeden
oysa hâlâ ayrıntılar ve ayrımlar arasındaki
yollar kapalı bize

olgunlaşmakla göze aldığınız birşeydir bu, ya da düpedüz
yaşanmakla, umudun bazı çeşitlerinden boşanmakla, gelecek
için bunca zaman taşıdığınız birçok yükü atmakla
adına ne derseniz deyin, göze aldığınız birşeydir bu
yani başlar bir gün
sizin için bir gün
geç kalmış yüksek sesli soruların dönemi
sürçmeye başlar Dil sandığınız tekerlemeler
gündeme gelir yeniden
değişik çağlardan ödünç alınmış bilmeceler
gizini çözersiniz
kendiniz için kurduğunuz bütün Serüvenin
yaşlanmayan ve gerçekleşmeyen portrenizin
tozu alınmamış her şey yalnızca geçmişi yineler

sfenksi kendini sorulamış bunca yıl
tek kişilik korosu yanıtlamış
paradoksları kullanmayı hayatı anlamanın yolu sanmış
okuduklarından artıp, okuduklarına kalmış
göze aldığınız birşeydir bu
aynada portre, mithosda serüven, ötekinde giz
saklı dururken
yolculuklar taşımaz sizi hiçbir yere
Bunu çok önceleri öğrenmeliydiniz

oysa oturduğunuzda soruların başına, kaç saatiniz vardı?
ölecek ve yetecek
kaç saatiniz?
Zaman'ın saydam sırrı portreyi aynadan ayırmaktaydı
Başlangıçtı.
kazılarda eksilmiş bir kabartma gibiyidi imgeniz
sözcükler örselenmiş, aynalar pantimento
çıkmaz sokaklardı adresiniz.sığındığınız kalelerde birer birer
eksildiniz.
Çekip gidiniz buralardan.Her yaşın uçurtmaları vardır
birinin ipini çekiniz
şimdi gözlerinizin ermediği bir yerden yeni bir ufkun başladığını göreceksiniz

çok yaşar, çabuk ölür, ilk tuttuğu sipere tüm bir hayatın kalesini
inşa edenler
ayna silinir, mithos biter, gider öteki
kitaplar yalnızca ölümü erteler
yaşam çıplak.siz giyinik.Utanırsınız
kuşandığınız kavramlar kullanılmaz silâhlar gibi sizi terkeder
Öteki: çoktan eskimiş bir metafor, Dostoyevski'yi
ve onu izleyen sonrakileri anımsamak neye yarar şimdi?
Geçmiş bizi bırakıp gitti
O kadar çok şey öğrendik ki,
kendimiz için bile bir klişeyiz artık
En çok buna katlanamıyoruz
Farkındayız.Ve çürüyoruz.
Hepimiz artık gençliğin bizi terkeden kuşağındayız
Eğer göze alıyorsanız bu kadarı da size yeter
yedi renk, taze su, parlak ışık
her zaman yeniden okunacak bir kitap bulunur
öğrenilecek yeni sözcükler
durduğunuz yerde, her yere aynı mesafeden bakıyorsunuz
buraya geldiyseniz eğer, daha ne istiyorsunuz?

M.Mungan

09 Nisan 2010

Mulholland Drive,


"não há banda... não há orquestra...silêncio..."

Yönetmen : David Lynch.
Oyuncular: Naomi Watss,Laura Elena Harring
2001,France,USA

"Neden her şeyin bir anlamı olmak zorunda" diyor bir röportajında David Lynch.
Bu filmi yönetmiş birinden bu anlam sorgusu ilginç! Yoksa her şey aslında uyumak ve uyanmak kadar basit olmasına rağmen bizim biteviye anlamlar, nedenler arıyor olmamızdan mı? Yoksa tüm akılcılığımıza rağmen, hala hangisinin gerçek olduğundan şüphe etmemizden midir?
Herşeyi çok açık anlattığından mıdır aslında?

Filmleri afişsiz düşünememekle birlikte bu film için tek afiş, Rebekah del Rio 'nun "Llorando" şarkısını görebiliyorum.

Filmi anlatmak çok anlamsız, en güzel resme uzun uzun bakmak gibi çünkü.Sanki, anlattığınızda anlamamış olduğunuz zannedilecek...

Aşık olunanın, aşık olanla kalabilmesinin tek yolunun; tanıdığı tek kimsenin kendisi olabilmesi ihtimalini dilemek ! Bu acıyla yaşayabileceğini, hemde mutlu, düşünmek ! Acaba kendisini ancak aşık olduğuyla var edebilen; kalan, gidenin yokoluşunu düşünebilmekle kendi yok oluşunun bilincinde midir, burda olduğu gibi? Yoksa bunun ayırdına vardığında mı karar verir, var olamayacağına?
İzlemeyin, sadece şarkıyı dinleyin. Dediği gibi filmde; "bu bir band kaydıdır." Şarkı söyleyen gider, şarkı devam eder... Hep aynı aslında; aşkta, nefrette, gitmekte, kalmakta...  hangi çağda kim yaşarsa yaşasın...

04 Nisan 2010

Bugün.

Münevver'in Doğum Günü.

Yapraklara dallara yeşillere allara
nice nice yıllara gülüm,
nice nice yıllara.
Yaprak dala al yeşile yaraşır
Gayrı bundan böyle vermem seni ellere...

N.Hikmet Ran

Doğum günün kutlu olsun Aze...