27 Ocak 2010

Ben'le ilgili;

Bazen öyle acır ki için, o acıyla değiştim sanırsın.Ayağa kalkar kalkar düşersin. Bazıları uçurumun kenarından çekilir, çıkarılır ; bazılarıysa uçurumun dibinden paramparça alır kendini. Parçaları öyle birleştirir ki kim olmak istiyorsa o olur ondan sonra.

Bir kere ihaneti gördümü gözlerin , anılar sana bataklık olur.Hatırladıkça çekerler seni içeri.Hatırladıkça affetmek istersin , çünkü affetmek unutmak demek.Öncesini hatırladıkça sonrasını unutmak istersin...Geçmişe dönmek başka , geçmişi silmek başka.Döndükçe dönersin ama silemezsin. Olan olmuştur bir kere, hiç bir neden onu olmamış yapmaz.
Hikayeyi değiştiremedikten sonra önceden bilmek son sayfada ne yazdığını , yük olur insana.
Bir gün herkesin karşısına çıkar içinden geçemeyeceği bir orman, aşamayacağı bir dağ.Çözümü olmayan sorular sorması zihnin deli eder adamı.
Çaresizlik, cevapsz kurak bir ıssızlık değildir, dışarda devam edecek hayattır asıl engel.Seni umursamayan , seni yutan hayattır. Çaresizlik, bin kere dönsen o güne bin kere yaşamaktır o günü en baştan. Elinden bir şey gelmeyince kabullenmek kolaydır, asıl çaresizlik, kendine elimden geleni yaptım mı diye sormaktır.

"Tüm kapılar üstüne kitlenmiş de olsa, birinin kalbinde yer tutan hiç kimse, tutsak değildir kendi kafesine."

Biraz T.Kurtiz'den biraz Benden. 

26 Ocak 2010

Korku;

Ve son kar tanesi de düştüğünde yere, susar müzik.
En çok kızıl yakışır kara, kan kızıldır, kıpkırmızı.
Önce damlar kan, yoğun, koyu, sonra dağılır, erir karlar.
Karlar eridiğinde ne kalır ki geriye, sadece toprak.

Dünyaya gelmek bile tesadüfken, nasıl inanılır ki kadere ?
Öyleyse gitmek bize kalmaz, öleceği zaman ölebilir insan,
Ölebileceğine ise hiç inanmaz zaten.

23 Ocak 2010

Bu çok güzel...

Gülümü yaratacağım senin için
Hemde ne kadar elmas varsa
Deniz suyunda o kada gülü
Ne kadar yüzyıl varsa
Gök tozları içinde o kadar gülü
Tek bir çocuk kafasında
Ne kadar düş kurabilirse o kadar
Ne kadar aydınlık içerebilirse bir hıçkırık o kadar.

Louis Aragon

Ç. 29/10/1995

22 Ocak 2010

Beklemek,

"...Gerçekte kendisini mahveden başka birinin mutsuzluğunu daha iyi gizleyebilmek amacıyla hiç bir şey atlamadan kendi mutsuzluğundan söz etti.Bana açılmaya karar vermeden önce evine teslim edildiği geceden sonra Bayardo San Roman'ın kalbinin en derin köşesinde yer aldığını hiç kimse bilemezdi.Bu Tanrı esini gibi bir şey olmuştu." Annem beni dövmeye başladığı zaman birdenbire onu anımsadım." Bu söyledikleri doğruydu.Kocası için acı çektiğini bildiğinden yumrukların acısını daha az duymuştu. Davranışı karşısında biraz şaşırmış olmakla birlikte yemek odasının kanepesi üstünde hıçkıra hıçkıra ağlarken Bayardo ' yu düşünmeyi sürdürmüştü." Yumrukların ve olup bitenlerin etkisiyle ağlamıyordum. Onun için ağlıyordum." Annesi yüzüne öküzgözü kompresi yaptığı sırada aklında yine o vardı. Özellikle sokakta bağrışmalar duyduğu, yangın varmış gibi çanların çalmaya başladığı, Pura Vicario'nun içeri girip felaketin en kötü bölümünün geçip gittiğini ve artık uyuyabileceğini söylediği zaman onu büsbütün düşünür olmuştu.

Annesini, göz muayenesi için Riohacha'daki hasteneye götürdüğü gün, Bayardo San Roman'ı uzun süreden beri düşünmekteydi.Geri dönerken sahibini tanıdıkları Liman Oteli'ne uğramışlardı.Pura Vicario bu arada bir bardak rakı istemişti. Kadın sırtını kızına dönüp rakısını içmeye başladığı bir sırada Angela Vicario salonu boydan boya süsleyen aynalardan kafasından geçenlerin hayalini görür gibi olmuştu.Soluğu içinde kalmış ve hemen arkasını dönmüştü.Bu sırada Bayardo San Roman'nın kendisini görmeden yanından geçtiğini ve otelden çıkıp gittiğini görmüştü.Yüreği paramparça olmuş, dönüp bir kez daha annesine bakmıştı.Rakısını içmiş olan Pura Vicario, gömleğinin yeniyle ağzını silmiş, yeni gözlüklerinin arkasından gülümsemişti.Angela Vicario, bu gülüşte dünyaya geldiğinden beri ilk kez annesini gerçek benliği ile görmüştü. Kusurlarına kendini adamış olan zavallı bir kadındı bu.İçinden "Allah kahretsin! " diye bağırmıştı.Kafası öylesine karışmıştı ki , dönüşte yol boyunca hep yüksek sesle şarkı söylemiş, eve gelince de kendini yatağına atıp üç gün üç gece ağlamıştı.
O günü anımsarken bana "Onu çılgınlar gibi seviyordum.Yeniden ilişki kuracak kadar ona vurgundum." dedi.Gözlerini yumar yummaz içinde hemen hayali beliriyor, denizle birlikte soluduğunu duyuyor, çarşaflara geçen sıcaklığının etkisiyle geceyarısı hemen uyanıyordu.Tüm bir haftayı bir dakika bile dinlenmeden geçirmiş sonra ilk mektubunu yazmıştı. Bu en saçma mektuplarından biriydi. Onu otelden çıkarken gördüğünü, gelip kendisini görmesini istediğini yazmıştı.Mektubuna boşyere bir yanıt bekleyip durmuştu.İki ay sonra, beklemekten bıkıp usandığı bir gün bir mektup daha yazmış, öncekinin tam tersi olan bir anlatımla yazılan bu mektupta, onun kabalığından sözetmişti.Mektuptan çıkan anlam yalnızca buymuş gibi görünüyordu.Altı ay sonra altı mektup daha yazmış, bunlara da hiç bir yanıt alamamıştı.Ama yazdıklarının tümü yanıtlanmış gibi bir tavır takınmıştı.
Yaşamının ikinci yarısında, ona her hafta bir mektup göndermişti. Bana "Bazen yazacak bir şey bulamıyordum.Mektuplarımı aldığını bilmek, işte bu bana yetiyordu." dedi.Bu ilk yazışmayı gizli metres pusulaları, geçip gidiveren nişanlılık döneminin kokularına bulanmış mektuplar, iş belgeleri, aşk belgeleri ve son olarak da onu geri dönmeye zorlamak için, bırakılmılş bir sevgiliye özgü korkunç hastalıkları içeren zavallı mektuplar izlemişti. Bir gece yazıp bitirdiği mektubun üstüne mürekkep şişesini devirmiş ve mektubu yırtıp ateşe atacağı yerde altına şu dipnotu eklemişti: " İşte aşkımın kanıtı olan gözyaşlarım." Bazen ağlamaktan yorgun düşerek çılgınlığını alaya almıştı.Mektupları götüren aracı kadın altı kez değiştirilmiş, böylece suç ortaklığıda altı kez yenilenmişti.Bu işten vazgeçmeyi hiç düşünmemişti.Ama bu can sıkıntısının üstünde hiç durmuyormuş gibi davranmıştı.Sanki bir hayalete yazıyormuş gibiydi.
Aradan on yıl geçtikten sonra rüzgarlı bir sabah, yatağında yanıbaşında onun çırçıplak yattığını sanarak birden uyanıvermişti.Bunun üstüne oturup yirmi sayfalık ateşli bir mektup daha yazmış, o korkunç geceden beri kalbinde kokuşup duran acı gerçekleri hiç sıkılmadan anlatmıştı.Ayrıca ruhunda açtığı onulmaz gönül yaralarından da söz etmişti.Mektubu her Cuma günü öğleden sonra gelen,birlikte iş işleyip mesajları alıp götüren, postacılık görevini yapan kadına vermiş ve bunun can çekişmesinin simgesi olan , içini döktüğü son mektubu olduğuna inanmıştı.Ama mektubuna yine bir yanıt alamamıştı.O günden sonra artık yazdıklarının bilincine varamamış, kime yazdığını bile ayırtedememiş, yine de durup dinlenmeden on yıl boyunca yazmıştı.
Arkadaşlarıyla iş işlediği bir Ağustos öğlesinde birinin kapısına doğru geldiğini görür gibi olmuştu. Gelenin kim olduğunu anlaması için gözlerini açmasına bile gerek kalmamıştı.Bana " Şişmanlamıştı, saçları dökülmeye başlamıştı.Sonra gözünde gözlük de vardı.Evet, oydu, ta kendisiydi." dedi. Olduğu yerde yığılıp kalmıştı.Bayardo da onu herhalde kendisi kadar yaşlanmış bulmuştu. Ama kalbinde onu bugüne dek hoşgörmesini sağlayan o sevgiden eser yoktu.Kermeste gördüğü ilk günkü gibi gömleği terden sırılsıklam olmuştu.Belinde aynı kemer, omuzunda gümüş süslemeli ve dikişleri atmış aynı deri çantalar vardı.Bayardo San Roman , öteki işlemeci kadınlara hiç aldırmadan bir adım yürümüş, sonra çantalarını dikiş makinesinin üstüne atmıştı.

"- Çok iyi, işte geldim " demişti.

Bir elinde çamaşır dolu bir valiz, öbüründe de Angela Vicario'nun yazdığı iki bini aşkın mektubun bulunduğu, birincisinin benzeri olan bir çanta daha vardı.Mektuplar alınış tarihlerine göre sıralanmış, renkli kurdelelerle demetler halinde bağlanmışlardı. Hiç biri açılmamıştı..."

Gabriel Garcia Marquez. " Kırmızı Pazartesi" 'den...

Aşk ! Ne zaman ?

Çoğumuz ilk bakışta bir insanı arzulayabileceğimizi kabul eder, ancak aşkı bambaşka bir konu olarak görürüz.Aslında bu soru aşka ilgili kaygılarımızla yüzleşmeye zorlar bizi, inanırsak buna gülünç olur çünkü aşk.Ama ister ilk bakışta, ister başka biçimde olsun aşk zaten doğası gereği gülünçtür.

Aşk, sürekli olarak mutluluğu küçük düşürülmeye çevirme tehdidiyle öz saygımıza meydan okur aslında.Duygularını açıkça dışa vuran, her an düşmeye hazır, serseri romantikleri küçümseriz, zira duyguyla bakmak küçük düşürebilir.Saçmalıktır belki. Ama aynı içgüdüler, gerçekten büyük aşıklara özgü o yüce tutkuları doğurmuşsa onlara hayranlık duyarız.. Çoktur örnekleri, vermeyeceğim şimdi.Özsaygıdan yoksun olanın savunmasızlığı ise acınası bir şeydir.Gerçek aşk, aslen ilk bakışta sevdalanmaktan farklı bir şey yaratmaz.Onun gerçekte ne olduğunu ancak sonradan geriye bakarak adlandırabiliriz.Karşılık görmediği yada ilgimizi kaybettiğimiz durumlarda ; heves veya tutulma deriz..Eğer ilerler ise, ona "ilk bakışta aşk" deriz.Geri dönüşsüz bir risktir bu. Bu yüzden bence, aşka inanmak demek ilk bakışta aşka inanmak demektir.

Aşık olmanın güvenli bir yolu yoktur. Riskten kaçınmak da aşktan kaçınmak olur,oldu...Ancak sizi incitmeye muktedir birine aşık olabilirsiniz ve aynı şekilde, yalnızca incitebileceğiniz biri size aşık olabilir. Ne kadar ihtiyatlı olmalı o zaman ?

"Kim daha çok acı çeker, bekleyen mi
Yoksa hiç beklememiş olan mı bir insanı ?
P.Neruda 17/03/1995

Beklemek !

20 Ocak 2010

Anlamak;

Neden şimdi anladım ki ? 60 yaşında anlasaydım keşke, yaşasaydım o yaşa dek ve hayatımın tam sonunda anlasaydım, kalmadı zaten hayat deseydim, anlasam n'olur ki deseydim, daha ben ne yaşarım ki, -biz- ne yaşarız deseydim.


Bir düşün bence de ; onca üstüne titremiş olduğunu hissettiğin şeyi hayatından nasıl çıkardığını, istememeye nasıl çabaladığını, nasıl herşeyi bir "hiç" yaptığını bence de bir düşün.


Bulamıyorum, bulduklarım yeterli olmuyor.Yetmiyor, anlayamıyorum...Tek bir dala tutunuyorum şimdi, anlamaktan, en azından anlamaktan vazgeçmeyeceğini sandığım, "neler yapıyorsun" demekten vazgeçmeyeceğini sandığım tek bir dala.Bir çınarı, çınar yapabilen o ince, küçük dala tutunabiliyorum...

Küllendi Sana Olan Aşkım

Küllendi sana olan aşkım - bayatladı yaşam benzeri
Çözüldü ölüm gibi, içler acısı bir öyküydü
Koparıp atsam bu acımasız aşk şarkısının telini
İkiye parçalasam gitarı - sürdürmek niye bu güldürüyü!

Ne var ki o küçük o tüylü canavar anlamıyor
Neden daha karmaşık yaptığımızı yalın olan her şeyi
Ben alınca içeri koşup senin kapını tırmalıyor
Ama benim kapımı tırmalıyor sen alınca içeri.

Çıldırabilir insan böyle koşturmaktan, gerçekten
Biliyorum daha çok küçüksün, küçük duygusal bir köpek,
Ama duygusal olmaya da karşıyımdır ben.
Neye yarar son perdeyi uzatıp işkenceyi sürdürmek?

Güçsüzlük değil suç demeli duygusallığa aslında
Yumuşayınca yine barışmaya söz verilir
Sonra homurtular yeni bir gösteri için daha
Tadı tuzu kalmamış "Aşkın kurtuluşu için" denir.

Daha en başta tazeyken korunmalıdır aşklar
Atmalı o aşk dolu "Daima!" ve o çocuksu "Asla!"ları,
"Söz vermeyin!" diye bağırıyordu trenler,
"Söz vermeyin!" diye mırıldanıyordu telefon telleri.

Yarı çatlak ağaç dalları ve duman karası gökyüzü
Uyarıyordu bizi, ama haberleri yoktu onların,
İyimserliği yalnızca öğretilmemiş yalınlık gördüğümüzü,
Ve büyük olmadığı zaman daha güvenli olduğunu umutların.

Ayık kalmak gerekir ve tartmalıdır ayık kafayla
İlişkinin değerini, benimsemeden önce-zincirin öğretisidir,
Söz vermemektir göklere ama hiç değilse vermektir toprağa,
Söz vermemektir ölüm ayırana kadar, ama hiç değilse bir yaşam vermektir.

"Seni seviyorum" demeli insan aşık olunca.
Çok acı oluyor sonra aynı ağızdan duymak yıkılışını
Yalanlarla, küçümsemelerle ve alaylarla
Ve bunlardır aldatmacaya döndüren kusursuz sandığımız dünyayı.

Farkına varmaz aşkın insan.
Söz vermemeli ve en iyisi
Öyleyse neden çekeriz insanı, atlarmış gibi yalan seline
Uçup gidene kadar elbette güzeldir imgesi.

Aşık olmamak en iyisi, bilmeliyiz, aşk varmaz bir geleceğe .
Uyuyup duruyor zavallı köpeğimiz, yeter bizi delirtmeye,
Bir senin kapını tırmalıyor patileriyle bir benimkini
Artık sevmiyorum seni; ama niyetim yok senden af dilemeye

Sevmiştim bir zamanlar; bunun için işte, bağışla beni.

Yevgeni Yevtuşenko.

Büyü Sözleri

Beni düşün ilkbahar geceleri
ve yaz geceleri beni düşün.
Beni düşün sonbahar geceleri
ve kış geceleri beni düşün
Orada seninle birlikte değilim, ama burada,
bir gezginim sanki bir başka ülkede,
serin bir çarşafa uzanmışsın yarı uyanık durumda
yorgun vücudunun altında bir deniz gibi çarşaf,
bırak kendini dalgalara, kaygısız sulara,
benimle yalnız, deniz gibi, tek başına.

Gündüzleri düşünmeni istemem, uzak.
Kendi keyfince her şeyi karıştırır,
( şarap ve duman yayar dört bir yana )
ve başka şeyler düşündürür
Canın isterse gündüzleri bir şeyler düşün
ama, geceleyin, beni de düşün.

Trenler düdük çaldığı zaman,
bulutları paçavra gibi attığı zaman rüzgar,
düşün ki nasıl bir mengenede ezilmekteyim,
mutluluktan kapanan gözlerin gerek bana,
ellerin gerek bana bu daracık odada,
acıtıcaya kadar şakaklarımı sıkan ellerin.

En derin sessizliğin ortasında,
şakıyan sağnağın altında,
parıldayan karın altında,
akşam gördüğün düşlerde, n'olur, düşün beni.
Beni düşün ilkbahar geceleri,
ve yaz geceleri beni düşün.
Beni düşün sonbahar geceleri,
ve kış geceleri beni düşün.

Yevgeni Yevtuşenko

1995

19 Ocak 2010

Ayrıntı

Dokunsam, duysam , yaratsam diyordum bende
Ve sunsam ona,denizin sunuşu gibi kendini dalgalara
Ona, yalnızca Ona
Beni bir deniz kabuğundan daha ayrıntılı yapana.

E.Cansever

07/05/1995

Henüz Vakit Varken Gülüm

Henüz vakit varken, gülüm
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
ben bir gece, şu Mayıs gecelerinden biri
Volter rıhtımında dayayıp seni duvara
öpmeliyim ağzından
sonra dönüp yüzümüzü Notrdam'a
çiçeğini seyretmeliyiz onun,
birden bana sarılmalısın, gülüm,
korkudan, hayretten, sevinçten
ve de sessiz sessiz ağlamalısın,
yıldızlar da çiselemeli,
incecikten bir yağmurla karışarak.
Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
şu Mayıs gecesi rıhtımdan geçmeliyiz
söğütlerin altından, gülüm,
ıslak salkım söğütlerin.
Paris'in en güzel bir çift sözünü söylemeliyim sana,
en güzel, en yalansız,
sonra da ıslıkla bir şey çalarak
gebermeliyim bahtiyarlıktan
ve insanlara inanmalıyız.
....

N.Hikmet  20/06/1996

Söz ; Merhaba.

Güneş yakalanacaksa eğer
Sana söz veriyorum,
kopartıp her bir ışının her bir rengini
sunacağım sana.
Ve şuna inan ki sevgilim
şuna inan,
diyeceğim

Merhaba.

Ç. 22/09/1996

18 Ocak 2010

Sadece olacak olan mı olur ?

Hayatı boyunca tedbirli yaşadı.Tedbirsizlikten öldü.

Geç kalmaması gerektiğinde saati kurar, saati tencerenin içine koyar, tencereyi yanı başına koyardı.Gideceği yerin otobüs haritalarını çıkartırdı, hangi otobüs ne zaman geçiyor, en son otobüs kaçta? Hep sırt çantası taşırdı, içinde bir küçük su, bir kitap ve üşüdüğünde sırta alınacak bir hırka...Bir kadındı, bir kardeşti, bir ablaydı, bir evlattı, bir anneydi.10 yaşındaki oğlunu, henüz altı aylıkken giden babasına bıraktı.Son aradığında birazdan çıkacağım dedi.Hayatı boyunca tedbirli yaşadı,tedbirsizlikten öldü.Herşey olması gerektiğinden midir ölümün?
Ha bir eksik ha bir fazla dünya.Kimin için farkediyor ? Senin mi, bıraktıkların için mi ? En çok bir yıl mı sürüyor ölüm acısı ? Yaşayacakların daha mı zordu yaşadıklarından ? Ondan mıdır bizden önce gidişin ? Manikmiydin, depresif mi tam o anda ? En son kime, ne dedin ? Ne düşündün ? Herşey olması gerektiğinden midir ölümün ? Selam olsun sana bıraktıklarından. 27/09/2007 18:01,daha ötesi olmadı G.Y.için...

Yol Arkadaşım...

Yol arkadaşım gördün mü,
Duydun mu olup bitenleri?
Kıskanıyor insan bazen,
Basıp gidenleri
Yalnızlaşmışız iyice
Üstelik de alışmışız
Hiç beklentimiz kalmamış
Dosttan bile
Korkular basmış dünyayı
Şimdi bir semt adı “vefa”
Kutsal kavgalardan bile
Kaçan kaçana
Anlaşılır gibi değiliz
Tek bedende kaç kişiyiz
Hem yok eden, hem de tanık
Ne esaslı karmaşa
Ben sana küsüm aslında, haberin yok
Koyup gittiğin yerde kötülük çok
Kime kızayım, nazım senden başka kime geçer?
Benim sensiz kolum, bacağım, ocağım yok
Sen esas alemi seçtiğinden beri
Ben o saniyede bittiğimden beri
Dünya bildiğin dünya, dönüp duruyor işte
Uzun uzun konuşuruz birgün son İstanbul beyi
Yol arkadaşım, nerdesin?

S.Aksu

Söz vermiştin oysa yeni evimi görmeye gelecektin, söz vermiştin

08 Ocak 2010

Zaman heyhat !

Zaman ki bazılarının geçmesi için dil dökülür yaratıcıya,kendine.

Zaman ki bazı anların durması beklenir.

Zaman ki sabah olsun,akşam olsun,gün bitsin,yıl geçsin denir, zaman ki o zaman "an" olursa öylece kalsın denir.

Zaman ki o sabah , o gün, o yıl dilenmez , zaman ki hep o "an" a gidilir.

Zaman ki anlar arda arda görünmez sabah olmaz,akşam olmaz o an'lar.

Zaman ki "an"lardır da sabah deriz,akşam deriz gün deriz.

Zaman ki Nietzsche der ki ; Aslında hep aynı zaman döner.Her an sürekli yaşanır,hiç bilinmeden.

Zaman ki koşarak , yürüyerek yakalayamazsın,durmak zorundasın.

Zaman ki bakmak ,görmek ,duymak zorundasın.

Zaman ki tam o "an" da kalmak zorundasın,durması için...

Zaman ki ;

"Sadece olacak olan olur"... 

03 Ocak 2010

Zaman;

Bahis konusu olan 'seni seviyorum' cümlesi bir dosta,arkadaşa,anneye-babaya v.b.değil,sevgiliye söylenen cinsten olup,tarafımca hiçbir zaman doğru zamanda doğru kişiye söylenememiştir.

Ç. 03/04/1995

Zaman, heyhat.

02 Ocak 2010

Farkındalığı Getiren

"Yedi yüz yıl boyunca üretildiği işi yaptıktan sonra aslında ne için var olduğunu keşfedecek."

Wall-E filmini izlediğimde ve duvarıma astığım posterini her gün okumaya başladığımda çok üzüldüm wall-e için.Aynı şeyi yaptığını bilmeden 700 yıl boyunca aynı işi yapmak. O bir robottu ne de olsa, nereden bilebilirdi! Sloganın devamını okuduğumda ; "ne için var olduğunu keşfedecek!" Yedi yüzyıl sonra.

İnsan olduğunu anladım onun. Aynı işi yapmak hergün,keşfemek bir gün.Anlamı bu mu var oluşumun ?dedim.Varoluş suçluluğu denilebilecek bu duygu anlamlı bir yaşamı gerçekleştirememiş olmaktan kaynaklanabilir mi? Yaşadığım bu şehir olmak istediğim yer mi ? Yaptığım bu iş? En iyi yapabileceğim bu mu? Hissettiğim bu hiçlik, daha fazlası var mıydı? Tanıyor muydum o duyguyu. Var olduğum hatırlatılmış mıydı bana daha önce?

Bakamıyorum geleceğe. Bakmak istemiyorum. Burda, şimdiki gibi kalayım. Öyleydik işte dünyada ; küçük insanlar videosundaki gibi.

Her insan kendi benliği ile yüzleşmeyi göze alabildiği ve değişmeyi istediği oranda değişebilir. Bu, oldukça yavaş ve ömür boyu süren ama hiç bir zaman tamamlanamayan bir süreçtir.Ve insan, evrim denilen süreci, takılmış olduğu yerden harekete geçerek ,yeniden işletmeye başlar. Nasıl yaşamakta olduğumuzu fark edebilmek onun geçmişe dönük nedenlerini açıklayabilmiş olmaktan daha önemli midir? Zaman o zamandı. Aslen ,yanlış yaşamak için doğru yoktu. Yanlış yanlıştır. Nedeni aramak ne yersiz.!...
Zaman;

01 Ocak 2010

Bengi İz

Bir kahkahayla silkindim
dalıp gittiğim mektuptan;
yaşam hep böyle uyarır bizi,
katıksız neşeye dönüşür
altunî bir sesle
en derin kederler;
mutlu bir düşteymiş gibi
zamanın dibinden gülümser,
artık yanaklarından öpemeyeceğimiz
sevgili yüzler.

Budur odaya süzülen mehtabın,
kurumuş eski çeşmenin
açıklayıp durduğu bilgelik ve giz

Sevinç de olgunlaştırır kalbi
acı ve ayrılık gibi;
süzülüp dibe çökeldikçe anılar
anlarız ki
çürüme ve tohum süreçtirler.

Yine de yetmez zaman
gecenin ve kitapların söylediğini çözmeye,
kaç kent, kaç aşk terk edilmiştir;
sinmiştir ölümler
satırlara bir koku gibi;
hep bir şeyler kalmıştır geride
asla unutmak istemediğimiz

Yüzyıllar içre konuşur farklı Yazılar,
solar, yıpranır meşin ve parşömen
bellekte kalır o bengi iz.

A.Oktay

Yeni Yılın Kutlu Olsun.