Şiir kitapları alıyorum bu aralar. Aşktan değil ama. Uzun hikayelerin anlatamadığı dünyayı şiirin dar koridorlarında bulacağımı düşünüyorum ve hâlâ düşünüyorum daha yaşamayı. Bu dünyadan göçerken insan ırkının sevgisini kalbimde taşıyacak kadar aptal olmadığımı biliyordum ama şimdi, ya ölümüm erken olacak diyorum ya da bu soğuk ve karanlık hissizliğin geliş vakti erken oldu. İnsanın insandan bu kadar erken soğuması neresinden bakarsanız ne adil ne de hayra alamet. Bazen, duruyorum bir kenarda ve fazlasıyla traji-komik bir şey düşünüyorum; eğer daha çok vakit varsa göçüp gitmeme, bu kadar insanla bu dünyada bunca vakit ne yapacağım?
***
Bir adadayım, her yanım derya deniz, beyazdan daha beyaz kumlar, yer gök mavi, sırtımı dayadığım bir ağaç, ayağımı uzattığım yine ağaç. Dört yanım açıklık, istesem her yana gidebilirim, baksam her yer yol ama gidecek ne bir araç ne bir yön var. Denize bakıyordum sanki hala uyandığımda. Bir sonraki rüyamda tanımadığım, hiç görmediğime emin olduğum bir adam; oldukça yetişkin bir yaşta, dalgalı koyu renk sık saçlı, koyu esmer tenli, az göbekli, böyle yapılı bir adam. Siyah polo yakalı bir tişört, koyu yeşil spor bir pantolon giymişti. (Tanıyan varsa bir zahmet iletsin, rüyamda dolanmasın.) Benim hiç görmediğime emin olduğum bir yüzü bilinçdışım nereden buldu çıkardı şaşkınım. Ben bir uçağa binip gitmeye çalışıyorum o sürekli bana bir şeyler anlatarak engel oluyor. Sonra, perdeler perdeler arasından geçiyorum, aşırı lüks bir uçağa biniyorum. Ahşap oymalı kolçaklı sandalyeler, uzun masalar, kırmızı halılar, geniş aynalar, koridorlar, salonlar; öyle böyle lüks değil hani. Oturuyorum bekliyorum, yanım kalabalık, bu sefer yuvarlak yüzlü açık renk tenli biri yanımda, böyle gençten, iyi kalite giyimli, zengin bir havası var, konuşmuyor hiç. Bekliyorum, bekliyorum ay aman yine kalkmıyor ya uçak ben uyanmadan. Uyanınca da bilemedim ne oldu; gittim mi kaldım mı...