30 Kasım 2010

İşitmek...

Amelia Rodrigues "Alfama" ... Lizbon'un Alfama sokaklarında doğmuş bu kadının bu olağanüstü sesini duymak, duyabildiğini algılamak olmalı !.. Amelia Rodrigues " Solidao"... ; Bu şarkıda anlatılan "yalnızlığı" yaşamak olmalı....Böyle bir sesi duyabilmek,  duyularının varlığından haberdar olmak olmalı ; bir derisinin olduğunun, görebildiğinin, yaşadığının ya da gündelik zamanın,  hayatta kalmanın yaşamak ol(a)madığının, evren karşısında insanın ne denli zavallı olduğunun, yaşamanın ne "denli" olduğunun farkına varmak olmalı bu ses ve bunun gibi sesler...Amalia Rodrigues "Abandono"...


Uyandığımızda çığlık çığlığa seslenmek, rüyalarımızda bağırmak isterken bağıramamamızın yerine geçmiyor hiçbir zaman...Kabuslarlardan biliriz seslenmenin ne muhteşem bir "yenilmeme" olduğunu...Seste görmek gibi birleştiği algılarla, kayıtlarla kayıtlanır, birleştiği duygularla yaşatılır, onlarla beraber kayıtlanır. Çocuk sesi genelde güzeldir ama yine de bazıları için istenmeyen anılarla örtüştüğü için kulaklar tıkanır, tüm diğer duyularda olduğu gibi seste de ses duyanın güzelliğidir...Seste diğer her şey gibi gördüğümüz, algıladığımız gibi değildir, "bizim" gibidir...Bizim duyduğumuz gibi;  azdır, çoktur, acıdır, yalındır, kırıktır, belki güzeldir ya da boğuktur...Duyabilmemiz konuşabilmemiz demektir, kendi sesimizi duyabilmemiz nasıl konuşacağımızı bilebilmemiz demektir...Söylenilenleri okusaydık duyduğumuzla aynı serilikte karşımızdakin yüzünde mesela, bizimde konuştuklarımız aynen yüzümüzde okunabilseydi ağzımızın olduğu yerde mesela; duymak neyi daha farklı yapıyor ki ? Sesimizdeki "istek", sesimizdeki "kırıklık", "sönüklük", "cevapsızlık" kelimelerle birleşmesi, kelimenin anlamından çok sese takılıp kalıyoruz..."Evet" dedin ama istemeden dedin ! Daha 
saçma bir tanım olabilir miydi, bilmeseydik gerçekten de öyle bir sesle öyle bir evet  denilebilir ki kesinlikle evet değildir...


Ve sessizlik nasıl bir cezadır, nasıl bir anlatıştır ses bekleyene...Hiç seslenmemek nasıl bir yok saymaktır!...
Doğal ses kaynaklarımız vardır ; insanlar, hayvanlar, şelale, rüzgar.Yapay ses kaynaklarımız vardır ; taşıtlar, müzik, çeşitli aletler. Sesin kaynağından işitilebilmesi titreşim ile olur, ses titreşerek, maddenin taneciklerini birleştirerek dalgalar halinde yayılır ve biz insanlar tarafından da aynı yöntemle duyulmuş olur, titreşimler de kulak mekanizmamızca algılanarak... Boşlukta titreşimden gelen dalgaların hiç bir anlamı yoktur, bildiğimiz kadarı ile ses ancak dalgalar halinde yayılabiliyor.Katıdan,sıvıya ve gaza doğru azalan bir etki ile yayılır...
Gırtlağımızda titreşen ses tellerinin titreşimlerini yayabilmeleri yada başka bir deyişle tireşebilmeleri için havaya ihtiyaçları vardır, o da ciğerlerimizde vardır , yani ciğerlerimizdeki havanın kırıklığıdır sesimizdeki kırıklık...
Bir çok açıdan bir çok şey söylenebilir...Şimdilik bu kadar...

15 Kasım 2010

Hayat ne kadar kısadır ?

Mahsun Kırmızıgül'ün yeni filmini izledim. Bir çok açıdan beğenmedim."Newyork'ta Beş Minare"  zaman zaman sıkıcı olabilen bir aksiyon filmi bence...Hepsinden önce neden ingilizce konuşulan yerlerde türkçe seslendirme vardı, anlayamadım...Türkçe konuşulurken Fırat karakterinin anlamamazlıkla bakması çok eğreti durmuştu bence...Yeşilçam filmleri gibi bir çok boşluğı seyircinin doldurması beklenmişti bana göre...Sadece tek bir  şey için hakkında yazmak istedim;  Daha önce duymadığım, duymadığıma şaştığım  çok net bir tanım duydum filmde, bunun için tebrik etmek isterim Kırmızıgül'ü ; 
Hacı Gümüş Marcus'u yolcu ederken havaalanında diyor ki : "Ezanla geldin ezanla gidiyorsun Marcus". Marcus cevap veriyor : 

"İnsan doğduğunda kulağına ezan okunur. Öldüğünde ise namaz kılınır. Doğduğunda namazı kılınmaz öldüğünde ise ezanı okunmaz. Çünkü insanın doğduğunda kulağına okunan ezan öldüğünde kılınacak namazı içindir, işte hayat bu kadar kısadır dostum."

14 Kasım 2010

Görmek....

göz bebeği."uludağsözlük-galeri"
Koku ile başlamıştık duyulara ama "Koku" tam da anlatılamadı istediğim gibi aslında. "Ses" var biraz yazılan ama bekliyor daha tam değil... Duyulardan görmek; en zor yazılacak olanı...
Çok şey var bir çırpıda söylenebilen; "Bakmak görmek değildir", "Satır aralarını görmelisin", "Bakış açına göre değişir","Senin gördüğün gibi değil oradan herşey","Gözünle değil yüreğinle bakmalısın", "O senin güzel görüşün".. .gibi yüzlerce görmek ya da bakmak...
Tüm duyular dönüp dolaşıp aynı noktaya dayanıyor; Algı. Bilinç. En çok da görmek böyle. Bütün algılarımız beş duyularımız ile çalışıyor, kayıtlanıyor ve bence bu yüzden biri olmayınca diğeri onun yerine geçmeye, çoğalmaya, tamamlamaya başlıyor kayıtlamaları yapabilmek için... Her bir algımız ise beynimizde bir bağ yaratıyor. Okuduğum bir çok psikoloji kitaplarından hatırladığım; beynimiz her şeyi kayıtlar ve gruplara ayırır, yüz milyar nöron beynimizde bu kayıtlamalar için sürekli çalışır, gruplara ayırır, biliçdışına iter, gerektiğinde çağırır... Bu yüzden bir şeye, birine, bir duruma, bir yere ait algılarımız (bizim ön-yargı dediğimiz) çok kolay kolay değişmez... Üzerine yeni bilgiler yazılması, işlenmesi, eskilerinin silinmesi yer değiştirmesi gerekir çünkü... Hele hele bir kişiye ait algılarımızı ilk dört saniye de ediniriz ve sonraları ilk önce hep o algı üzerinden düşünürüz...

Zihnimiz sembollerle düşünüyor, demek ki görmek ve onu beynimize atmamız aynı zamanda düşünmek ! Dinlediklerimizi, dokunduklarımızı, gördüklerimizi sembollere çeviriyoruz ve beynimize yazıyoruz... Ve en kötüsü ya da en güzeli, zihnimiz gerçek ile sanalı ayırt etmiyor... Her gördüğümüzü, her hissederek, duyarak, tadarak, koklayarak görüntüye çevirdiklerimizi, rüyalarımızı, kabuslarımızı, hayal ettiklerimizi, baktıklarımızı zihnimiz "tek"algı ile kayıtlıyor... Hepsi aynı,  gerçek yada değil, onlar sadece "kayıt"... Gerektiğinde kullanılacak, biliçdışında saklanılacak olan... Olumsuzu ayırmıyor, ayırt etmiyor, insan için iyi yada kötü olup olmadığını düşünmüyor sadece kayıtlıyor... Ne görürsek onu algılarla kayıtlara dönüştürüyor. Bu neden bu kadar önemli; duyularımızla oluşan bu algılarla karar verir, mantığımızla doğrularız. Sonuç; mantıklı karar olur! Bu yüzden bazı kararları çoktan almışızdır, alırız ama mantıklı doğrulamalara yaratamadığımız için döner dururuz etrafında sonuçta olacak olan olur, gerekçe bulunduğunda karar uygulanır... İşte önümüzdeki gerçeği yada yalanı "göremememizin" nedeni onu görmediğimiz değil, beynimize kayıtladığımız o algının henüz adını koyamadığımızdan, mantıklı gerekçe bulamadığımızdandır...

" Gözümüzün görevi bir cisimden yansıyan ışık demetlerini tek bir noktada odaklamak ve bunların gözün arka iç yüzeyinde bulunan sinir hücrelerini uyarmasını sağlamaktır. Uyarılan sinir hücrelerinde oluşan elektriksel akım görme siniri yoluyla beyne ulaştırılır. Örneğin, gözünüz şu anda bakmakta olduğunuz monitörün görüntüsünü gözünüzün arka kısmında, yaklaşık 0,5 mm çapındaki bir alanda odaklamaktadır. Bu milimetrik alanda, aralıksız dizilmiş, mikroskopla dahi görülemeyecek kadar küçük, ışığa karşı çok hassas, on binlerce sinir hücresi bulunur. Bu sinir hücrelerine fotoreseptör denir. Kornea, gözün en ön kısmında yer alan, yuvarlak, şeffaf, yaklaşık 0,5 mm kalınlığındaki dışbükey tabakadır. Korneanın arkasında, görevi gözün içine girecek ışık miktarını ayarlamak olan, iris bulunur. Bu, aynı zamanda gözlere rengini veren dokudur. İrisin arkasında yaklaşık 5 mm kalınlığındaki lens (göz merceği) bulunur. Kornea ve lensten geçen ışınlar gözün arka kısmında, görme sinirlerinin bulunduğu retina tabakası üzerinde odaklanırlar. Işık demetleri foton olarak adlandırılan parçacıklardan oluşur. Bu parçacıklar boşlukta denizdeki dalgalar gibi salınım hareketi yaparak ilerlerler.  Fotonlar retinada bulunan ışık algılayıcı hücrelere çarptıklarında bu hücrelerde birtakım kimyasal reaksiyonları başlatır ve bu reaksiyonlar sonucunda elektriksel sinir iletisi oluşur. Bu ileti elektrik kablolarından geçen akım gibi, görme siniri (optik sinir) yoluyla beyne iletilir. Şüphesiz bu reaksiyonun ürettiği elektriksel akım evimizde kullandığımız elektrik akımından yüz binlerce kat daha zayıftır. Her iki gözden de birer görme siniri (optik sinir) çıkar. İki gözde oluşan sinir iletileri, sağ ve sol optik sinirlerin içinden beyindeki görme korteksine kadar ulaşan bir yol izlerler. Görme korteksi beynimizin en arka bölgesindedir. Buraya ulaşıncaya dek, fotoreseptör hücrelerinde oluşan sinyaller uzun ve karmaşık bir yol izlerler. Bu yol boyunca sinir lifleri arasında çeşitli çaprazlaşmalar, bölünmeler ve gruplanmalar oluşur. Son nokta olan görme korteksinde, cisme farklı açılardan bakan sağ ve sol gözlerden gelen farklı sinir iletileri birleştirilir, yorumlanır ve bakılan cismin üç boyutlu, yani derinlikli görüntüsü oluşturulur. " (www.gozDr.com)  

Dolayısıyla, görme gözde değil beyinde gerçekleşir. Gözümüzle değil beynimizle görürüz... Göz sadece görüntüleri taşıyan araçtır. Beynimizle görürken ise hep geriye bakarız, algılarımıza, kayıtlarımıza, gruplamalara bakarız... İlk defa gördüğümüz nesneler için mecburen "gibi" ön tanımlamasını kullanırız  çünkü başka türlü kayıtlayamayız. Bu yüzden bazıları için gece "karanlıktır" bazıları için "siyah". Bazıları için yağmur "ıslaktır" bazıları için "sudur"... Bu yüzden yüreğimizle veya aklımızla değil  "anılarımızla" görürüz...

03 Kasım 2010

Filmlerden alıntılar...

"Sadece tek bir cümle.Ondan sonrasını ben tamamlarım."


"Uygun başlangıca uygun kelimeler bulmak.Yazarlık budur."
"Benzetmelerin güzelliği, okuyucuda duyguları genişletir."
(Throw Momma From The Train)
"Önemli olan nasıl bir hayat yaşayacağım değil.O hayatın benim olması."
 (The Firm)
"Elini tuttum sıcacıktı, yüreği elindeymiş gibi." 
(Selvi Boylum Al Yazmalım)
"Geçmiş, bazen hatırlamak istediğin gibidir." (Mustafa Hakkında Herşey)
"İnsan yaşamının mantık ile yönetildiğini kabul edersek, hayatın olasılığı kaybolur."
 (Into The Wild)
"Hayaletlere inanmam, ama onlar bana inanıyorlar."(Gothika)
"Yorum yapmak sadece olayları dışarıdan izleyenlerin lüksüdür."
(A Beautiful Mind)


"Kurduğumuz tüm hayallere rağmen, değişmeyen dünyanın şerefine" (Ulyssse ' Gaze)
http://fizy.com/#s/10dhml  (Eleni Karaindrou -Ulysses'Gaze film müziği.)