20 Nisan 2017

Yine de Gelen Adalet

Bu topraklar üzerinde yapılan pek çok kötülük beni üzmüştür. Fakat sanırım en çok Cumartesi Anneleri'nin dramı yüreğimi acıtmıştır ve acıtmaktadır. Bir anne değilim fakat bir annem var. Anneme baktığımda bizim yokluğumuzun onun için ne demek olabileceğini anlayabiliyorum. Bir annenin öldürülmüş oğluna kavuştuktan sonra, "iyi ki buldular, ya bulunmasaydı!", dediğine şahit oldum. Sanki; ölümünden kimin sorumlu olduğunu bilmemek yaşamasa da nerede olduğunu bilmemekten daha kötü değildi. Öyle bir sevinçle söylenmişti... Cumartesi Anneleri'nin dramı işte bu yüzden en acısıdır benim için. Ne yokluk olup olmadığına karar verebildiğiniz ne de kimin sebep olduğunu bildiğiniz bir boşlukla haftalar, aylar ve yıllarca bekliyorsunuz donmuş bir zamanda... Geç gelen adalet, adalet değildir diyorlar. Belki, bazen, bilmiyorum. Fakat o anneler için yaşamın zamanının adaletle ilintili olduğuna eminim... 

İnsanoğlunun adalet tanımı yıllar yılı değişmiş. Adalet bir ilke bir kural mıdır, yoksa bir değer midir, bu da tartışmalı kimi yerde. Toplumsal adalet aynı çağda farklı toplumlarca farklı tanımlanmış. Eski Mısırlılar sosyal adaletin krala ve onun maiyetine dair bir değer olduğunu kabul etmişler. Sosyal adaletin sağlanması kralların göreviydi ve eğer iyi yaparlarsa ölüm levhalarına işleniyordu. Platon, adaletin bir erdem olduğunu öne sürmüştür. Ve eğer bu erdem yoksa diğer erdemlerin bir önemi yoktu. Konfüçyüs'e göre ise adalet önce toplumun yöneticilerinden başlayarak dağılması gereken bir ilke ve değerdir. Örneğin fakirlik yoktur, var olanın eşit dağıtılmaması vardır. Modern toplum adalet anlayışının kuramcılarından kabul edilen Thomas Hobbes'a göre, insanın kendi kendine sınırlı bir özgürlük alanına geçtiği noktaya ahlâk, çıkarına uygun düşen bu durumu sağlamak için sınırsız haklarından vazgeçme durumuna sözleşme, ve bu sözleşmenin gereğinin yerine getirilmesi de adalettir. Bu adaletin dağılımında bireyler topluma ve birbirine, ve toplum bireylere karşı borçludur. 

Aynur'un oğlu o günlerde sekiz dokuz yaşlarında olmalıydı. Adil bir dünyada yaşadığına dair bir inancı gelişti mi bilinmez. Bugün, genç bir adam olarak karşılaştığı adalet onun içini soğutacak mıdır o da bilinmez. Yaşadığı toplumdaki diğer bireylerin ona karşı bir ilkesizlik ve ahlaksızlık içinde bulunduğunun farkında mıydı, onu hiç bilmiyoruz. Ben, arkadaşımın ölümüne sebep olan insanın on dört yıl sonra olsa bile artık biliniyor ve bulunmuş olmasından bir an olsun mutlu oldum. Aynur'un bir an bana baktığını ve gülümsediğini gördüğümü sandım. 

13 Nisan 2017

Evine Giden Yollar

Bazen ev yoktur yolun ucunda artık...

foto: Nuri Akman, 2016, Diyarbakır (gazeteden)

 Bazen renktir, kokudur, dilde bir ekşiliktir... 

Ankara, 2017

Eve giden, evine giden, oraya bir yol bulur mutlaka, ağzında bir tat, gönlünde bir seda...

Ankara, 2014, 2016

Tende bir candır evin yolu, sizi bekleyen... 

Ankara, 2014, 2015, Kalkan 2017

Geçmiştir bazen evin yolu, bir daha gidilmeyecek. 

Ramadan köyü, 2008

Ne kadar uzak olursa olun eviniz, yürümenize güç verenlerdir yolunuzu yakın eden... Dostlar vardır bazen, size, evinize giden yollarınızı öğretir...

Ben ve Mehtap, İstanbul, Maslak, 1992
                                                                          

10 Nisan 2017

İki Kadın Bir Hayat: "Tereddüt"

Film: Tereddüt
Yeşim Ustaoğlu, Prof. Dr. Bahar Gökler
Bahar hocanın deyişiyle; 
İki kadının karşılaşması. Kadınlaştırılmış bir çocuk ve nesneleştirilmiş bir kadın.

Elmas; kendini oluşturma aşamasında bir ergen. Bu dönemdeki ergenler cinselliğe yönelik eğilim gösterebilirler ancak bunlar tanımaya yönelik, meraktan başka şeyler değillerdir. Elmas'ın bu nedenle kocasıyla yaşadıkları onun için travmatik, seks ya da cinselliğin tamamen dışında cinsel şiddet kapsamındadır. Elmas akranlarını uzaktan izlemektedir. Kendisi ev işlerini yaparken oyun itkisiyle zamansız erişkinliğini gizli gizli yaşamaktadır. Elmasın çocuk kimliğini kocasının ağzından da duyarız filmde. Kocası, "Bilmez o, Elmas'ı neden çarşıya gönderiyorsun", derken annesine çocuk olduğunu kabul eder ama karısı olarak koynuna almaktan geri durmaz. Elmas çaresiz, yalnız ve korkmaktadır. Kocası ölünce psikolog Şehnaz ile karşılaşır. Şehnaz monodrama yöntemi kullanarak Elmas'a yaşadıklarını anlattırmaya çalışır. Rüyasında Elmas'ın gözü çıkmıştır. Gözünü elinde taşır çünkü ailesinin nezdinde gözden çıkmıştır. Aynı şekilde kocasının evinde de gözden çıkmıştır. Kayınvalidesinin iğnelerini ve bakımını yapan, yemekleri yapıp evi temizleyen biridir. Gözü elinde tutması aynı zamanda gözlerinin açılması, kendinin farkına varmaya başladığı zamanı anlatır.
Şehnaz, Elmas'a nazaran daha iyi bir konumda gösterilen bir karakter. Eğitimli genç bir kadın. Psikiyatrist. Ekonomik bağımsızlığı var.  Ancak Şehnaz'ın kocası modern bir ataerkildir. Karısını sık sık izlediği porno filmlerdeki kadınlarla yaşadığı ilişki gibi yaşamaya çalışır. Karısı onun için bir nesnedir. Ne yaşadığını, günlerini nasıl geçirdiğini, neler düşündüğünü bilmez. Şehnaz bu arada doktor Umut'da anlamak, anlaşılmak, paylaşma ve seksi bulur. Oysa kocası ile ilişkisinde bir nesne gibidir. Kadına cinsel bir nesne gibi davranmak kadına yönelik önemli bir cinsel tacizdir. Kocası için Şehnaz canlı bir porno ögesi gibidir. 
Kendi gerçeklikleriyle karşılaşan bu iki kadın özgürleşme yolunda birbirilerine yardımcı olmuşlardır. 
Şehnaz ve Elmas
 Yönetmen Yeşim Ustaoğlu'nun deyişiyle; 
Uzun zamandır kadının sosyal hayat içindeki durumu üzerine filmler yapmaya çalışıyorum. Diğer sorunları da göz ardı etmemeye çalışarak tabii. Gerçek hayat hikayelerinden çok beslendim. Her zaman danışmaktan büyük keyif aldığım Sayın Bahar hocanın vakaları da dahil. Bize öğretilen çok şey var. Bunlarla kadın oluyoruz. Elmas'ı yazarken Şehnaz'ı yazmaya karar verdim. İlk başta Şehnaz yoktu. Öncesinde, köydeki ailesinden başlayarak Elmas üzerinden bir erken evlilik, kadınlaştırılan bir çocuk hikayesi düşünmüştüm. Aslında erkekler de buna benzer durumlar içinde kendini buluyorlar, sadece kadınlar yaşamıyor bu görünmezliği, farketmeden yavaş yavaş süregiden sessiz kayboluşumuzu. Burada Şehnaz'ın hayatını anlamak daha zor. Elmasları gördüğümüzde hemen farkedebiliyoruz, tepki verebiliyoruz. Oysa Şehnazlar kendi tercihlerimizle seçtiğimiz hayatların içinden çıkamama hali, çok daha zor. Kendimizi kandırma, kendimizi çekip çıkaramamış olmak. Bunların üzerine bir de karşımızdakinin sevdiğimiz bir adam olması, bağlanma, kendimizi anlayamama, kandırma v.s. Hepsi daha da körleştiriyor bizi. Elmas'ın kocası kötü bir adam değil mesela. Kayınvalidesi de değil. Elmas'a kötü davranmıyorlar, eziyet etmiyorlar. 
İyilik ya da kötülük değil aslında burada yaşanan şiddet. Ve asıl kötü olan belki toplum tarafından kabul edilebilir şiddetin insanda yarattığı yıpranma, dolma, azar azar olayların bizi iteliyor, güvensizleştiriyor olması. Sevgisizlik yavaş yavaş öldürüyor. 

Karadenizin dalgalarında kaybolan görüntülerle açılıyor film. Gri, zaman zaman siyaha ve beyaza dönen görüntüler. Karadenizin ayrı bir deniz güzelliği olduğunu hatırlattı bana. Artık, otoyolun gürültüsünden ve varlığından eski ihtişamı farkedilmese de bazı kıyılardaki kuytulardan hala haşmeti ve hırçınlığının güzelliğinin görülebileceğini hatırlattı. İyi bir film izleyeceğim ve hemen ardından yönetmeninden dinleyeceğim detayların heyacanıyla ekrana kilitlendim. 

Şehnaz, evinin çöp poşetini eline alıp çalıştığı hastaneye kadar gelir. Buradan dalgın olduğunu anlarız, hastaneye kadar çöp poşetiyle gelmesinden yalnız yaşadığını düşünürüz. İş arkadaşı olduğu anlaşılan Umut, elindeki çöp poşetini ikiletmeden gözlerinden anlayarak elinde alır gider atar. Şehnaz evlidir. Durgun, heyacansız ama güzel yüzüyle orta yaşların hemen başında görünmektedir. Bu hastanede psikiyatrist olarak çalışmaktadır. Kocasını sevmektedir. Kocası, genellikle şehir dışında, geldiğinde daha çok kendiyle ilgili görünen, gecelerini de porno izleyerek geçirmeyi tercih eden bir adamdır. Şehrin denize yakın bir yerinde bir apartman dairesinde Elmas'ı görürüz. Fersiz gözleriyle yaşından çok önce büyüdüğü anlaşılan zayıf, genç bir kadındır. Sağlık bakımını yaptığı bir başka kadından ve evin içinde dönüp durup yaptığı işlerden o evde yaşadığı, hasta kadının kocasının annesi olduğu anlaşılır. Kocası karısının yalnız başına dışarı çıkmaması gerektiğini, henüz çocuk olduğunu söyleyen, hediye kıyafet alan, akşam yemeklerinde tabakları taşımasına yardım eden işinde gücünde bir adam görünümündedir. Geceleri ondan korkmaması için teskin eder ama karısı olarak cinselliğini de ister. 

Filmi, yönetmeni ve çocuk psikiyatrisi alanında uzun zamandır çalışmış, Hacettepe Hastanesi Çocuk Psikiyatrisi bölüm başkanlığından emekli, en son Amerika'dan çocuk alanında çalışan dünyadaki Bilim İnsanı ödülünü almış, hemen her fırsatta dinlemekten çok keyif aldığım psikiyatrist Bahar Gökler hoca'nın soru-cevap sohbetleri olmadan izleseydim bu kadar anlaşılır olmayacağına eminim. Fazlasıyla satır arası kullanan bir yönetmen Yeşim Ustaoğlu. Ne anlatmak istiyorsa, kendisi için o anlamı ifade eden davranış ve kalıpları kurguluyor ve onu bize gösteriyor. Hiç bir boş hareket, hiç bir boşa sahne yoktu. Konusuyla içli dışlı, anlatmak istediği derdiyle çok dertli ama bize anlatırken gerekli akışkanlık, hikayenin görünürlüğü sönük kalıyor gibiydi. Konu iyi, zaman ve mekan yeterli, oyuncular iyi, hikaye iyi kurgulanmış ama birleştirmelerinde teknik bir yetersizlik hissi bırakabilir film. "Sevgisizlik yavaş yavaş öldürüyor", ifadesine fazlasıyla katılıyorum. Eğer sadece hepimizin bildiği erken evlilikler üzerine, Elmas'a dair bir film yapsaydı, hepimiz Elmas'a çok üzülecek, olup giden erken yaşta evlilikleri düşünüp "iyi film yapmış hatun" diyerek çıkacaktık sinemadan. Bir müddet gazetelerde okuduklarımızdan, etrafda duyduklarımızdan, bunun gelecek nesilleri ne kadar etkileyebileceğinden, yaşadığımız toplumda ama bizim içinde olmadığımız bir sorunu konuşuyor olmanın hafifliğiyle ayrılacaktık dostlarımızdan. Şehnaz'ı anlatarak bizi bir durduruyor Yeşim Hanım. Yaşamlarında ilk bakışta kötü bir yan görünmeyen, hali vakti işi gücü, kocası, sevgilisi yerinde biz kadınlara bir çelme takıyor. Kafamızı yerden kaldırıp baktığımızda kanayan dizimizi, taş batan avucumuzu; kabullendiğimiz yaşamlarımızı görüyoruz. Şehnaz'ın kocasının ona uyguladığı sessiz şiddet, kabul ettiğimiz normal evlilik halleri. Her gün vücudumuzun bir yerine farkettirmeden çizik atan; sessiz yemeklerimiz, kahkasız gülüşlerimiz, katıksız çaylarımız, soğuk battaniyelerimiz... İnsanın yokluğu böyle böyle oluşmuyor mu? 

Elmas ile Şehnaz'ın yaşadığı şiddetin karşılaştırılması abes gelebilir. Acılarımıza göre sıralansaydık hayat karşısında belki öyledir. Belki bir öncelik sıramız olacaksa adalet karşısında Elmas'ı öne oturtmalıyız. Fakat filmin sonunda Elmas da Şehnaz da aynı şehirde farklı yollara gidiyor, yaşadıkları şiddetten geriye kalanlarla. Dahası, daha önemlisi, kimi araştırmacılar kabul edilebilir şiddetin zamanla görünür olanlarını yarattığını, sessiz kalınan ve toplumca normalleşmiş insan kötülüğüyle baş edilmesinin daha güç olduğunu söylemektedirler.

Kabul edilebilir yanlışlar kaç doğruyu götürüyor hayatlarımızdan...

Not: Ankara için bu tür etkinliklerden haberdar olmak isterseniz şu adresi takibiniz tavsiye olunur.

07 Nisan 2017

Türkçe Falan Gibi Şeyler


























Konuyu hiç orada burada araştırmadan doğrudan size sorayım dedim. Türkçede benim farkında olmadığım bir kural değişikliği mi oldu? Kısaltmalardan sonra gelen iyelik ekinin kullanımı (.) ile mi ayrılır oldu? Yukarıdaki tez 2010 yılında yazılmış ve daha sonra kitap olarak basılmış. Mesela "Türkiye'de", derken yukarıdan kesme kullanmış ama kısaltmada kullanmamış, demek bir bildiği vardı diye düşündüm ama?... Dahası, kısaltmaya bir şekilde ek getirdik tamam, nokta ya da yukarıdan kesme ile, diğer bir bildiğim, gelen ek kısaltamanın ses uyumuna uymalı, değil miydi? Birinci fotoğrafın ilk cümlesinde uyulmuş ama ikinci paragrafta uyulmamış, kısaltılmamış, sivil toplum kurumunu, denmeye çalışılmış. Bu bitmiş bir kitap. Benim araştırmam devam ediyor daha halen henüz...

Biliyorum, hiç önemli detaylar değil. Ölülerin üzerinden yürüyerek geçiliyor son günlerde ülkede. Hatta henüz ölmemiş, ölmek üzere olanların. Adalet, çok kez haksız, çok kez zalim olmuştur bu topraklarda fakat ne gördüklerimde ne de bildiklerimde bu kadar gözlerimizin önünde oldu her şey. 

04 Nisan 2017

Günlerden Bir Gün

Bugüne dair doğrudan bir şey yazmak istemiyordum fakat yandaki resmi görünce söz söylemeden bırakamadım. Bir dostum telefon uygulamasına ilgili tarihe bu ilgili notu almış önceden ve bugün farketmiş. Ne harika! bir hediye bir insanın aklında böyle kalmak... Benden geriye kalacaklar arasında isteyebileceğim güzel dileklerden biri, ve duymak çok güzel.
Sen de sağol varol arkadaşım, iyi ki biz varolmuşuz.

Bu yıldan dileğim; geçmişle ilgili savaşımı bitirebileceğime inanmasam da, en aza indirebilmek. Gelecekle ilgili kurgusal kafamı sakinleştirebilmek ve bugüne daha fazla odaklanabilmek, zaman denen tuhaflıkla dengeli bir birliktelik kurabilmek, mümkün olduğunca.

Yaşamın kendinden olağanüstülülüğünü her zaman aklımda tutmaya çalıştım ve buna inandım. Bu dünyaya geldiğime her zaman şükrettim. Böylesine güzel ağaçları, çimenleri, nehirleri, sarı papatyaları, mis kokulu nergisleri, bakmaya doyamadığım engin dağları ve bilinmez yıldızları gördüğüme çok mutluyum. İnsanın diğerlerine yaptıklarına bir o kadar kızgın olmama rağmen. Bundan yirmi yıl önce 'insanı' düşündüğümde sevdiğimi hissettiğimi çok iyi hatırlıyorum. Bugün, hayatın beni tam tersine getirdiğini anladım. 'İnsanı' sevmiyorum artık. Ve bunu görebildiğime de -maalesef- mutluyum. Tarih boyunca bencilliğimizin, hırsımızın, hep daha fazlasına olan tamahımızın, kendimizi bir şey sanan kibrimizin üstün gelmesine katlanmak zor. Bu asla değişmeyecek, 'insan', bununla geldi bununla yok olacak. Etrafımda tutabildiğim, etraflarında olabildiğim iyilerin varlığıyla dünyayı sevmeye devam edebilmek, hayatın katlanılmaz olacağı an gelmeden gidebilmekten başkaca dileğim yok sanırım.