23 Ağustos 2021

Her Şeyi Anlamak Zorunda Değiliz

Ulus Baker'in dediği gibi, her şeyi anlamak zorunda değiliz. Zorunda mıyız sizce? Nohut soğuk suyla mı ıslatılır sıcak suyla mı? Biri bana nedenini söyleyerek cevabını verebilir mi? Bütün ansiklopedileri tavan arasına kaldırtan 'google' hazretleri her ikisini de söylüyor çünkü. Hangisine inanacağıma tamamen o anki üşengeçliğimle karar verdiğim bu soruya bir yanıt ve bu dünya da artık neye inanacağımızı ve nasıl anlayacağımızı bilen varsa söylesin... 

Görüyorsunuz baştan sizi yanılgıya düşürüyorum. İnanmak ve anlamak bambaşka şeylerdir çünkü. İnanmak sorgusuzdur. İnsan bir yaratana ya inanır ya da inanmaz örneğin. Bunu akılla sorgulamak "inanç" meselesine ters düşer. Neden inandığımızı sorgulayabiliriz, inandığımız şeyin inanmaya değer olduğuna ikna kapları bulmaya çalışabiliriz ve inancımızı onun içine koyarız. Artık bizim için bizim inanılası bir şeydir o. Fakat yine de dünyanın geri kalanı için inanılmaması gereken bir şey olabilir. Önemli değildir. Çünkü inancımız kendi varlığımızın geldiği zihinsel dünyanın bir sonucudur. Bize aittir. Oysa akıl soru sorar, cevaplar nesneldir ve bildiklerinizin dışında olabilir. Aramak sonra bulmak, dünyada keşfedilmiş bilgiyle karşılaştırmak gerekebilir. Bulunur belki de bulunmaz ama bu şekilde her daim sorgulanmaya ve değişmeye açıktır. Oysa inanmak kolay değişmez. İnanç bizim kaplarımız değişirse, biz değişirsek değişir ancak. Anlamam mı inanmam mı gerekiyor bilmiyorum ama siz yine de söyleyin, hangi suyla? 

20 Ağustos 2021

Bir Sabah

Bu aralar sabah bir bakmışım aradan on yıl geçmiş olacak gibi geliyor. Çünkü geçmiş on yılın yılları sanki bir gece uyumuşum da sabaha geçmiş. Beynim hiç bu kadar karmaşık ve dolu tam da bu yüzden hareketlerim hiç bu kadar yavaş olmamıştı. Hayata hiç bu kadar karamsar ve umutsuz baktığımı hatırlamıyorum. Bütün enerjimi, inanmışlığımı, inanacaklarımı, beklentilerimi harcamışım, dağıtmışım sanki… 

Bir film izlerdim ve hayallere dalardım. Artık film izleyemiyorum, anlamsız geliyor. Ve bu çok zoruma gidiyor. En sevdiği oyuncağı tavan arasına kaldırılmış, büyüdüğünün farkında olmadan büyümüş çocuk gibi hissediyorum. Şu “tavan arası” sözünün anlamsızlığını da yazınca fark ettim. Bizim kültürde evlerinin tavan arası olmaz ki, öyle, müstakil evlerde oturulan bir sınıftan değilim ben en azından. Tavan arası lafı bile hayal kurduğum filmlerden alınma, anlamsız yersiz bir görüntüymüş zihnimde meğer. Öyle bir görüntüyü zihninde taşıyınca insan sanıyor ki bir gün bir evi olacak, orada yaşlanacak, kendinin ve ailesinin hatıralarını tavan arasında depolayacak, sonra arada bakıp gülecek, ağlayacak onlarla. Yanlış imgeleri beynimde taşıyıp yanlış cümleler kurmuşum sanki…