24 Aralık 2011

Yazmaya Değer Şeyler


Bu, nasıl yazmalı mevzusunu artık kapatmalıyım değil mi? Artık kimlerin nasıl yazdığına üzülmeyi bırakıp kendi yazabildiklerimi okumaya başlamayalım. Belki çırılçıplak oturmuyorumdur sandalyeye.  Belki okuduklarımın çok çıplak oturduğunu düşündüğümden bana iyi geliyordur. Belki onlar da oturmuyordur ama ben bilmiyorumdur.
Ne yazmalı konusunu da kapatacağım tamam. Ne yazarsam yazayım benimdir diyeceğim. Bulacağım kendimin hikayelerini. Tamam, günlük gibi yazmayacağım, bazen gündelik gibi olabilir ama, ya sizin gününüz nasıl geçti demeyeceğim.Yazı konusunda daha çok diyeceklerim çıkabilecektir ama, sözü hep sonunda kendimin yazı yaz-a-mamasına getirmeyeceğim. 
Görün bakın günün birinde kurallar yıkılmak içindir diyeceğim ve  bunların hepsini çiğneyeceğim. 
Bir kaç şiirle kapatalım konuyu :

Mezar

"İhtiyarlıyoruz!" demez miydim sana?
"Yüz göz buruşur, sevişenler ayrılır!"
Demez miydim? Al işte geldi o günler!
İşte ağardı saçlarımız, kocadık.
Nerde ağzının o eski güzelliği!
Hani türlü diller döken aşıkların?
Bir mezar gibisin sen artık, bakmadan
Geçip gidiyoruz kibirlim, önünden.
Rufinus (i.ö.50-50)

Düşünüyorum ya şimdi neresini sevmiştim ben bu şiirin diye, bir gece yarısı uykumdan önce okuduğumda çarpı koymuşum. Bu iyi demek.Sonra tekrar okunabilir demek. Kitap karıştırıldığında göze batsın, "haaa bunu sevmişim, bu iyiymiş" fikrini unutmayayım demek. Çarpı değil aslında yalan söyledim, yalan sayılmaz da üşendim anlatmaya, böyle sonsuzluk işaretinin yarısı gibi, kurdele gibi bir şey yaparım ekseriya. Çarpı "ret" anlamına gelir bende, ondan yapmıyorum beğendiklerime çarpı.


Adaletsiz Eros'a

İkimizi de aşka düşür.
Sana tanrısın derim Eros!
Sen tut beni yak, onu gözet;
İşte bu tanrılığa sığmaz.
Rufinus (i.ö.50-50)


Bu Rufinus 'u pek sevdim ben. Bilmiyorum neden, kanım ısındı kendisine. Benim aklım bir türlü ermiyor, bi- şöyle gönülden kabul edemiyorum insan-oğlunun var olduğundan itibaren hiç değişmediğini. Öğrenmediğini neslinden hiç bir şey, aynı duyguları hep taşıdığını; hem, bencil, pervasız, fena, zalim, acımasız, kalpsiz, kötü kalpli, hem saf, inanan, iyi kalpli, duyarlı, iyi, iyilik peşinde olduğunu unutuyorum ben hep. Böyle i.ö 50'de aşktan bahsedilmesi sanki aşk benle var olmuş gibi tuhafıma gidiyor bir an. Biliyorum saçma ama gidiyor işte...


İnsan Sevmeyen Timon'a kötü gelen öteki dünya


- Söyle Timon, bura mı, yok sa ora mı kötü?
- Bura kötü! Daha çoksunuz burada çünkü.
Kallimakos (i.ö.3.yy)  


Hele şuna bir bakın, daha İsa'dan bile önce insan insanın kötülüğünü tartışır olmuş. İnsanın dünyaya ve kendine ettiği bıktırmış. Timon 'da biraz insanoğlu üzerine düşünmüş, öyle lafı ortaya hemen atan bir adam da değil ki sözüne kulak verilmesin,  Eflatun'un Akademisinde eğitim görmüş, Akademiyi bir zaman oldukça etkilemiş bir filozof nihayetinde. Demek insanoğlu her zaman kötüymüş...


Göze Girmek İçin

Hep ölmüş ozanları beğenirsin
Översin, Vakerra
Beni beğenirsin diye, doğrusu,
Ölemem, Vakerra.
Martialis (i.s.40-104)


Şiir Kitapları


Kimi iyi, kimi orta, çoğu da kötü
Şiirlerimin. Elden ne gelir, Avitus?
Başka türlü yazılmıyor kitap dediğin.
Martialis (i.s.40-104)


İşte bunları okuyunca emin oldum; bir tek bana zor değil ki bu yazmak. Aslında zor olup olmadığından değil de, güzel değilse bırakmalı gibisinden bu kıvranmalarım.Yoksa, İlhan Berk usta demiş zamanında, daha ne densin; " yazmak cehennemdir."
Madem bu kadar kendimizden bahsettik. Bir sır daha verebiliriz, kolay gelmez böyle anlar ; Esengül...
Bu kadını niye seviyorum bir tülü anlamıyorum ben, ama seviyorum, öylesine. Çok genç yaşta ölmüş, yirmi beş gibi ondan belki. On yedi yaşında en ünlü gazinolarda söylemeye başlamış, İzmir fuarında,  Maksim gazinosunda assolist olmuş. Bence kendi grubunun en iyilerinden. Ama ben sanki daha önceki yaşamımda oymuşum gibi hissediyorum, öyle içleniyorum baktıkça. Ne kadar komik şeyler düşünüyor insan! Sanki hayatı avuçlarından kayıp gitmiş, tutamamış gibi, üzülüyorum O'na. Yumuşak ta bir sesi var aslında, sesi güzel...
Küçükken Adnan Şenses ile çevirdiği bir filmini izlemiştim, zaten tek filmi varmış, O'nuda izlemişim. Düşünüyorum; o filmi izlerken, bu şarkı, bu kadın, o film, bir şey daha olmuş olmalı evde. Ben onu unutup bunları koymuş olmalıyım yerine. Sanki zaten TV açıktı da, biz tesadüf o sesleri duyuyorduk. Ama hiç hatırlamıyorum işte bir şey. Belki de olmamıştır bir şey. Yok yok olmuştur, bazen üst üste beş kez dinleyebiliyorum çünkü bu şarkıyı, kesin olmuştur... Bir de bunca uğruna kavga edilen, gazino sahiplerinin kendi gazinosunda söyletmek için yarıştığı, silah çektiği, kısa ömrüne onca kaset, oncan şarkı sığdıran birinin cenazesi böyle mi olmalıydı. İşte ben böyle takılıyorum bu kadına, bilmiyorum...

Taht Kurmuşsun Kalbime by Esengül on Grooveshark

Evet, bu yazı yazma meselesini de böylelikle kapattık..

17 Aralık 2011

Yazmaya Değer Bir şey

Dedi ki; geceleri arar diye telefon koynumda yatıyorum. Arıyor da tabi. Aramasa, önceden arayıp ta bana bu alışkanlığı kazandırmamış olsa, yine de öyle uyurdum biliyorum.Annem fırlamasın diye sesini kısıyorum. Daha titreme başlamadan uyanıyorum neredeyse. Elim karıncalanıyor gibi, bir bakıyorum telefon. Sık olmasa da arar bazı geceler. Denedim mi bilmiyorum ; O burada değilken yani beş yıldır bir başkasına bakmayı, denememişimdir herhalde, denesem hatırlardım çünkü. Bir başkasına baksam, görsem, O'nun yerine başkasını koymaya kalksam bilirdim, bilirim. Dokuz yıl. Dokuz yıldır seviyorum ben O' nu... Dört yılı burada beş yılı yurt dışındaydı. Buradayken hiç bilmedi beni, benim O'nu bildiğim gibi. Arkadaşımdı, sık sık görüşürdük ama hiç bir zaman kalbimde başka bir yeri olduğunu söyleyemedim. "Neden ?"

Çok korktum, gider diye çok korktum, bu halinden de mahrum kalırım diye çok korktum. "Hangi halinden?" Böyle;  yanımda, arkadaşım halinden, arasam gelir, üzülse gelir, omzumda ağlar, erkekleri anlatır, kızları anlatır, ailesini anlatır, O anlatır ben dinlerim. Gözlerine bakarım hiç rahatsız olmaz, ellerini tutarım öylece bırakır avucuma, hiç tereddüt etmez. Aramıza tedirginlik girsin istemedim. Öyle oldu işte, söylemedim söyleyemedim. Hem aşklar bitmiyor mu eninde sonunda, belki böylesi daha iyiydi.

"Ya diğer yaşayacaklarınız, yaşayamadıklarınız ?" Düşündüm tabi onları da, düşünmez miyim. O' na her baktığımda gözlerimi gözlerine dikerdim. Bazen derdi;  ne kadar dikkatli bakıyorsun. Ben dudaklarını görmemek için öyle yapardım oysa. Uzun çok uzun siyah saçları, küçük, böyle uzak doğulu gözleri vardı, esmer ama beyaz tenliydi, yapısı da öyleydi biraz, ince, minyon..."Sen gibi yani."  Ben gibi sayılır, ama o daha ince. Bir kere kesti saçlarını çok kısa, uzadı ama yine iyi oldu." Sonra ?" Sonra, uzaklık bir şeyleri yetiremez oldu sanırım. Yetmiyordu. Yine sık sık konuşuyorduk, "msn" var, "skype" var, telefon var, e-posta var. Ama olmayınca yetmiyordu işte. Bir gece birden dedim.Konuşuyorduk telefonda. Bir boşluk oldu, benim konu açmam gerekiyordu öyle bir boşluk. Dedim; hep benim olsana ! "Ne !" dedi. Sanki hayatında daha şaşırtıcı bir şey duymamış gibi " Ne!" dedi. Benim işte. Benle ol, başkaları olmasın artık, anlatma. Buraya gel, benimle kal, gitme hiç..."Kapattın hemen telefonu"
Vallahi öyle yaptım, nereden bildin. "Senden bildim, nereden olacak. Bunca yıl susan cevap bekler mi hiç ?"
Sonra hiç bir şey demedi hiç, bende sormadım. Bir kaç yıl da öyle geçti. Sanki hem daha yakın hem daha uzaktı. Kimse olmadı hayatında, bana da bir şey demedi ama. Dün gece aradı en son. "Eeee"

Dedi ki; Haftaya geleceğim ya ben hani, dışarı falan çıkarız, görüşürüz bol bol dedik ya. Evet, hep dedik öyle. Kalabilecek miyim uzun vakit belli değil ama senle başka türlü olmak istiyorum ben. Başka? Başka işte, senin dediğin gibi... " Kapatmadın herhalde telefonu"
Gel, hemen gel.Şimdi gel dedim..."İyi demişsin".
İşte o kadar heyecanlıyım ki , anlatıverdim bunları sana. Sıkmadım değil mi ? On gün kaldı gelmesine..." Yok canım, ben de çok heyacanlandım, gerçek. Her şey gönlünce olacak bak, çok sabır eylemişsin sen, dahası selamettir, vallahi..."  Ve şarkı başlar...

Böyle aynen bir çırpıda anlattı sahi. O'nun kadar heyecanla dinledim bende. Öyle hem dalarak hem en yakınına hem kırk kat yabancıya anlatır gibi anlattı. Sanki kimseye anlatmamış gibi ki,  çok yakını da değilim hani.
Yazmaya değer mi bu örneğin, böyle dedim sonunda kendi kendime?.. Ne çok aşk hikayesi var yazılmış, ne ben ünlüyüm her yazdığım en azından bir gözden geçirilsin ne anlatacağım kişi ünlü, merak edilsin.
Biz yazma aşkına deneyelim, deneyelim görelim öyleyse...

15 Aralık 2011

Yazmaya Değer

Ne zaman yazmayı düşünsem, özellikle de son zamanlarda, böyle diyorum; yazmaya değer bir konu mu ? Güzel cümleler geliyor aklıma, kuruyorum da arkasından başka güzel cümleler, yine yazamıyorum, yazmıyorum. Kitapları, filmleri, anıları, hikayeleri, gündelik olayları, geçmiş olayları, üçüncü sayfa haberlerini, tarihi olayları düşünüyorum ama hiç gelmiyorlar bana yazmaya değer. Yazılanlara bakıyorum, sevmiyor değilim bir salata tarifinin detaylıca anlatılmasını mesela, eski bir kalp ağrısının sayfalarca canlandırılmasını yeniden, gündemden bir haberin eleştirisini, bir pazar günü gezmesinin gülücüklerle bezenerek kağıda, yok yok, ekrana dökülmesini. Seviyorum, keyifle de okuyorum çoğunu. Kendim yazmaya gelince, neden okusun ki insanlar bunu diyorum. Kimi ne ilgilendirir ki benim her hangi bir konuda ne düşündüğüm diyorum ?

Sanırım, bir çokları gibi bana da deselerdi bu "günlük" mantığı tutar mı ? Hayır derdim kesinlikle. Herhangi bir konuda yetkinliği ispatlanmamış daha da doğrusu bilinmeyen birinin o konu hakkında söylediklerine neden itibar edelim ki değil mi? Ama dünya tam da bu yöne gitti. Film yorumlarından, kitap eleştirilerinden, internet ürün satışlarına kadar bir çok alanda ürün detayından ya da film künyesinden önce yorumlar okunur oldu. Ne kültürünü ne de düşünce sistemini hiç bilmediğimiz insanların yorumları kararlarımızda etkili olur oldu. Oluyor da, öyle...Buradan sonrasını bırakıyorum. Herhalde sosyologlar da inceliyordur daha konuyu.

Benim diyeceğim başka. Benim diyeceğim ; edebi bir eserin okunmaya değer olmasının nedeni konunun kendisi değil kesinlikle. Bu tespitimi de yazıya dökeyim ki bir daha tereddüt etmeyeyim dedim. Okunmaya değer olmasını bu noktada yazmaya değer olması ile eşleştiriyor gibiyim ama yazmaya değer olup olmadığı fikrinin - neden okunsun ki- fikrinden çıkmasından. Yoksa , yazmak safi okunmak ile ilgili değil. Çoğunluk öyle ama direkt değil bence. O çok başka bir konu.

Ana konumuza dönecek olursak; neden ben yolda-izde çeşit çeşit bekleme duraklarında Sait Faik'in ada vapuru ile İstanbul'a gelişlerini, meyhanelerde etrafı seyretmelerini, kahve köşelerinde not tutmalarını, mahallenin dedikodusunu yapmasını, öğlenlere kadar uyuyup akşam üstü gezmelerini kendi kendime gülümseyerek okuyorum mesela. Bana ne ! Hem olmuş bitmiş. Hem okuyorum hem de adaya gidip, belki tam da burada oturmuştu diye baktığı denizi görmeye çabalıyorum. Niye? Çünkü ben nerede olursa olsun okurken gülümseyebiliyorum. Çünkü, rutinin, sadeliğin, küçük hikayelerin hayatın ta kendisi olduğunu gözümün içine hiç acıtmadan soktuğu için. Bir de çok kıskanıyorum şahsını; az gelir, az harcama ,etrafa bakan ve de görebilen gözler, günün birazı gezinti birazı laf ebeliği, kalanı yazı yazmak...

Günlerce gözümün önündeydi Anna 'nın tren raylarında başının ne yönde durmuş olabileceği. Ruslara özgü bembeyaz teninden kıpkırmızı kanın ne yöne doğru aktığı. Gelen trene doğru bakarken gözlerindeki umutsuz ve kayıtsız bakış. Niye? Çünkü evli, üstelikte çocuk sahibi bir kadının genç bir subaya olan aşkını Leo Tolstoy sayfalarca anlatabildiği ve aradan geçen onca yıla rağmen hala görmüş gibi gözümün önüne getirebildiği için.

Anlatabilmek, kelimeleri seçebilmek böyle bir şey. Bazen, bazı cümlelere baktığımda, kırk yıl düşünsem ben o kelimeyi oraya koyamam gibi geliyor. Ne yazık yazmaya yeltenen ben için her zaman sorun olmuştur anlatabilmek. Ben ne kadar çok kelime bulursam bulayım yetmez gibi gelir bazen anlatmaya...

İşte, hikayeyi hikaye yapan ne olduğu değil, nasıl anlatıldığı. Hayatı hayat yapan her sabah aynı yerden doğan güneş değil, ona bakınca görebildiğimiz şey, hikayemizi hangi dilde yazarak ilerlediğimiz...

Devamı olacak...Dedim ya ne kadar yazsam eksikmiş gibi geliyor, ondan...