Elveda Rumeli dizisi vardı. Öyle sevmişim ki Makedonya'ya gittiğimde dizinin çekildiği Manastır kentini görmek istemiştim de yorgunluktan kısmet olmamıştı. Son iki saatir arayarak bulduğum bir sahnesi vardır, o zaman ağlamıştım, şimdi hüzünlendim. (Daha önce yazmıştım, yaşlanıyorum olsa gerek.)
7.bölüm 1:08 dakikasından itibaren beş dakika izlerseniz görebilirsiniz. Kocası Fatma'ya
"Beni seviyor musun?", der. Fatma şaşkınlıkla güler,
"Şimdi mi geldi aklına sormak, yirmi beş yıl sonra?" der. Kocası başını çevirir hafif yana ve öne basit bir soru dercesine, yine sorar
"Beni seviyor musun?" Fatma, kadın tavrıyla detaylıca açıklar.
"Ben seni seviyor muyum...Yimi beş senedir gıdak pisliği temizledim, niçin, sen seversin onları, onun için. Söyle ben seni seviyor muyum?" diyerek konuşmasını bitirir. Sevilenin sevdiklerini sevmek, sevilenin sevdiklerini sevmesekde gönüllüce kabul etmek... Ne güzel anlatmış, demiştim izlerken...
Hedonizmin gölgesinde başlıbaşına bir çıkar meselesi olabilir mi sevmek? Nihayetinde mutlu edenin, edeceğine inanılanın peşinden gidiliyor. İnsandan mutsuzluğu pahasına sevmesi beklenemez elbet. Bu, toplumların sağlıklı devamlılığı için doğru da olmaz. Mutluluğu pahasına mutsuzluğa göz yummaması beklenmeli ama... Sevilenin mutluluğu için onun başkasını sevmesi gönüllüce, mutlulukla kabul edilebilir mi sizce? Ve böyle biri değil de kim hak eder sevilmeyi...
Tarihte pek çok tutku hikayesi vardır. Bunlardan, İngiltere kralı VIII.
Henry ve
Anne Boleyn ilişkisi dikkat çekici gelir bana. VIII.
Henry I.
Catherine ile evlidir. Diğer yandan koca kral tek eşli olur mu ayıp bir kere, hem, sıfatı ne olacak olsun onunla olmak isteyen bir sürü genç kız var etrafında, elini çevirse gözü durmaz. Bunlardan biri
Mary Boleyn'dir.
Mary'den bir oğlu olur ama
Mary metres sıfatı taşıdığı için oğlunun meşruiyeti olmaz. Mary'in kız kardeşi Anne ise henüz on beş yaşında çok güzel bir kız olarak sarayda dolaşmaktadır. Kral
Anne'i de ister.
Anne ablası gibi değildir. Evlenmeden olmaz diye tutturur.
Henry Anne ile birlikte olabilmek, aslında sadece yatabilmek uğruna ülkeyi katolik kilisesinden ayırır ve halen İngiltere'nin resmi kilisesi olan Anglikan (yarı protestan yarı katolik) kilisesini kurar. Bir rivayete göre katoliklerin o dönemki kabullerinde iki kızkardeşle birlikte olmak ensest ilişki sayılıyordu. Kral birlikteliğine devam edebilmek için kiliseyi ikna edemeyince kiliseyi bertaraf etmiştir. Diğer ve en çok sözü edilen rivayete göre, kilise
Anne'ne metresliğinin resmi sayılacağına, doğacak çocuklarının meşru olacağına dair garanti verse de, evlenmeden birlikteliğe ikna edilemez. Katolik kilisesinde boşanma kabul görmediğinden kral çareyi kiliseyi bertaraf etmekte, Roma kilisesinden ayrılarak Proteston kilisesini kurmakta görür. Nihayetinde Henry kral boşanır ve
Anne ile evlenir. İşin ilginç yanı bundan sonra başlıyor bana göre.
Anne ve kralın hiç erkek evladı olmaz.
Anne'in erkek doğurmak için çeşitli akrabalarıyla ilişkiye girdiği söylentileri yayılır.
Anne kurulmasına öncülük ettiği kilise tarafından ensest ilişki suçlamasıyla yargılanır ve o sıralarda
Jane Seymour ile oynaşan kral, aşkı uğruna tüm ülkenin kilise bağlılığını değiştirdiği, ülkesindeki protestan-katolik çatışmalarının önünü açtığı karısının idam kararını onar. Nasıl bir sevmekmiş ki!
Anne giyotinle idam edilir. Sonra da gider
Jane Seymour ile evlenir.
Sanırım tarihin
Henry'e ve İngiltere'ye bir cezası olarak, o dönemden sonra İngiltere'de kraliçeler/kadınlar dönemi başlar.
Henry'in
Jane Seymour'dan olan oğlu VI.
Edward dokuz yaşında tahta çıkar ama çocuksuz bir şekilde yine çocuk yaşta ölür. Bu sefer ilk karısı I.
Catherine'den olan kızı I.
Mary tahta çıkar. İngiltere'nin ilk kadın yöneticisidir ancak beş yıl gibi çok kısa süre ve çocuksuz tahtta kalır. Ancak bu kısa süre içinde adını bilmediğimiz binlerce insanın ölüm emrini verir. Koyu katolik olan annesinin kızı olan
Mary, annesinin
Anne uğruna terk edilmesinin intikamı da olarak belki, yüzlerce protestanın canlı canlı yakılmasına kadar giden kanlı bir tarih bırakır arkasında. Asıl kraliçenin vakti gelmiştir.
Henry'in hayatta kalan tek çocuğu olan ve meşruiyeti annesi
Anne Boleyn'in idamından dolayı geç verilen
Elizabeth (I.Elizabeth) İngiltere'de 42 yıl gibi uzun süre tahtta oturan ilk kraliçe olur. Kendisi, belki de anne ve babasının karmaşık ilişkiler tarihini de bitirmek adına hiç evlenmeyerek Tudor hanedanlığını bitirir. Kendisinden sonra yönetim kuzenlerine geçerek başka bir ailenin dönemi başlar.
Toplum sözleşmesi sevgi kavramı ve aile kurumunu birbiriyle özdeş sayarak insanı tek eşliliği yönlendirir. Diğer yandan aynı sözleşme tek eşliliği bir türlü yediremediği insanın hazları için işin içinden çıkamadıkça işine gelen insanlar için işine gelen çözümler üretmeye devam ediyor. Osmanlı haremi ortaya atmış, İslamiyet dört eşliliğe mübah demiş, modern toplum evlenmemeyi ve boşanmayı kolaylaştırmayı, diğer dinler kurallarını yumuşatmayı vesaire... İnsan her ne kadar yüce değerleri üzerinden toplumlar inşa etmeye çalışsa da yedi günahı için açtığı gedikler büyümekte ve toplumları dönüştürmeye devam etmektedir. Gelenek ve görenek dediğimiz pek çok şey de bir kaç neslin hafızası kadar hayatta kalabilmektedir...
Sonuç olarak, aslolan hayattır hayat da Beşiktaş'tır diyerek bir yere bağlanması zor görünen bu konuyu en ilgisiz noktada bırakmak, bu geç vakitte yapılabilecek en iyi şeydir...