27 Şubat 2017

Yağmur Sorusu

Akşam üstü yürüyüşümü yapmak üzere hazırlanıp evden çıktım. Kafamı bir kaldırdım ki yağmur. Hem de öyle çiseleme falan değil. Girdim içeri. Lakin bir kez yağmurun ve toprağın kokusunu almıştım. Şemsiyemi Kübik götürmüştü. Oysa en güzeli yağmurda fazlaca giyinmeden öylece yürümek olacaktı. Kapının arkasında düşünüyordum. Polar ve bere alsam suyu çekecekler, almasam ben suyu çekeceğim. Koku ve serinliği hâlâ burnumdaydı. Öyle böyle derken on dakika da tekrar hazırlanıp, ayakkabı mayakkabı değiştirip marul halinde çıktım dışarı. Elimi uzattım, gözümü açtım tek damla yok. Yağmur dinmiş. Şirinler aşkına ama yani! Şimdi soruyorum; hayat benden bu on dakikayı ne için aldı? Ya da aldı mı, verdi mi?

24 Şubat 2017

*Şu Güzellik Dedikleri Şey

Julio Cortazar'ın Bir Sarı Çiçek öyküsünü dün Hazal'ı beklerken kitapçıda okudum. Çiçeğin anlatıldığı tek bölüm aşağıdaki kısımdır. Yaşamaya dair okunası bir hikaye. Cortazar'ı ararken bulduğum Fuentes'in başka bir hikayesinden bahsetmek istiyorum. Hani daha önce Auro hikayesini övmüştüm. Kötülük, iyilik ve sevmek hakkında düşünmek istiyorsanız, Saf Bir Ruh öyküsünü okuyun. Bence okuyun yani. Kolay bir öykü değil onu da söyleyeyim. Bir kaç gündür kötülüğün sevmekle olan ilişkisini düşünüyorum ve hikayeyi düşünüyorum... Bugün kar yağmıyor. Ve bir insanın kalbi kadar soğuk değil dışarısı. Üşüyorsunuz ama üşüdüğünüzün farkındasınız.



21 Şubat 2017

Pessoa'dan

"İnsan, ilginç ya da yararlı ne anlatabilir? Başımıza gelmiş olan şeyler, ya herkesin başına gelmiş ya da yalnızca bizim başımıza gelmiştir; ilk durumda bayatlamıştır, ikinci durumda da bizden başkası anlayamaz onları." -Fernando Pessoa

15 Şubat 2017

Beyaz Ayı Sendromu

Yazar Lev Tolstoy bir keresinde erkek kardeşine evin köşesine gidip ayakta durmasını ve beyaz ayıyı hiç aklına getirmemesini söylemiş. Bir müddet bekleyen kardeşi, beyaz ayıyı düşünmeden yapamıyorum, demiş. 

Psikoloji bilimi bu tanımı insanın bir türlü denetleyemediği, kendi kendine durmadan ortaya çıkan rahatsız edici saplantıları tanımlamak için kullanıyor. 

- Psikeart 49, 2017.I

12 Şubat 2017

Doğuya Doğru

Geziye geçen sene Şubat ayında gitmiştik ama yazısı şimdiye kısmet oldu. Neyse ki daha sene bitmedi.

Kars gezisi, gizemli tren yolculuğunun bir aracı olarak başlamıştı benim için. Uzun yolculuğun sonunda görülüp gelinecek bir yer o kadar. 

Cezerye, kuru kayısı, ceviz, kestane, hazır çorbalar, Adana'dan ev usulü pideler ve şarap (kimseye söylemeyin) akşam saat on olmadan yediklerimizdi. Ayıcıklı pijamalar giyilmiş, yeleğimiz sırtımızda, ayağımızı uzatmış pişmiş kestaneleri üflerken kompartımanın kapısı çalındı. Birimiz uzatma kablosuna birimiz şaraba atlarken, "bir dakika açıyoruz" diyen hep bir ağızdık galiba. Uykudan şimdi uyanmış bir çocuğun bütün sevimliliğini takınıp,  gülümseyerek açtık sürgülü kapıyı. Hay bin kunduz adına! Yan kompartıman sigortaları attırmış. Bir kaç kez doğu ekspresini kullandıkları için manzaraya doymuşlarmış, bu sefer TV ekranlarını getirmişler, üç koca adam hep beraber oyun oynuyorlarmışmış! Görevli de bizde bir sıkıntı olup olmadığını sormak istemiş. İyi ki de yoktu. Sorun büyükmüş ve taa Sivas'taki istasyonda yapılabilecekmiş ki, sabaha karşı filan demekti bu. Yan komşular sabaha kadar ışıksız, oyunsuz, filmsiz kaldı tamam ama, bütün yolcular üç saat Sivas'ta bekledik, Kars'a üç saat geç vardık. Onu geçelim, çağ kebabını da üç saat geç yedik en fenası... Görevli gidince, biz de oraya buraya sıkıştırdığımız yiyecek miyecek şeylerimizi çıkarıp devam ettik tıngır mıngır gitmeye, karanlıkta yolu izlemeye, arada birbirimize laf atmaya, ben notlarımı almaya, biri fotoğraf çekmeye, diğeri kitap okumaya, dağcımız malzemelerini ayarlamaya... Tren de yolundaydı bizden habersiz umutsuzca sanki... Dostlarla yapılan her şey keyifliydi...

Biraz teknik bilgi verecek olursak; Doğu Ekspresi'nde yer bulmak oldukça zor olabilir. Özellikle Ocak-Şubat aylarında kayak için okul tatilinden faydalanan çocuklu aileleler, tur şirketleri ve mevsimin doğasından faydalanmak isteyen fotoğraf severler bu aylarda akın ediyor. Gezinin mimarı arkadaşımız bir gece bilmem kaç saat internetin başında uğraştı da öyle alabildi biletleri. Turlar vagonları baştan kapatıyormuş, satamazsa sonra açığa düşürüyormuş... Üç tür yolculuk tipi var trende. Koltuklarda, yataklı veya kuşetli vagonlarda seyahat. Elbette bütün olarak trenden trene değişecektir vagonların konforu fakat gittim baktım, kuşetliden çok farklı değildi yataklı vagonlar. Kuşetli dediğimiz kompartımanlar hem koltuk hem yatak olabilen çek-yat benzeri dört kişilik koltuklardan oluşuyor. Bir kişi seyahat eder ve bir kuşet satın alırsanız, tanımadığınız üç kişiyle küçük oda benzeri bir kompartımanda uyumak durumundasınız. Yataklı vagonlar iki kişilik, içinde minibarı ve lavabosuyla biraz daha konforlu. Diğer vagonda normal koltuklu. Otobüs koltuğuna göre daha geniş, daha uzun ve rahatlar. On - onbeş yıl önce Ankara-İstanbul arasında Başkent Ekspresi'ne binmiştim. O zamanlar yemek vagonu masalı, bol çeşitli yemekli ve hepsinden öte bira satılan bir yerdi. Şimdi artık çok farklı maalesef. Yemek vagonu neredeyse yok, sıra benzeri oturma alanı ve hazır, mikrodalgada ısınan soğuk paketli yemekler var ve hiç yeterli değil. Alkol zaten yok. O nedenle kendi yiyeceğinizi, içeceğinizi bir şekilde organize etmeniz uzun yolculuğun keyfi ve tokluğu için gerekli ve faydalı. Yolculuk ortalama yirmi beş saat sürüyor. En az bir kahvaltı bir öğle yemeğini dolu dolu atlatmanız gerekiyor trende. Diğerlerini binerken ve inerken halledersiniz gibi denk geliyor saatler. 

Geçen gün bir arkadaşım söyledi, lise grubu kırk kişilik bir grupla gideceklermiş yer olmayınca vagon ekletmişler. Öyle ha deyince ekleniyormu bilemedim ama olmuş demek ki. Acaba bir lokomotif kaç vagon çekebiliyor? Trenler esrarengiz yaratıklar gibi değil mi? Kendilerine ayrılan alanda durmadan ilerliyorlar, ne sağa ne sola kaçabiliyorlar ne de istedikleri anda durabiliyorlar. Trenleri sevmemizin başka bir sebebi olmalı sanki...

Temizlik derseniz? Fena değildi tuvaletler. Kompartımanlar ve verdikleri yastık, çarşaf, örtüler temizdi. Ütülü, kolalı veriliyor kucağınıza. Dört kişi rahatlıkla oturup sohbet ederek sıkılmadan vakit geçirebilirsiniz, öyle küçücük bunaltıcı değil kompartımanlar. Pencereler kocaman olduğu için gelip geçen köyleri seyretmek keyifli. Acaba köydekiler bize bakıp bizim düşündüğümüz gibi şeyler düşünüyorlar mı? Biz, orada kalabilmenin nasıl bir şey olduğunu belki, onlar da gidebilmenin... Gezinin mimarı arkadaşımız müthiş bir dağcı olduğu için bütün malzemelerini bizden esirgemeyerek getirdi, taşıdı, her detayı ayarladı sağolsun. O küçücük tüp o kestaneleri ne kadar kısa sürede kebap haline getirdi şaşarsınız. Sırrı tepsi de ama söylemeyeceğim.

Üst katta yatanlar uyurken düşme endişesi yaşayabilir.  Uykuya dalana kadar sarsıntı biraz rahatsız ediyor. Daldıktan sonra da derin uyunmayabilir. Ne de olsa trendesiniz ve bunu unutmuyorsunuz gece boyu kısaca. Biniş akşam oluyor, dolayısıyla manzara sabaha kalıyor. Erken yatıp, gün doğumuyla sürekli doğuya giden dağları ve nehirleri izlemek bir kaç uykusuz geceye değerdi bana sorarsanız. Ankara-Kırıkkale-Kayseri-Sivas-Erzincan-Erzurum-Kars güzergahında ilerleyen trende normalde sabah yedi gibi Sivas'ı geçmiş olarak uyanmış olmalıydık ama biz gece üç saat elektrik tamiri için beklediğimizden Sivas civarı gün doğmuştu. İyi ki de öyle olmuş, boş karlı tarlaların uçsuz bucaklığı beni mest etti. Öğle yemeği için biz de bütün gezicilere uyduk ve Erzurum istasyonuna gelmeden bir saat kadar önce yöreye has tatlımızla birlikte yemeğimizi sipariş ettik. Onlar zaten tren saatini sizden iyi biliyorlar, zamanında getiriyorlar. Ödemenizi hazır edip paketinizi kaptınızmı, giden trende sofranızı kurup yemek kalıyor. Bir de tren en uzun burada duruyor, on beş yirmi dakika kadar. Diğerlerini genel de beş dakika da geçiyor. Zaten en çok yolcu değişimi de Erzurumda oluyor.

Erzincan
Bundan sonrası; manzarayı izlemek, fotoğraf çekmek, yemek vagonunda sohbet etmek, tek başınıza ona buna bakmak ve günün bitişini ve varışınızı beklemek. Her ne istiyorsanız o. Uzun bir zaman gündelik yaşamın telaşından uzaklaşıp kendinize bakmak belki. Çok fazla fotoğraf çekmedim yolda. Kars'ın içinde biraz daha fazla var, onlar da sonraki yazıda. Buyrun, güzergah...

buyulugerceklik.com
Sivası geçince, sabah saatleri.

buyulugerceklik.com
Erzurum sonrası, öğleden sonra.
buyulugerceklik.com
Kars'a doğru.
buyulugerceklik.com
Kars'a doğru


buyulugerceklik.com
Kars'a doğru

buyulugerceklik.com
Kars'a doğru

06 Şubat 2017

Araştırma Notları-1

"İnsanları yaşamak için çalışmaya zorlayan sistem sürekli kitlesel işsizlik durumlarına yol açtığına göre, iş bulamayanlar hangi ahlâki temellere dayanarak kendi kaderlerinden sorumlu tutulabilir? Çalışamayacak durumda olanlara karşı toplumun sorumlulukları nedir? Zenginlerin durumunda göz ardı edilen yaşamak için çalışmak zorunluluğunun yoksullara dayatılmasının ahlâki gerekçesi nedir? Toplumun belirli bir andaki geliri tek tek bireylerin üretime yaptıkları katkının toplamından fazla bir şey olduğuna göre, bireylerin gelirden alacakları pay üretime yaptıkları kişisel katkıyla belirlenebilir mi?"   
  - Ayşe Buğra, 'Vatandaşlık Gelirine Doğru'

Çalışmayan kişinin sorumlu tutulduğu ekonomik çarpıklık emeklilik sosyal haklarında da devam eder. Emek merkezli yaklaşım varlığını sürdürerek, gelecekteki ve şimdiki sosyal hakları bireyin emeğini nasıl ve hangi süreyle sattığına bağlı olarak tanımlanır. Kısacası, müdahale edemeyeceği sistemin direttiği çalışma şartlarının sonucunu ömrünün sonuna kadar taşımak durumundadır.

Not: Tez çalışmasının gerekli olmayan ama sevilen okuma konularından. -işte çalışmamın bitmeme nedenlerinden biri.-

03 Şubat 2017

Ağaç

Bu ağaç, İstanbul Fenerbahçe Parkı'nın tek sakız ağacı. Anadolu yakasının da deniyor ama sağlıklı bir bilgiye ulaşamadım.