30 Ağustos 2012

Beyza'mı Beklerken...

" 06.11.1993, Cumartesi, Beyza'mı beklerken..." kitabın iç kapağında yazan bu. 1974, Mayıs basımı klasik hikayelerin derlendiği Varlık yayınlarının küçük cep yayınlarından biri. Yaşar Nabi hazırlamış. Öyle, ne okusam diye ellerimi kitapların üzerinde gezdirirken bunun üzerinde durdum. Durmuşum. Varlık yayınlarını çok severdim eskiden. Dergilerini biriktirir, bu cep yayınlarını da nerede görsem alırdım. Alman konsolosluğunun önünde uzun saçlı, boynunu aşan, benim her gördüğümde; niye, niye o sakallar ille de boynunu geçmeli dediğim, uzun sakallı, siyah tişörtlü bir çocuk satardı en çok. O'na dadanmıştım epey bir zaman sene kaç hatırlamıyorum. Ama demek, 1993'ten sonraymış ki, bu kitap en son bende kalmış. Şimdi düşünüyorum da, belki de kendi kitaplarıydı. Beyza onun Beyza'sıydı belki...Belki ona bu kitabı vereni tanıyordu. Geldi mi acaba Beyza. Geldiyse de kaldı mı...Böyle uzayıp gider bu eski - kullanılmış kitap nostaljisi. Herkesin vardır böyle hikayeleri. Lakin, hoşlanmam ben bu ; " ay ne hoş değil mi, kim bilir ne olmuştu, kim bilir niye yazdıydı, ay ne güzel şimdi benim elimde " gibi, yabancıların, eskide kalmışların hikayelerinin ille de hissedilmeye çalışılmasından. Sorsan; en yakınındakinin bile yüzünün halini tarif edemeyenlerin üstelik...Issız Adam filminden sonra da sahafların kalabalıklaşmasına daha bir gıcık olmuştum, ki berbat bir aşk filmiydi...
Kitabı elime aldığımda bir şey bekliyordum bende; hala beklediğim, kitap okuyarak beklemeye devam etmeye çalıştığım. İşte iç kapağı okuyunca, ondan yazdım bunları. Şimdi, yalınız bu yüzden merak ediyorum; Beyza'nın gelip gelmediğini...
Vardır benim öyle tuhaf tesadüflerim, aklımdan geçenlerin başıma gelmesi. Bunu kullanmayı denerim ama öyle dilden dileyince olmuyor. Geçen, uzun bir otobüs yolculuğunda birden aklıma bilmem kaç kez izlediğim, türk filmlerinin "hollywood" versiyonu, saçma Pretty Woman filmi geldi. Pek istedim, olsa da izlesem dedim. Eve geldim, televizyonu açtım, yarısına gelmiş pretty woman filmini oturdum izledim...Öyle kelimelerle dileyince olmuyor işte....

"...Tutamak sorunu dedim. Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutanacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaylardaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine, sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi, pırıl pırıldı. Herkesin, " Veli ağanın öküzleri gibi öküz yoktur," demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır. Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimiz, benimle birlikte düşünen, duyan, seven bir kadın! ..." ( Aylak Adam, Y. Atılgan )

29 Ağustos 2012

Şehrin Hikayeleri...

Yanılgıda olsa, denizlerin sonsuzluğu ve sınırsızlığı ile kıyıda yaşayan insanların hikayeleri, bozkırların aynı sonsuzluğunun yanında o sonsuzluğa inat, dimdik dağların gerçekliğinde, her yanının aynı sarılıkta olduğunu doğmuş olması kadar doğal karşılayan insanların hikayeleri ile aynı değildir. Karanlık hakimdir, şerhalarının kalıcı olduğunu bilen bozkır insanın yüreğine. Çemberin diğer tarafını bilmezler, bozkırın her yönünün aynılığı ile, çirkin varsa güzelin de olduğunu, iyi varsa kötünün de olduğunu unuturlar. Tıpkı aynı zehirden elde edilmişliğini panzehrin unuttukları gibi. Çemberin tamamlanabilmesi için zıddının olması gerektiğini unuturlar.
"Bilmemek, kendi gölgenden korkmana sebep olur, bilmekse başkalarının gölgesinden. Biri içerden kuşatır seni, öteki dışarıdan." İçerden kuşatılmışlardır onlar." Ve belki de bilseler bile gözleri ile görmedikçe inanmazlar. İnanmadıkları için bilmeye güçleri yetmez.
Kıyıda yaşayanlar, öte de, mavinin bittiği yerde beyazın başlamasından bilir, orada başka hikayelerin olduğunu. Gitmeyi düşler kıyının insanı. Düşleyebilir bozkır insanın aksine. Bu yüzden ışığa yakındır yüreği. Ya denizin getirdiklerinden bilir, ya dönen gidenlerden ama bilir; çember zıddıyla tamamlanır. Başka bir hikayesinin olabileceği umuduyla düşler. " Fakat umut ciddi bir meseledir. Umut tehlikelidir. Bilhassa kendinden umudu kesenler için umut pek tehlikelidir." Onlar, ateşi görmeden kıvılcımlarına, kıvılcımların ışığına bile umut derler. Onlar, çiği yağmur, ilk cemreyi bahar sanırlar...Ama bilinir ki, yine de, Cemil Meriç 'in dediği gibi; " Arzın kaderini değiştirenler, kaderlerinden utananlardır." *

Dünyanın bozkırında da dursa kişi, okyanusunun kıyısında da, hikayeler birbirini tamamlar; birbirine değe değe. Ve gitmek değildir hikayenin değiştireni...
" Bu kadar uzak bir yere gelip, hayal kırıklığı aramaya değer miydi ? " demiş Lamartine. Gidilen yere giden kişi, gelinen yerdeki kişidir. Bir başka hikaye başlamaz orada, kişi kendi hikayesinin hem taşıyanı hem nakledenidir. Kişinin kendi hikayesi diye bir şey vardır, ama hikayenin ne tek sahibi ne de tek tanığıdır. Hikayelerin dokunduğu kişilerden biridir kişide. Ve, " Ummanların ötesinde bir altın şehir yok." diyor Cemil Meriç.
Şehrin insanları, insanların hikayeleri, şehrin hikayeleri... Bir şehirden diğer şehre taşınan, birinden diğerine taşınan hikayeler. "Birinin yüreğinde kök salan bir hatıranın, diğerinin damarlarından akıp gidiyor" olduğu hikayeler...Diğer şehirde kendi hikayesinin tamamlanmasını, çemberin diğer yanını bekleyen insanlar. Bu şehirde, kesilen, sonlanan hikayesinin kalanını nerede arayacağını soran insanlar...

"-" alıntılar; Şehrin Aynaları, E.Şafak

21 Ağustos 2012

"Tesadüfen yan yana düşerdi rakamlar."

"Dönecek bir tavan arası yoktur bazen, ne de gidecek bir şehir. Her yer aynıdır aslında, hiç bir yer aynı değil. Gidebilmek sadece bir özlemdir kimilerinin dilinde, olmayacak duaya amin diyenlerde çıkabilir. Firar ederken kök salar kimileri; kök salarken firar edenler de olabilir. Her merhalenin bir arpa boyu yol olması, telaşı olup da huzuru olmayanlara pek ağır gelebilir. Öfkeli ruhlar nedense hep aynı tohumla rahme düşüp, hep aynı rüzgarla dehre gelir. Bir bedçehre, başka bir bedçehrenin daha ilk bakışta okur seceresini. O kadar azdırlar ki kaybetmek istemezler birbirlerini. Sevişirler; sevişmek iyi gelir bazen. Taammüden öldürmek için hafızalarını, dar-ı dünyadaki en münasip cinayet mekanını bulabilmek ümidiyle yollara düşerler. Hep Doğu'yu gösterir pusulaları; gerçi dünya yuvarlaktır. Sılasızdır kaçaklar, dolayısıyla gurbetsiz. Hangi demde olursa olsun, onlar sadece birbirlerine aittir. Aşk sonradan gelmez hiç bir zaman. Varsa vardır, o kadar."  (Şehrin Aynaları, E.Şafak.)

20 Ağustos 2012

" Hissetmemek bir meziyettir bazen; donmuş bileklerini bile kesemez insan. Hissetmemek bir eziyettir bazen; donmuş bileklerini bile kesemez insan. "  (Şehrin Aynaları, E.Şafak)

02 Ağustos 2012

"Çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi Anne ? "

Sırbistan sınırına 10 km. uzaklıktaki Srebrenice 'da yaşayan bir çocuk sormuş annesine.Bir müddet sonra 4 yaşında 1995'te öldürülmüş.
( Harfler ve Notalar kitabına Fikret Bila'nın, Milliyet'teki köşe yazısından alınmış.)
Hayal olmasını dilediğim bir " gerçek"  miydin  yoksa gerçek olmasını dilediğim bir "hayal" mi?