Günledir düşünüyorum, ne yazsam nasıl yazsam... Her oturduğumda yeniden algılıyorum yeniden inanamıyorum, yeniden yanıyorum yokluğuna... Bir yandan herkesin bir yanının bir parçası olmandan yanıyorum; Denizhan için, Çınar için, ablalarının, abilerinin, tüm ailenin. Bir yandan öyle duyarlı, öyle hassas, bu dünya için öyle ihtiyaç bir insanın bu kadar erken ayrılmasına yanıyorum. Çok önce bir gidiş oldu...
Öğrenci yurdundaydık. Bizim odalar 6 kişilikti. Bir kız vardı koridorda görüyordum ara sıra, tek kişilik odada kalıyordu. Allah Allah demiştim o niye tek kişilik odada kalıyor ki! Meğer yüksek lisans yapanlara tek kişilik oda veriliyormuş. Tanıştık, gemi mühendisliği okuyorum demiştin. Vaay! demiştim! Bir kadın, hem mühendis hem gemi! Yıllar geldi geçti, sesindeki ton, yüzündeki iyilik değişmedi. Hep öyle cin gibi, ateş gibi bir kız olarak bildik seni yıllar yıllarca. Türkiye’nin deniz aşırı giden ilk kadın gemi makine mühendisi… Okyanusları aşan koca geminin makine donanımından sorumlu ilk kadın mühendis… Az şey mi; çok… Şöhret Subaşı Atikkan…
Konuşmak zor. Yaşama başladığımızda hep gitmeye doğru ilerliyoruz ama bilmek, gidenlere el sallamak çok çok zor... Derler ki, adını anan son insan öldüğünde unutulursun. Ben senin çok çok uzun yıllar sesinin, sözlerinin, yüzünün yaşamda kalacağına eminim. Güzel bir insandın. Bu dünyadan güzel bir insan geçti. Dünyaya çok güzel şeyler bıraktın... En başta Tuzla’nın bütün kedileri ve ben ve bu dünya senden razıdır biliyorum, Allah da senden razı olsun. Ruhun şad olsun. Yattığın yer incitmesin Sevgili Şöhret…