|
Ömer Lütfi Akad |
Türkan Şoray'ın yaptığı "Sinema Benim Aşkım" programında rastladığım gün kafamda bende cümleler kuruyordum, Lütfi Ö. Akad "Vesikalı Yarim" filmini anlattıkça. Türkan Şoray kendisine teşekkür ediyordu; "Bana filminizde yer verdiğiniz için çok teşekkür ederim, benim için hem onur hem büyük bir zevkti." Lütfi Ö. Akad ; "Evet, beğeniyorlar onu çok." Böyle hafif gülümseyen, övünen, beğenmemize şaşıran ama sevinen bir yüz ifadesiyle konuşuyordu, Vesikalı Yarim 'den bahsederken.
"Sinema beni çok mutlu etti. Elli yıl sinema yaptım hiç sıkılmadım, oflanmadım, sinema beni mesut etti. Sinema işini yaptığım için hayatım mutlu ve iyi geçti." diyordu birde. Bir insanın mesleği ile ilgili böyle keyifli konuşması, işinin yaşamını böylesine olumlu etkilemiş olması, bunu gülümseyerek, gözleri dolarak söyleyebilmesi bence insan yaşamının en güzel anlarındandır. Ya da ben mesleğim ile ilgili hiç bir zaman bunu söyleyemeyeceğim için bana öyle geliyor. Ülkemizde L.Ömer Akad gibi kişilerin azınlıkta benim gibi kişilerin çoğunlukta olduğunu bilmekte beni rahatlatmıyor üstelik. Başkalarının kendi gibi olması insanları rahatlatmaz zaten, herkesin hissettiği kendinedir ya da bana öyle geliyor, bilemedim. Genelleme yapmaktan çekinmeli insan...
Bir de dedem öyleydi ; işini severek yaşadı ve öldü. Bir tek an bile başka bir işte, başka bir yerde, başka biri olmaktan bahsettiğini duymadım yıllar boyu. Yatsı namazını kıldıktan sonra serzenişte bulunduğu tek şey; " bak erken yatmıyorsunuz sabah kalkmıyorsunuz kızlar. Oturmayın gece yarılarına kadar, sabah sofrada göreceğim sizi" olurdu.
Yıllar önce ilk izlediğimde peş peşe düşünmüştüm; "vesika", belge demek olmalı, vesaik çoğul olduğuna göre o da tekili olarak belge demek olmalı. Vesikalık resim de buradan geliyor demek ki. Bir belge için istenen portre fotoğraf...Niye önemli ki bu şimdi. Hiç, bana yeni fark etmişim
gibi geliyor...
Sabiha (Türkan Şoray), işini yapabilmesi için bir belgeye sahip olması gereken kadınlardandı. Türkan Şoray'ı çok nadiren sarışın görebilirdik, ben başka da görmedim mesela, ama aksilik ya film siyah-beyaz...1968 yapımı olmasına rağmen izlediğim en gerçekçi "yeşilçam" filmlerinden biridir diyebilirim. Kendisinden yıllar sonra bile aynı konu defalarca işlense de, bu filmin aksine aşk ta kazansa buradaki gibi toplum kuralları da kazansa konunun anlatımı çoğul yapmacık kalmıştır bana göre o filmlerde. Burada öyle değildir; hikaye bildik, diyaloglar gerçekçidir ve bir çok cümle buradan kült olmuştur. Ömer Akad aşk filmi tadında belgesel çekmiştir bana göre; yorum katmamış sanki. Pavyonda çalışan, toplumca artık evlenmesi vacip olmayan, olamayacak olan Sabiha ile - bilmeden- aşık olduğu iki çocuk babası, evli, manav Halil' in ( İzzet Günay) aşk hikayesidir film. Bu filmde çoğunluk Türkan Şoray
konuşulsa da, hem yirmi üç yaşının tüm güzelliğini taşıdığından hem de iyi oynadığından sanırım bence de normaldir bu popularite
lakin İzzet Günay çok daha iyidir oyunculukta. Tiyatro kökenli olmasına bağlıyorum ben bu kadar güzel bakmayı bilmesini. Bakmayı bilen adamlara ilk görüşte aşık olabilirim bende mesela ama gelin görün ki ilk görüşte aşka inanmam...Ona rağmen Halil'in o, Sabiha'yı dumanlar arasında ilk gördüğü sahnedeki yutkunma, tutulma, tutunma tavrı, kilitlenmiş bakışından hemen okunabilen ilk görüşte aşk ifadesi çok inandırıcıydı. Karşısında ise Sabiha'nın vurdumduymazlığı, rahatlığı, hafifmeşrep tavırla açıktan dalga geçmesi vardı...Ben çok merak ederim, çok ararım ilişkilerde kim kimi ne zaman "gördü" ilk. Görmek öz olduğundan başlangıçlarda, başlamak için gönlünün açık olması gerekir tespitini doğru bulurum. Sabiha Halil'i o gece görmedi, çünkü o ortamda birinin Halil'in O'na baktığı gibi bakabileceğini hayal bile etmiyordu, hayal etmediğinden de bakmıyordu. Ancak sabaha kadar gezip sohbet ettikten sonra, nazarındaki erkekler gibi kendisine sulanmadan teklif edildiği kadarını kabullenerek ve aksini düşünmeyerek evinde sadece uyuyup giden Halil 'i gördüğünde gördü O' nu.
Ömer Akad bunu bize Sabiha arkadaşı Müjgan ile ( Ayfer Feray ) konuşurken de anlatıyor zaten...
Sabiha yüzünden çıkan bir kavgada bir adam bıçaklandıktan sonra bir ormanda artık yolun sonuna geldiklerini düşünür Sabiha, kadınların şefkat ve fedakarlık duygularıyla konuşur;
Sabiha : Benim yüzümden hep bunlar. Ya ölecek ya öldüreceksin. Niye geldin, gelmiyecektin.
Halil : Geleceğimi biliyordun ama.Nedir istediğin?
Sabiha: Bilmem. Sıkıldım belki. Yetti belki. Her birimiz yolumuza gitsek?!
Halil Yolumuz?! Birleşti biliyorum.
Sabiha: Yok, öyle birleşecek gibi değil. Benim yolum başka. Seni tanıdıktan sonra anladım bunu. Senlen beraber olduktan sonra, seni... Sevgi de yetmiyormuş. Çok eskiden rastlaşacaktık...
Sonraları çook filmlerde duyulacak ve yeşilçam repliği haline gelecek olan bu cümle, burada Sabiha'nın ağzından işitilmiştir ilk ; "çok eskiden rastlaşacaktık..." Kendi yolunun artık değişemeyeceğine, aşkın buna yetmeyeceğine inanan Sabiha, Halil'i kendinden uzak tutmaya çabalıyordu. Olmadı, bir şekilde devam ettiler ta ki Sabiha Halil'in evli olduğunu öğrenene kadar...
Aralarında geçen ve bir çok kişi tarafından da en sevilen sahnelerden biri olan bu konuşmaları; kadının bir şey anlatmak için hep anlaşılmayı beklemesinin, erkeğin lafın bu kadar dolaşmasını hiç anlamadığının en güzel örneklerindendir. Benim de en sevdiğim sahnelerindendir. Sabiha'nın anlatamadıkça hırçınlaşması, çaresizleşmesi o " hiç bir derdim yok. olsun mu" derken ki kızgınlığı, Halil'in " olmasın, olmamalı" derken ki anlamaz ama katıksız sevgisi daha nasıl anlatılırdı...
Belki hep gerçeğin kazanmasına inat ya da normale olan kızgınlığımdan, belki aşkın hep küçümsenip geçer denmesinden ve geçmesine olan hırsımdan, belki her şeye rağmen umuda olan inancımdan olsa gerek, hiç aşkın yerine "yuvanın" kazanmasına taraf olmadım ben...Bu ve bunun gibi tüm yeşilçam filmi sonlarına kahroluyorum. " Selvi Boylum Al Yazmalım " filminin sonunun sevilmesine, övülmesine ve tasvip edilmesine de mesela. İnsan bencil denmesinden çekiniyor, çekinmiyor değil ama aşk!... Aşk gibi, aşk kadar güçlü bir duygunun öyle heba olması da bencillik, kötülük gibi geliyor bana. Yazması kolay elbet, yaşaması böyle olmayacaktır eminim ama keşke aşk kazansa, hayat onun karşısından çekilip yolunu değiştirse...
Amma velakin, hatta hayatın tersine, filmlerde böyle denemezdi...Bilakis olması gereken olan olmalıydı. Filmlerinde hayalciliğin küçük ayrıntılardan öteye geçmemesi için, modernizme öncülük ederek ve savunarak, gelenek ve görenekleri gözeterek gerçekçilik için çaba sarfettiğini bir çok röportajında ifade eden Ömer Akad 'tan başka bir son beklenmemeli elbette. Aynı gerçekliği ünlü "Gelin- Düğün- Diyet" üçlemesinde de kullanır, küçük hayallerle besleyerek...Ama sinemanın / sanatın toplumu yönlendirme gereği olmasına katılmıyorum ben...Ö. Akad'ın demek / yapmak istediği yönlendirmeden ziyade ifade tarzı tercihi daha çok belki ama, sinema da ve bir çok sanatta hayali ve olağanüstülülüğü daha çok seviyorum galiba.
Sanat bir eğitim aracı olmamalı, sanat olduğu gibidir. Severiz veya sevmeyiz, ancak böyle dönüştürebilir bence...
Vesikalı Yarim tüm gerçekliğiyle bir aşk filmidir...Şiddetle tavsiye ederim...