tag:blogger.com,1999:blog-33640376497711136622024-03-18T06:01:45.075+03:00Büyülü GerçeklikAzehttp://www.blogger.com/profile/07156970014009321205noreply@blogger.comBlogger803125tag:blogger.com,1999:blog-3364037649771113662.post-46480929905201247682023-12-05T18:16:00.003+03:002023-12-05T18:16:34.578+03:00Üşenmemek Üzerine<p><span style="font-family: inherit;">Evden hiç çıkasım gelmiyor çoğu zaman. Kedilerin mama kapları boşalınca iniyorum ama. Diyorum beklerler...</span></p>Azehttp://www.blogger.com/profile/07156970014009321205noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-3364037649771113662.post-13169766548831833692023-11-24T16:37:00.008+03:002023-11-24T16:43:54.382+03:00Birileri Utansın<div style="text-align: right;"><i>Dünyayı bir tek utanç kurtarabilir.</i> - Ingmar Bergman</div><div style="text-align: right;"><br /></div><div>Annem'le konuşuyorduk telefonda; <i>emekli maaşına Ocak ayında 200 lira zam alır mıyız?</i> <i>Pazara yaklaşılmıyor, iki bin üç yüz lirayı yetiştiremez oldum. Herkes söylüyor televizyonda hayat çok pahalı, duyuyor besbelli bu Adam,</i> dedi. Annemin devlet karşısındaki hâlâ kaybetmediği naifliğini duymayanlar, duymamış olanlar utansın... </div><div><br /></div><div>Çiftçi olarak doğup çiftçi olarak ölen babası, dedem; bildiğim hayatı boyunca Demirel'e oy verdi. Her Eylül "iyi" fındık fiyatı bekledi. Kış boyu borçlandığı tüccarlara ucuza verdiği fındıkları tek tek elleriyle topladı elleriyle diktiği ağaçlarından. Toplarken yapraklarını hunharca koparıyorlar, ağaçlara fındığa iyi davranmıyorlar diye diye işçileri kovdu, kendi topladı. Şimdi oğulları bir kısmını bir avazda kesip "daha büyük" ev yaptılar. Üç yaşındaki torunlarına bahçenin ortasına betondan kuleler diktiler. Dayımlar utansın...</div><div><br /></div><div>Geçen aylarda yeğenlerimle vakit geçirdim. Dokuz yaşında olan hikaye dinlemeyi pek seviyor. Bir akşam ne anlatayım derken <i>blog'dan </i><a href="https://www.buyulugerceklik.com/search/label/Ayk%C4%B1z" target="_blank"><b>bir tane okudum.</b></a> Bayıldı! Annesine anlattı bir kaç gün, teyzem yazmış, dedi şaşkınlık ve hayranlıkla. Aynı hikayeyi bir hafta her akşam okudum bıkmadı. Sordu soruşturdu detaylarını. Ben de okurken fark ettim ki üçüncü dördüncü bölümlerinde kasmışım karıştırmışım, mantık hataları yapmışım üzerinde durmamışım. İki aydır düzelteceğim, düzeltmedim. Yeni hikaye yazınca kolayca ulaşmak için <i>bloğumu </i>tablet bilgisayarında favorilere kaydettirdi. Senin için yazacağım dedim, yazmadım. Bin okuyucuya bedel bu bir tek okuyucum için vakit ayırmayıp heyecan duymayıp saçma sapan konularla ve belki insanlarla enerjimi tükettiğim için ben utanayım...</div><div><br /></div><div>Geçen haberlerde gördüm; yirmi dört yaşında bir kadın yüzünü "gençleştirmek" için nem aşısı (?) yaptırmış. Yüzünde geri döndürülmesi zor şişlik ve morluklar oluşmuş. Yüzün yaşlanmaya yirmi beş yaşından sonra başladığını o kadına söylemeyen, sırf para kazanmak derdiyle işini olması gerektiği gibi yapmayan cilt "uzmanı" utansın. </div><div>Say say bitmeyen bencilliğinden insan ırkı bi utansın artık. Yeni yıl dileklerimden biri. (27.12.2021)</div>Azehttp://www.blogger.com/profile/07156970014009321205noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3364037649771113662.post-723126341047815502023-11-22T18:37:00.008+03:002023-11-22T18:40:34.371+03:00İnanç Meselesi<p></p><table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgx98kX9bGtQ5Sh7JEpxtsutSqne5Bia4fiIhTYKHYeMzw3ST8nWUM4RUlc2b6HlhNWz267FTs6BfxX3uY7wSyFgNCy8a6hAVUEN7rtLc9WxpV7xWxmY7dY1sQBHbonqhW7UzVdgyzE5Xxcj69SeGYa1O0uaqXxO8_VLqb5W31Prw0Ca-0YYX5HaZ4tbKE_/s4032/IMG_5707.jpeg" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="4032" data-original-width="2268" height="300" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgx98kX9bGtQ5Sh7JEpxtsutSqne5Bia4fiIhTYKHYeMzw3ST8nWUM4RUlc2b6HlhNWz267FTs6BfxX3uY7wSyFgNCy8a6hAVUEN7rtLc9WxpV7xWxmY7dY1sQBHbonqhW7UzVdgyzE5Xxcj69SeGYa1O0uaqXxO8_VLqb5W31Prw0Ca-0YYX5HaZ4tbKE_/w216-h300/IMG_5707.jpeg" width="216" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Bir canlı neden böyle uyur ki!</td></tr></tbody></table><span style="font-family: helvetica;">Artık hiç bir şeyi saklamıyorum. Bu acı veriyor. Neyi bir kenara koysam ne zaman kullanacağım ki diyorum. Nerdeyse her şeyi ya kullanıyorum ya atıyorum. Şarkılar <i>daha gidecek çok yolumuz var</i> diyor ya hani, kalbime bir çizik atılıyor. Hayatın kısa süreli hayaller çağına geldim sanırım. Aşık olmayı hayal etmiyorum. Bir ailem olmasını hayal etmiyorum. Kalabalık evlerde kalabalık sofralar kurmayı hayal etmiyorum. Hayata olan inancımı gömdüm, diyebilirim.</span><p></p><p><span style="font-family: helvetica;">20.07.2020</span></p><p><span style="font-family: helvetica;">20 Temmuz'da yazdığımdan mütevellit geçen zamanı güncellemek adına <br />yayınlamak istedim. Biraz daha iyiyim inanç konusunda. En azından Güney Amerika'yı görmeyi hayal ediyorum. </span></p><p><span style="font-family: helvetica;"><br /></span></p><p><br /></p>Azehttp://www.blogger.com/profile/07156970014009321205noreply@blogger.com17tag:blogger.com,1999:blog-3364037649771113662.post-58211488145562189612023-11-12T16:54:00.002+03:002023-11-12T16:54:48.818+03:00Minik<p>Kimse <b><a href="https://www.buyulugerceklik.com/2023/07/naslsnz.html">kedimin</a> </b>adını sormamış... Oysa bir önceki yazının başında size bir şey anlatmaya çalışmışım, hayatımda bir değişiklik var demişim. Demek önemliymiş ki cümleye onunla başlamışım. Kimse onun varlığının adını merak etmemiş. Oysa adlandırılmayan, yoktur. Neyse...</p><p>Şimdi vereceğim örnek size alakasız gelebilir ama çağ içinde çok şeyi değiştirdiği ya da başlattığı için düşününce mantıklı bulacaksınız. Kraliçe I. Isabella Kristof Kolomb karşısına dikilip denizlere açılacağını, Batı'ya doğru Hindistan'a ulaşacağını vesaire söylediğinde izin vermeseydi, para vermeseydi ne olurdu? Amerika'da pamuk tarlalarında bir siyahi köle kırbaçlanarak değil de bir yaydan çıkan okla mı ölürdü acaba? Ama yine aynı gün aynı saatte mi ölürdü? Amerika'da güney-kuzey iç savaşı çıkmaz Abraham Lincoln bir suikasttan sebep ölmez ya da hiç Başkan olmaz mıydı? Isabella bir an durup hayır deseydi... I. Isabella kadar olmasa da kendi kararlarınızın nelere mal olduğunu eminim düşünmüşsünüzdür. Belki de Isabella'nınkinden daha önemli değişiklikler yaratmışsınızdır dünya için. Bilemezsiniz, bilemeyiz henüz. Geleceği düşündüğümüzde beş on yıl sonralarını hatta gelecek ayları merak ederiz genelde. Ergen yaşlarda kiminle evleneceğimizi mesela, kaç çocuğumuz olacağını zengin olacak mıyız vesaire. Muhtemelen yüz yıl sonra o evliliğin neleri değiştireceğini düşünmeyiz. Bütün bu karmaşa düşünüldüğünde kesin görünen bir şey var ki geçmiş ya da gelecek diye bir şeyin önemi yok. Çelişki tuhaf gelecek ama o kadar önemli ki aslında ama mesele onu düşünmek, neler olacağını tahmin etmeye çalışmak değil. Bugün alınan her nefes zamanı yaratan ve şekillendiren şey. </p><p>Şimdiki zamanın öneminden, Afrika'da uçan bir kelebeğin kanat çırpıntısının buralarda fırtına yatacağı hikayelerinden daha derin bir şeyden bahsediyorum. Bildiğimiz zaman içinde aldığımız her nefes geleceğe atılan bir ilmek. Bundan ötürü ki şu anda her ne yapıyorsanız vereceğiniz kararın doğru olup olmadığı tek önemli nokta. Mesele de "doğru"yu bulmak bana sorarsanız. Nereden bileceğiz, değil mi? Birini öldürmemenin doğru olup olup olmadığını, bugün o yoldan gidip gitmeyeceğimizi... Zaman döngüsü içinde insanın yapabileceği tek şey yaşayıp yaşayacağı yetmiş seksen 365 gün içinde gönderildiğimiz belki de oluştuğumuz bu gezegen için vicdanı için neyi doğru olup olduğunu bulabilmek, görebilmek ve buna göre hareket edebilmek görünüyor. </p>Azehttp://www.blogger.com/profile/07156970014009321205noreply@blogger.com8tag:blogger.com,1999:blog-3364037649771113662.post-87913141376611226622023-07-15T00:34:00.006+03:002023-07-15T11:29:38.222+03:00Nasılsınız<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjZVHNksRG7hbS9bamMUbiFEMdcbT9fxPnGC6ReaQDWJCqMvw_0c6U71pDLiQce5VLZaZP2d02eQJauOoFPMSHzbc1epGn6o_N76WmKPR27LcvB2GZTELHixfeVUDZVy83Xd7xgJMVjeNlDVPIrHRs7ZgA4kE_NgikMNwLJHTL6FMFEET3clrA1MsIla6_g/s4032/IMG_4211.jpeg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="4032" data-original-width="3024" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjZVHNksRG7hbS9bamMUbiFEMdcbT9fxPnGC6ReaQDWJCqMvw_0c6U71pDLiQce5VLZaZP2d02eQJauOoFPMSHzbc1epGn6o_N76WmKPR27LcvB2GZTELHixfeVUDZVy83Xd7xgJMVjeNlDVPIrHRs7ZgA4kE_NgikMNwLJHTL6FMFEET3clrA1MsIla6_g/w240-h320/IMG_4211.jpeg" width="240" /></a></div>Nasılsınız? Her kim ki bu soruyu soruyorsa biliniz ki kendinin nasıl olduğunu anlatmak istiyordur. Pek çok şeyin olduğu gibi bunun da istisnaları vardır elbet. Bazen arkadaşlarınız gözlerinizin içine bakar ve nasılsınız? der. Güzel bir sorudur. <i>After Life </i>dizisini bitirdim. İnsanın hayatı nerdeyse anlatan o diziden sonra yazma isteği geliyor. Keşke hemen aklımdakileri yazan yapay zeka yapılmış olsaydı ben henüz elden ayaktan kesilmeden çünkü kafamda yazdım bitirdim. Şimdi bu yüzden çok da enerjisi hissedilen bir yazı olmuyor. Lafı sıkıcı bir şekilde uzatıp duruyorum. Bunları yazarken aklımdan bambaşka şeyler geçiyor ve siz önünüze düşen boş cümleleri görüyorsunuz, bu da sıkıcı... <p></p><p>Artık evde bir kedim var. Kendi kaderini neredeyse kendi yarattı. Hiç almaya niyetim yokken eve, bir ilginç olaylar dizisiyle apartmanın önünden kendini benim yanıma attı. İşini bilir bir kedi. Çok da sevecen, okşamayı okşanmayı seven. Sabahları artık ayaklarım tırmıklanarak uyanıyorum, her gün 5.55'de, eğer 12 olmadan uyuduysak bu hiç şaşmıyor. </p><p>Galiba hiç bir şey yapmıyorum. Çok şey biliyorum hiç bir şey yapmamaktan daha tatmin edici gündelik bir yaşama geçmek için, bildiklerim hiç bir işe yaramıyor. Zaten eğer orta yaşa gelmiş geçen bir insan soyundan tavsiye almak isterseniz diyeceğim ilk şey şudur ki; bilmek yetmez! Sigaranın kanser yapacağını, vaktinizin kısıtlı olduğunu, her gün yürüyüş yapmanın hem aklınızı hem vücudunuzu açacağını, sınanmayan dostlukların dostluk olmadığını, her ne olmak istiyorsanız azimle ve sabırla çalışmanız gerektiğini, okumanın pek çok sıkıntıya iyi geldiğini bilmeniz yetmez... Başka bir şey gerekiyor yapabilmeniz için... En azından benim için. Nedir acaba?</p><p></p>Azehttp://www.blogger.com/profile/07156970014009321205noreply@blogger.com12tag:blogger.com,1999:blog-3364037649771113662.post-22088848333410127382023-06-24T17:25:00.000+03:002023-06-24T17:25:42.358+03:00Yazmanın Ucundan Tutmak<p>Yazamama halimi bitireceğim yakında, siz de görür bakarsınız. Bugün Cumartesi. Pazartesi'den Perşembe sabahına kadar bayram temizliği yaptım ama nasıl temizlik! Yine de malikanede mi oturuyorsun arkadaş üç gün ne temizliği demekte haklısınız. Yok canım hepi topu 2 oda 1 salon da, 20 bölüm Kızılcık Şerbeti izleyince üç günde bitti silip süpürme. Bu yaşta doktora yapmaya soyununca kolay oldu diyemeyeceğim son üç ayda çok yoruldum, makaleler, ödevler canıma okudu. Her zor gelen iş yaptığımızda kaytarmak için bütün keyifli işlerimizin aklımıza hücum etmesi beni de vuruyordu, ah şimdi film izlesem, ah şu kitaba gömülsem ve de yazı yazmayı ne kadar özledim deyip duruyordum. Son üç gündür aklımdan yazıp dururken düşündüm de ben ki yazmayı okumayı seven biri olarak temizlik yaparken 20 bölüm, üstelik her biri iki saatlik, diziyi izlediğime göre kim artık blog okur ki! Bunu pek çoğumuz gibi ben de özellikle etraftaki çocuklar üzerinden çok düşünüyorum; bu oku-mamanın hali ne olacak gelecekte, yerini ne alacak. Alacak mı bir şey yerini?... Dünyanın bütün kütüphanelerinin elli yıl sonra örümcek ağlarıyla kaplı boş ve karanlık odalara döndüğü geliyor gözümün önüne. Yaşlı bir adamın elinde bir kitap ahh, dediğini duyuyorum. Sesli kitaplar, YouTube eğitim videoları ve o kısa kısa özlü sözler yığınları okumak ve anlamak gibi ağır ve meşakkatli bir uğraşın yerini alabilecek mi ya da tutabilecek mi... Temizlik yaparken izlemişsin kitap nasıl okuyacaktın diyebilirsiniz. Sorun tam da bu işte. O çip var ya o çip, icat edildiğinde kader ağlarını örmüştü. Tarih akışı o kadar hızlandı ki biz insan ırkı bir şeyleri aynı anda yaparsak daha çok şeye yetişeceğimize inanır olduk. Yemek yaparken örgü videolarından akşama yapacağımız yeleği çoktan öğrenmiş olmak, makale yazarken İngilizce hikaye dinleyerek seviyemizi yükseltmek, temizlik yaparken kulaklığımızı takıp arkadaşımızın aşk acısını dindirmeye sözler düşünmek... Oysa zaman denen şey, yaptığımız şeydir. Bir kaç şeyi aynı anda yaptığımızda bir düşünün, hiç bir şey yapmıyoruz aslında... Yazamadığıma göre birazdan sizleri okumaya karar verdim... Orada görüşürüz. </p>Azehttp://www.blogger.com/profile/07156970014009321205noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-3364037649771113662.post-32872474495192968202023-03-22T15:59:00.005+03:002023-03-22T16:36:00.104+03:00Gönül Yorgunluğu<div><span style="font-family: inherit;">"Hayatın giderek artan karmaşıklığının okumaya neredeyse zaman bırakmadığı bu çağda..." </span><i style="font-family: inherit;"> </i><span style="font-family: inherit;">demiş 20.yüzyılın başında </span><span>Marcel Proust. (</span><i style="font-family: inherit;">Swann'ların Tarafı </i><span style="font-family: inherit;">romanı</span><i style="font-family: inherit;">). </i></div><div><span style="font-family: inherit;">Yazmam fazlalık olacak ama gelmişiz 21.yüzyılın </span><span style="font-family: inherit;">başına yine iyi dayanıyoruz hayatın karmaşasına ha?! Eh biraz olsun rahatlatıyor eskiden de zor olduğunu bilmek... Hayatımın yasını tuttuğum bir döneme girdim. Kadın okurlar bunun ne demek olduğunu daha iyi anlayabilir. Böyle tanımlanmış bir dönemi var çünkü kadınların... Hala aklımda pek çok hayal var; benim bazen bir vagonuna bindiğim bazen indiğim bazen yavaş bazen bir istasyonda bekleyen bir trene binmiş hayallerim ama giderek daha hızlı gidiyor tren ve üstelik benim dizlerim daha sık ağrıyor, daha sık soluğum tıkanıyor, daha sık bir istasyonda trene değil de durup arkamdaki çimenlere, kasabalara, yan bankta oturan insanlara dalıyorum. Hala orada bir yerde bir tren var gidiyor, zaman gökyüzünden bana hep gülümsüyor aynı olduğu yerde duruyor. Ama benim gönlüm yorgun. Hayatımın yasını tutuyorum. </span></div>Azehttp://www.blogger.com/profile/07156970014009321205noreply@blogger.com7tag:blogger.com,1999:blog-3364037649771113662.post-79619093469567454192022-12-21T14:00:00.016+03:002022-12-26T14:49:28.582+03:00Anladıklarımdan II<div><span><span face="Verdana, Geneva, sans-serif" style="background-color: white;">Anladığım çok şey var geldiğim bu zamanda. Üzülüyorum, öfkeleniyorum, hayret ediyorum, kimine de şükrediyorum. Anlamak insanın cehennemi gibi bir şeymiş. Bu dünyadan musmutlu göçmek için aptal olmak kâfiymiş, en çok anladığım şey bu.</span></span></div><div><span><span face="Verdana, Geneva, sans-serif" style="background-color: white; font-size: 13.2px;"><br /></span></span></div><div style="text-align: right;"><a href="https://www.buyulugerceklik.com/2022/12/anladklarmdan.html" target="_blank">Anladıklarımdan I <span> </span></a></div><div><span> <span> <span> </span></span></span></div><div><span>Eski bir bankacı olarak </span><i>Blockchain</i> ya da <i>Bitcoin </i>meselesinden ne anladığımı da belirtmeliyim bence. Yeni bir çağın başlangıcı olduğunu düşünüyorum. Tarih Sakashi Nakamoto adını hangi harflerle yazacak bilemeyiz ama puntolarının büyük olacağına ben eminim. Ne zamanki dünyada üretim ve para akış sistemleri değişmiştir, toplumsal yaşam da değişmiştir. Bkz. Sanayi Devrimi... Sanayi Devrimiyle işçi, burjuva, kentli sınıfları doğmuş, çatışmalar ve uzlaşmalarla yeni yönetim ve ekonomi sistemleri türemiştir. Bkz. Sosyalizm, liberalizm… <i>Bitcoin</i> ile üretim sistemlerinde bir değişiklik ilk bakışta yok gibi görünse de para akış sisteminin değişmesiyle farklılaşan tüketim alışkanlıkları toplumsal yaşamı da değiştirecektir, değiştiriyor. ABD kongre üyesi Brad Sherman <i>Bitcoin</i> hakkında şöyle dedi geçenlerde; "Başlangıçta yasaklamadık çünkü önemli olduğunu bilmiyorduk. Şimdi yasaklayamıyoruz çünkü arkasında çok fazla para ve güç var." </div><div><br /></div><div>Psikiyatris Dr. Levent Kuey bir dersinde şöyle demişti: haz duygusuna dikkat edin! Bu konuda çok okuyun. Haz duygusu çok güçlü bir içgüdüsel yönelim üretir, "İ<i>nsanın açlık, susuzluk, cinsellik gibi güdülerinin giderilmesine yönelten psişik güç hazdır." (bkz.psikoloji sözlüğü)</i>. Mesela, aralarında 10 birimlik<i> </i>teknik<i> </i>fark varken 20 birimlik fiyat farkıyla bize <i>iPhone</i> 11 yerine 13 aldıran, hazdır. </div><div><br /></div><div>Koca koca adamların hangi mevkide olursa olsun kendilerinin olmasını istedikleri geleceği işaret ederek yaptıkları gelecek tahminlerinin dikkate alınmaması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü gelecek, onlar tarafından yazılmayacak... Ben de buna dahilim belki lakin şu anda yaptığım tahminlerim geleceği nasıl görmek istediğimden ziyade geleceğin yaratıcılarını gözlemleyip anladığım sonuçlardır. Yeğenim <i>metaverse</i> isimli bir oyun oynuyor. Orada <i>kendini oluşturup </i>oyunca kurgulanmış bir şehirde oradan oraya dolaşıyor. Hiç bir şey yapmıyor. Sokaklarında geziyor, parka gidiyor, arada puanıyla kıyafetlerini değiştiriyor. Bazen durup dururken bir yerden çıkan bir köpek peşine takılıyor (puanı varsa onu besliyor) havuza atlıyor, hoplaya zıplaya saatlerce dolaşıyor. Şaşırtıcı ve önemli olan bundan aşırı zevk alıyor, haz duyuyor. Oyunu kapat dediğimizde evine (oyundaki) geri dönüyor, yatağına yatıyor, ışıklarını söndürüyor, elindeki telefonu kapatıyor, (gerçekte) yatağına giriyor ve uyuyor 4 yaşındaki yeğenim. Gelecek çocuklar tarafından kurgulanıyor, bunda şüphe yok. </div><div><br /></div><div>Gerçeklik onlar için bizim anladığımızdan çok farklı olacak, öyle görünüyor. Daha da başkası, gerçeğe bir anlam yüklemiyorlar... Son Matrix filmi <i>"<a href="#">Matrix Resurrections</a>"</i> için Keanu Reeves bir çocuk grubuna önceki <i>Matrix </i>filmlerinin konusundan bahsediyor. Eski filmlerde karakterin gerçek dünya ile sanal dünya arasında sürekli bir sorgulama halinde savaştığını, insanlara gerçek dünyayı ispatlamaya çalıştığını anlatıyor. Çocuklardan biri neden, diye soruyor. Neden gerçeği arıyordunuz? Reeves, neden mi?! gerçeğin ne olduğu önemli değil mi? Çocuk, hayır, diyor. Neden önemli olsun ki. Düşündüğümüzde belki de öyle. Gösterdiğiniz yüzünüz, imajınız, rolünüz olması gereken şey ise, yapması gereken görevleri yapıyorsa, insanları etkiliyor ve istendiği gibiyse, gerçekte kim olduğunuz neden önemli olsun ki!... Sosyal medyada gerçekte Morgan Freeman olmayan ama onun gibi konuşan bir yapay zeka yüzü dolaşıyor. Bir kaç yıl sonra hasta yatağındayken büyük kalabalıklara hitap eden ve belki de hiç bilmediğimiz bir zeka tarafından konuşturulan ülke başkanlarının konuşmalarını dinliyor olacağız... İşte, <i>Blokchain </i>teknolojisi böyle bir dünyanın para birimi olmaya aday. Bugün binlerce kripto para birimi var. Şu, bu, iyidir vs. değil mesele. Sakın ha-yatırım notu değildir bu-. Binlercesi eminim yok olacak yerlerine yenileri gelecek, belki bir kaçı kalacak. Mesele kullanım mantıklarının dünyayı değiştireceğidir. Ya da değişen dünya için gerekli olacaklarıdır. Mesela Amerika'da bir arkadaşıma ya da kendi banka hesabıma para göndermek istiyorum. Bunun için geleneksel yöntemde, bankaya gideceğim, talimat yazacağım, tutarım 50-100 bin dolardan düşükse bankanın internet sayfasından talimat oluşturacağım ortalama yüzde 2-3 komisyon ödeyeceğim ve bütün bunlardan sonra param 2 iş günü sonra hesabıma yatacak. Ve tüm bunları yaparken en önemlisi adımda adresimde ülkemde Amerika'nın (USD ise ödeme) sevmediği İran, Küba gibi ülkelerden bir iz taşımayacağım, taşırsam banka sistemleri parama el koyacak. Oysa bir de şöylesi var; Amerika'da bir kripto borsasında hesap açıyorum, Türkiye'deki kripto borsasından oraya bir <i>blockchain</i> aracılığıyla paramı gönderiyorum. Amerika'da ya da herhangi başka bir ülkedeki başka birine de kripto paramı gönderebilirim. Tam iki dakka sürüyor. Sonra Amerikan borsası hesabımda kripto paramı Amerikan dolarına çeviriyorum ve Amerika'daki bankama gönderiyorum. Hepsi minimum komisyonla beş dakika. Talimat yok, hesap inceleme işlemleri yok, bilgi vermek yok. </div><div>Yeğenimin bu sistemi tercih edeceğine eminim ben. Şu anda Amerika'daki belli başlı kripto coin üreticileri/yaratıcıları Youtube Kids kanalında çocuklara yönelik tanıtım yayınları yapıyorlar... </div>Azehttp://www.blogger.com/profile/07156970014009321205noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-3364037649771113662.post-26654628400008643912022-12-20T16:25:00.006+03:002022-12-26T14:31:10.246+03:00Anladıklarımdan IAnladığım çok şey var geldiğim bu zamanda. Üzülüyorum, öfkeleniyorum, hayret ediyorum, kimine de şükrediyorum. Anlamak insanın cehennemi gibi bir şeymiş. Bu dünyadan musmutlu göçmek için aptal olmak kâfiymiş, en çok anladığım şey bu. <br /><br />Çook yıllar önce Oyunun Kuralı adlı bir dizi vardı, 1930’lar (?) Amerika’sında alt sınıflardan hızla yükselerek zengin olan bir adamın ali-cengiz oyunlarını anlatıyordu. Oyunu kuralına göre oynarsanız kazanabilirsiniz, (?) iyi niyetiniz suistimal edilmeyebilir, kullanılmayabilirsiniz veya şartlar genelde sizin lehinize olabilir. Uzun zaman bunun çelişkisini yaşadım. Machivelli ne kadar haklıydı? Tepeye gidiyorsa bir yol mübahmıydı bütün yollar ve yoldaki taşları ezmek? Kendi adıma karar verdim ki; bu değil. Ben attığım her adımın izini bırakacağım ve o izlerin izlerini taşıyacağım bu dünyada. Bir sokak köpeğini zehirleyen görevli görevi olduğu için cinayet işlememiş olmuyor ya da köpeğin insana zarar verdiğini düşünerek vicdanını rahatlamış olsa bile şahsen bilerek ve aklı başında olarak öldürdü mü öldürdü! Ne diyordu Binbir Gece Masalları; günah işleyen günahıyla cezalandırılmıştır zaten. Sebepler sonuçları değiştirmiyor. Oyunu kuralına göre oynamadığımızda "ötekilerden" olabiliriz. Dışlanabilir, yeterince kabul görmeyebiliriz ancak şu da var ki kurallar başka türlü değişmez! Var olan beğenmediğimiz zincirlere bir halka da biz ekliyorsak şikayet etmek hakkımız değildir çemberden. <br /><span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> </span></span></span></span></span></span></span></span></span></span></span></span></span></span></span></span></span></span>***<br />Ölüm olmasaydı olmazdı. Pek çok açıdan ölüm yaşamın en mantıklı olayı. Ölümün canlı yaşamındaki tek kesin şey, insanın oluşturduğu toplumsal düzen içinde en mantıklı son olduğunu düşünüyorum. Dünya gezegeninin gelişmesi ve belki sonlanıp yeniden bomboş bir gezegen olarak evren içinde var olması için ölüm şart, şarttı. Düşünüyorum da ya Hitler ve onun topluluğu sonsuz yaşama sahip olsaydı, ya Maya'lar insan kurban etmeye devam etseydi, engizisyon mahkemeleri kadınları yakmaya... Bunların yanında ölmemiş olmasını dilediğim de çok insan var. Bu dünyaya belki sadece güzellikler bırakmış çok insan... Ancak yaşamın devamlılığı için, dünyanın değişimi, toplumların dönüşümü için birileri gidip birileri gelmese olmazdı... <div><br /><div>'Netflix''in 'Explained' serisinin Sonsuza dek Yaşayabilir miyiz? adlı belgeselinin en sonunda bir Profesör bence basit ama yalın ifade ediyor bunu; "İnsanlar sürekli nasıl ölmeyebiliriz sorusunu araştırıyor. Bizler sonsuzluğun peşine düşerken, çoğu insan henüz orta yaşlarını görmeden pek çok önlenebilir hastalıklar sebebiyle ölüyor. Çocuklar gençliklerini göremiyor. Her bir insanı sağlıklı bir şekilde en azından 75 yaşına kadar nasıl yaşatabiliriz, bunu araştırmamız ve sağlamamız çok daha anlamlı olacaktır." <br /><span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> </span></span></span></span></span></span></span></span></span></span></span></span></span></span></span></span></span>***<br />Sınanmamış dostluk dostluk değildir. <div><span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> <span> </span></span></span></span></span></span></span></span></span></span></span></span></span></span></span></span></span>***</div></div></div>Azehttp://www.blogger.com/profile/07156970014009321205noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-3364037649771113662.post-44372642270462522072022-08-26T01:22:00.006+03:002022-08-28T13:05:14.318+03:00Bir Dostun Ardından <div data-originalcomputedfontsize="14" data-originalfontsize="14px" dir="auto" style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(255, 255, 255, 0.25); -webkit-text-size-adjust: auto; border-color: rgb(5, 5, 5); color: #050505; font-family: "Segoe UI Historic", "Segoe UI", Helvetica, Arial, sans-serif; font-size: 0.875rem; text-size-adjust: auto; white-space: pre-wrap; word-spacing: 1px;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEioQg0w4NYqESjlDvNgSC5-tb0ID_yepgOuA6dKfif437yvBe3FlumvUHEchLjosbK6NE_TPB3u5DQQxo9svdizWBjTshaUJ3kPs413McongFn6TJ2skagSAf3afpVUQ68Eh50LSEfixwDpLvP6V5XKgOqObclWCubG2YU3AnvPnp8tcXxY_FQODGpENg/s1600/299356212_10160267519832662_6821973189741816997_n.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1200" data-original-width="1600" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEioQg0w4NYqESjlDvNgSC5-tb0ID_yepgOuA6dKfif437yvBe3FlumvUHEchLjosbK6NE_TPB3u5DQQxo9svdizWBjTshaUJ3kPs413McongFn6TJ2skagSAf3afpVUQ68Eh50LSEfixwDpLvP6V5XKgOqObclWCubG2YU3AnvPnp8tcXxY_FQODGpENg/s320/299356212_10160267519832662_6821973189741816997_n.jpg" width="320" /></a></div><span style="font-size: 0.875rem;">Günledir düşünüyorum, ne yazsam nasıl yazsam... Her oturduğumda yeniden algılıyorum yeniden inanamıyorum, yeniden yanıyorum yokluğuna... Bir yandan herkesin bir yanının bir parçası olmandan yanıyorum; Denizhan için, Çınar için, ablalarının, abilerinin, tüm ailenin. Bir yandan öyle duyarlı, öyle hassas, bu dünya için öyle ihtiyaç bir insanın bu kadar erken ayrılmasına yanıyorum. Çok önce bir gidiş oldu... </span></div><div data-originalcomputedfontsize="14" data-originalfontsize="14px" dir="auto" style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(255, 255, 255, 0.25); -webkit-text-size-adjust: auto; border-color: rgb(5, 5, 5); color: #050505; font-family: "Segoe UI Historic", "Segoe UI", Helvetica, Arial, sans-serif; font-size: 0.875rem; text-size-adjust: auto; white-space: pre-wrap; word-spacing: 1px;"></div><div style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(255, 255, 255, 0.25); -webkit-text-size-adjust: auto; border-color: rgb(5, 5, 5); color: #050505; font-family: "Segoe UI Historic", "Segoe UI", Helvetica, Arial, sans-serif; font-size: 14px; text-size-adjust: auto; white-space: pre-wrap; word-spacing: 1px;"><br /></div><div data-originalcomputedfontsize="14" data-originalfontsize="14px" dir="auto" style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(255, 255, 255, 0.25); -webkit-text-size-adjust: auto; border-color: rgb(5, 5, 5); color: #050505; font-family: "Segoe UI Historic", "Segoe UI", Helvetica, Arial, sans-serif; font-size: 0.875rem; text-size-adjust: auto; white-space: pre-wrap; word-spacing: 1px;">Öğrenci yurdundaydık. Bizim odalar 6 kişilikti. Bir kız vardı koridorda görüyordum ara sıra, tek kişilik odada kalıyordu. Allah Allah demiştim o niye tek kişilik odada kalıyor ki! Meğer yüksek lisans yapanlara tek kişilik oda veriliyormuş. Tanıştık, gemi mühendisliği okuyorum demiştin. Vaay! demiştim! Bir kadın, hem mühendis hem gemi! Yıllar geldi geçti, sesindeki ton, yüzündeki iyilik değişmedi. Hep öyle cin gibi, ateş gibi bir kız olarak bildik seni yıllar yıllarca. Türkiye’nin deniz aşırı giden ilk kadın gemi makine mühendisi… Okyanusları aşan koca geminin makine donanımından sorumlu ilk kadın mühendis… Az şey mi; çok… Şöhret Subaşı Atikkan… </div><div data-originalcomputedfontsize="14" data-originalfontsize="14px" dir="auto" style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(255, 255, 255, 0.25); -webkit-text-size-adjust: auto; border-color: rgb(5, 5, 5); color: #050505; font-family: "Segoe UI Historic", "Segoe UI", Helvetica, Arial, sans-serif; font-size: 0.875rem; text-size-adjust: auto; white-space: pre-wrap; word-spacing: 1px;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div>Bankada çalışıyordum, bir parti vardı ve giyecek bir şeyim yoktu. Demiştinki gel sana ilginç güzel bir şeyler alalım. Öyle havalı ve uygun bir şey almıştık ki, bankadakiler çok şaşırmıştı. Ev hediyesi almıştın bize; hiç aklıma gelmeyen ahşap, orjinal, harika bir çeyiz sandığı. Kim artık hediye olarak çeyiz sandığı alıyor ki! Sen bilirdin, bulurdun, alırdın. Bir arkadaşımızın dediği gibi; bu dünya sana göre olamadı hiç... </div><div data-originalcomputedfontsize="14" data-originalfontsize="14px" dir="auto" style="-webkit-tap-highlight-color: rgba(255, 255, 255, 0.25); -webkit-text-size-adjust: auto; border-color: rgb(5, 5, 5); color: #050505; font-family: "Segoe UI Historic", "Segoe UI", Helvetica, Arial, sans-serif; font-size: 0.875rem; text-size-adjust: auto; white-space: pre-wrap; word-spacing: 1px;">Konuşmak zor. Yaşama başladığımızda hep gitmeye doğru ilerliyoruz ama bilmek, gidenlere el sallamak çok çok zor... Derler ki, adını anan son insan öldüğünde unutulursun. Ben senin çok çok uzun yıllar sesinin, sözlerinin, yüzünün yaşamda kalacağına eminim. Güzel bir insandın. Bu dünyadan güzel bir insan geçti. Dünyaya çok güzel şeyler bıraktın... En başta Tuzla’nın bütün kedileri ve ben ve bu dünya senden razıdır biliyorum, Allah da senden razı olsun. Ruhun şad olsun. Yattığın yer incitmesin Sevgili Şöhret… </div>Azizehttp://www.blogger.com/profile/00409857202801773796noreply@blogger.com12tag:blogger.com,1999:blog-3364037649771113662.post-5634083025137232452022-07-08T21:13:00.001+03:002022-07-08T21:28:58.660+03:00Sayıklamalar IX<p> Her şeyden şikayet eden yaşlıların neden her şeyden şikayet ettiğini anladığım için çok üzgünüm. </p>Azehttp://www.blogger.com/profile/07156970014009321205noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-3364037649771113662.post-78997387767180257742022-04-09T14:46:00.004+03:002022-04-09T15:07:58.862+03:00Bir Şekilde Yaşıyorum<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"></div>Gerçeği gerçek gibi anlatmış iyi sinema hikayelerinden Mandalina Bahçesi. Müziklerini de her karşıma çıktığında dinlerim. Evde her ne yapıyorsam oturup dinlerim mesela. Şu dünyadan kendime beş dakika çalamayacak mıyım der, durur dinlerim. <div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="176" src="https://www.youtube.com/embed/hLB8BkX9rRI" width="320" youtube-src-id="hLB8BkX9rRI"></iframe></div><p></p><p>Neden zaman bana hiç yetmiyormuş hissim bu kadar yoğun? Bir bileniniz varsa allasen söylesin! Evde oradan oraya koşturan çocuklarla, üç öğün yemek isteyen bir kalabalıkla yaşamıyorum, yaşamak için çalışmam bile gerekmiyor ama kafamda düşünüp durduğum hiç bir şeyi yetiştiremiyorum. Çünkü yapmıyorum! Şu an bu cümleme çok güldüm... Koltuğa oturuyorum balkonu yıkamam gerek diye düşünüyorum; dolaptan tel süpürgeyi çıkarıyorum, sandalyeleri balkon korkuluklarına takıyorum -iki kere yapıyorum o hareketi çünkü düşecek gibi oluyorlar- iki temizlik bezi ve '<i>cif</i> 'i alıyorum yanıma. Önce balkon mermerlerini ıslatıp siliyorum, ondan önce korkulukları tabi, bez çok kirlenmesin. Sonra o suyu yerlere döküyorum. Kaba tozunu şöyle bir süpürüyorum. Sonra bir iki en en fazla üç kez banyodan su taşıyorum döküyorum balkona iyice sürterek yıkıyorum. Sandalyeleri indirip siliyorum. Ortadaki tabureyi siliyorum. Tek kaktüs saksımı en güneş alan noktaya tekrar koyuyorum. Sabahtan beri ısınan çaydanlıktan son bir bardak çay alıp oturuyorum balkona, tomurcuklanan ağacı seyrediyorum. Sonra koltuktan kalkıyorum. Çayı kapatıyorum. Yaklaşık bir haftadır balkonda duran su dolu temizlik kovalarına bakıp, dursun biraz daha akşam oldu boş ver deyip, balkon kapısını kapatıyorum. </p><p>Beş gün olmuş sosyal medyadan onlarca arkadaşım yaş günümü kutlamış, dönmemişim. Mesaj kutusuna mesaj atan sevdiğim bir iki arkadaşım var, dönmek istiyorum dönmemişim. Kendime kural koyuyorum, her gün iki arkadaşımı-akrabamı arayacağım, bir iki gün arıyorum sonra yine aynı, arayamıyorum. Sevdiğim dayım var, amcam var, kuzenlerim var aklımda, vaktim yok ki! Herkesle konuşuyorum bütün mesajları cevaplıyorum hele hele ne güzel yazılar yazıyorum camdan bakarken. Sonra bir bakıyorum akşam olmuş karnım acıkmış eh, akşam oldu artık diyerek vicdanım rahat uyuyabileceğime sevinerek sabah hepsini sırayla yapacağıma söz vererek gözlerimi kapatıyorum...</p><p></p></div>Azehttp://www.blogger.com/profile/07156970014009321205noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-3364037649771113662.post-77827858100179162962022-03-12T01:05:00.004+03:002022-03-12T01:10:00.789+03:00Ama Olmadı Böyle Zaman<p>Zaman konusuyla ilgili bu kaçıncı yazım hatırlamıyorum. Bir algım birden yüzüme burdu bugün, yine yazayım zamanı dedim. Sağolsun s<a href="https://cerenin-gunlugu.blogspot.com/2022/03/3-aylk-bahar-plan.html">evgili Ceren </a>'in sorularını düşünürken, geçmişte de zaman hakkında -aslında boş boş- düşünürken, onu ne kadar yok saydığımı fark ettim. Sanırım ölümlü bir canlının yapabileceği en büyük hatayı yapmışım... Bravo bana yani. </p><p>"Sınırlı zamanın olduğunu asla unutma", yazmışsın ya sevgili Ceren, bir an durdum. Öyle ya, sınırlıydı, değil mi! Sınavlarda, toplantılarda, bir yere yetişirken, bir yerden ayrılırken zaman aklıma geldi mi elim ayağıma dolanıyor. Mesela daha sınavın bitmesine yirmi dakika vardır, aman! yirmi dakika kalmış diyerek bir saate bir soruya bakar kalarak süreyi doldururum. Son bir dakika kalmıştır gideceğim yere, daha zaman var derim. Kafamda aranacak insanlar, gidilecek yerler, hele de karar verilecek işler, eylemler ve daha neler neler için hep daha zaman vardır gelecekte?!. Zamanla ölçülen bir şey yok da, sanki ben yapacağımı edeceğimi ne zaman nasıl bitirirsem öyle/ydi hayat. Öyle olmalıymış gibi. Kötü oldu zamanı yok saydığımı netleştirmem. En azından farkında olmadan dolaşıyordum ortalıklarda, şimdi farkında olarak dolaşacağım, o kötü. </p><p style="text-align: left;"><i><a href="https://www.youtube.com/watch?v=Mw2M5IjBNeg&list=PLOzUY1KQ1bc58cAHzU8yCM6EprUvLefnK" target="_blank">Ben Kedim Yatağım</a>-Sezen Aksu</i></p>Azehttp://www.blogger.com/profile/07156970014009321205noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-3364037649771113662.post-5172190468496708052022-02-25T02:28:00.001+03:002022-02-25T14:12:30.428+03:00Karafatma<p>Gözümden uyku akıyor ama uyuyamıyorum. Banyoda bir karafatma gördüm. Öldürmek istemedim. Tuttum elimle camdan attım. Camdan atana kadar elimde öldü zannettim, çok korktum. Yaşamımın bundan sonraki acılarına nasıl dayanacağım bilmiyorum. Evin içinde otururken dışarda miyavlayan kedilerin çığlığına dayanamıyorum on kere balkona çıkıyorum birine bir şey mi oluyor ki? Balkonda üşüyorum bu sefer de soğukta ne yapıyorlar ki? Üzülüyorum. Daha olacak acılarım biliyorum; her şey sırayla giderse olacak... Ölümden korkmuyorum; yaşama özlemim ağır basacak biliyorum. </p>Azehttp://www.blogger.com/profile/07156970014009321205noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-3364037649771113662.post-15199030397615594892021-12-08T23:02:00.009+03:002021-12-08T23:09:06.837+03:00Alışkanlığın İntikamı<p style="text-align: right;">"Öyle ki, alışkanlık denen şey olmasaydı, hayatın, her an ölme tehdidiyle karşı karşıya olan kişilere - yani bütün insanlara - harikulade görünmesi gerekirdi." - Marcel Proust, <i>Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde</i> </p><p style="text-align: left;">Makyaj masasını çalışma masası olarak kullanıyorum. Üzerinde çalışma, okuma ve yemek yiyebileceğim bir masam olmasına rağmen ayrı bir çalışma masam olduğunda kendimi daha iyi hissediyorum. Çalışma masamın üzerinde bir takvim var. Hani böyle ay ay katlanabilir olanlardan. Yanında da bir kalemlik. İçinde çeşitli kalemler. Bu ikisi de günlük hayatımın çok önemli parçaları değiller. Belki kalemler ama takvim hiç değil. Fakat onlar orada durdukça kendimi güvende hissediyorum. Hayatımın 18 yılı boyunca günün ortalama on saati bir çalışma masasında oturdum ve masanın sağ tarafında kalemlik ve takvim, sol tarafında her akşam kapayıp her sabah açtığım bir ajanda bulundu. Geçen hafta Pazar sabahı marketten gazete aldım. Bir zamanlar pazar kahvaltıları sonrası iş aramasam da okuduğum Hürriyet İş İlanları ve planlar yaparak rahatladığım Kültür ve Sanat ekiyle hatırladığım kendimi, kendimle konuşurken buldum. İyi hissettim. Doktorların ilaçları aynı saatte almamızı salık vermesinin bir nedeni de bu değil mi; vücudumuz alışsın. </p><p style="text-align: left;">Rutin iyidir ama alışkanlık korkunç! İçimizdeki hayatı dondurduğunda bizi iyi hissettiren rutinlerimizin alışkanlığa dönüştüğünü anlarız ama iş işten geçmiş olur. </p><p style="text-align: left;">Not: Bu yazıyı yazalı bir kaç hafta oluyor. Gün aşırı oturuyorum yazmak için, bir kaç öfkeli ya da sıkkın cümle yazıp kalkıyorum. Pek çoğunuz gibi ben de şu cümleyi kuruyorum; hiç bu kadar umutsuz hissetmemiştim hayat karşısında, insana dair. Beyin ölümümün gerçekleştiğini hissediyorum. Hemen her şeyi kafamın içinde yaşayıp bitiriyorum. Oturup düşünüyorum, sonra hiç bir şey yapmıyorum. Mutlu olduğum tek rutinim, apartmanın önüne mama koymak ve kedilerin yemesini seyretmek. </p>Azehttp://www.blogger.com/profile/07156970014009321205noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-3364037649771113662.post-932248240151829022021-10-26T16:09:00.008+03:002021-12-08T23:10:11.485+03:00Yoruldum <p>Ne tuhaf bir dünya oldu… Artık her ne yaparsan yap, neyi ne kadar iyi ya da kötü yaparsan yap, başkalarına göstermiyorsan bir değeri yok gibi… Bu sosyal medya bezdirdi sanırım beni artık… Ne gördüğün senin ne yediğin sanki… Karından kocandan önce hiç tanımadığın insanlar görüyor bazen ne kadar mutlu ya da üzüntülü olduğunu.. Oturmuş kitap mı okuyorsun kahvenle evde, kocanın haberi yokken bu huzurundan hiç tanımadığın bir adam sana “bol keyifler” diyor ve sen ona; teşekkür ederim diyorsun, mesela. Ya da denize bakıyorsun dalgın, başın ağrıyor, üzgünsün, karın haberdar değilken neyin var, başka biri sana şu ilacı kullansanız iyi olur, diyor mesela. Özel nedir? Kimdir yakının? karıştı sanki… Sonra bir bakıyorum insan en çok nerden beğeni alıyorsa nerden yorum koparıyorsa o olmaya başlıyor. Sevmediği bir konuda belki uzman gibi davranıyor. Kim olduğunu, nasıl biri olduğunu unutuyor sanki insan… Julia Roberts’ın bir filmi vardı yıllar önce Kaçak Gelin isimli. Üç beş kişiyle nişanlanıyor tam düğünde nikahtan kaçıyor. Her nişanlandığı adam yumurtayı nasıl yiyorsa o da öyle seviyor yiyor. Sonra bir gün bir kafede uzun uzun düşünüyor; ben yumurtayı nasıl seviyorum! diye… Onun gibi işte…</p><p>Bi kere bir YouTube kanalında bir diziden bir oyuncu için “ne kadar kötü oynuyor” yorumu yapmıştım. Kadının biri, “gözün kör herhalde, ne kadar iyi oynuyor, iyi bak bence” gibi bir yorum yaptı. Ben ciddiye alıyorum inanır mısınız. Oturup üzülüyorum; neden bu kadar “terbiye yoksunu” oldu insanlar, diye. Ben oyuncuya laf etmişim sen bodoslama bana dalıyorsun! Ne yazarken kelimelere dikkat var ne de karşımızdakinin kalbi olan bir insan olduğu hatırlanıyor. Bir uzman kanalında teknik bir soru soruyorum, anlamıyorum bir daha soruyorum, ben anlatayım tatlım! gibi saçma bir cevap alıyorum alakasız birinden. Hem herkesin sanki tanımadan birbirini saydığı sevdiği bir dünya hem nefretini kusmak için fırsat aradığı bir haller, haller dünyası oldu sanki… Mesala, biri özelden mesaj yazsa her yazana insandır düşüncesiyle uygun şekilde cevap veriyorum; tanışmak için yazıyorsanız tanışmak istemiyorum, bir şey soracaksanız buyrun diyorum. Ama artık anladım ki önemli olan ne yazdığınız değil cevap vermeniz herhangi bir kelimeyle de olsa. Sanki cevap yazınca hazırsınız “her şeye”... Hatta biri demişti, madem konuşmak istemiyorsunuz neden cevap yazıyorsunuz! Oysa bana ne kadar kabalık geliyordu birine cevap vermemek. İşte, konuşmak istemediğimi yazıyorum, demedim artık… Ama kelimelerin bir anlamı yoksa, neden “yazıyoruz” artık… Velhasılı; anlamsız bir ciddiyetle yaklaşıyorum bu dünyaya ve benim baş edebileceğim bir karmaşa değil, anladım… </p>Azehttp://www.blogger.com/profile/07156970014009321205noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3364037649771113662.post-13936834377448633392021-09-12T23:12:00.008+03:002021-09-12T23:47:20.837+03:00Hallaç<div style="text-align: right;"><i>Sanki üzerimden yeryüzü geçti</i></div><div style="text-align: right;"><i>gövermedi gövermiyor bir türlü,</i></div><div style="text-align: right;"><i>yüreğimde ezilen yaşama tutkusu.</i></div><div style="text-align: right;"><i>-Şükrü Erbaş</i></div><div style="text-align: right;"><br /></div><div>Hallaç deyince aklınıza "hallaç pamuğu gibi atmak" deyimi geliyor ve hallacı, pamukların havaya havaya savrulmasını sağlayan o çubuk benzeri alet sanıyorsunuz değil mi? Ben de. Bu sefer üşenmedim bir kaç sözlükten kontrol ettim, hallaç o işi yapan kişiymiş. Sizi bilemem tabi de ben bilmiyordum. İşte, kafamın içinde bir hallaç, bir o düşünceyi bir bu düşünceyi havalandırıyor, ben bir ona bakıyorum yakalamaya çalışıyorum, bir buna bakıyorum hiç uzanmıyorum bile. Daha öncelerden de derdim, keşke ben düşünürken birine, yaz, şimdi bak bunu, hayır hayır onu, evet evet bunu da yaz, diyebilsem. O da olacak bir kaç on yıla biliyorum da, biz ulaşabilir miyiz? Sanmıyorum. Bugünlerde son bir yıldır çalışmamamın verdiği zamanla net olarak anladım ki bütün sistemlerin insanları çalışmaya şevk, sevk, terk ve ikna etmesinin tek bir nedeni var; düşünmemiz istenmiyor. İnsan düşünürse sorar, sorarsa fena! Öyle isteniyor. Şimdilerde sürekli bana soruluyor; ne yapıyorsun? Bana sorsanız o kadar çok işim var ki! Elim, kolum, dalım, aklım hepten dolu. Belki size boş bana dolu, bazen bana da boş. Bulduğum bir şey var ki; yaşamı ciddiye almazsanız yaşam da sizi ciddiye almaz. Peki gündelik hayat mı? O şöyle bir şey; "Ne kadar harika bir gün. Çay mı demlesem, kendimi mi assam karar veremiyorum." - Çehov. </div>Azehttp://www.blogger.com/profile/07156970014009321205noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-3364037649771113662.post-8094052232997722692021-08-23T13:18:00.003+03:002021-09-13T12:42:24.176+03:00Her Şeyi Anlamak Zorunda Değiliz<p>Ulus Baker'in dediği gibi, her şeyi anlamak zorunda değiliz. Zorunda mıyız sizce? Nohut soğuk suyla mı ıslatılır sıcak suyla mı? Biri bana nedenini söyleyerek cevabını verebilir mi? Bütün ansiklopedileri tavan arasına kaldırtan 'google' hazretleri her ikisini de söylüyor çünkü. Hangisine inanacağıma tamamen o anki üşengeçliğimle karar verdiğim bu soruya bir yanıt ve bu dünya da artık neye inanacağımızı ve nasıl anlayacağımızı bilen varsa söylesin... </p><p>Görüyorsunuz baştan sizi yanılgıya düşürüyorum. İnanmak ve anlamak bambaşka şeylerdir çünkü. İnanmak sorgusuzdur. İnsan bir yaratana ya inanır ya da inanmaz örneğin. Bunu akılla sorgulamak "inanç" meselesine ters düşer. Neden inandığımızı sorgulayabiliriz, inandığımız şeyin inanmaya değer olduğuna ikna kapları bulmaya çalışabiliriz ve inancımızı onun içine koyarız. Artık bizim için bizim inanılası bir şeydir o. Fakat yine de dünyanın geri kalanı için inanılmaması gereken bir şey olabilir. Önemli değildir. Çünkü inancımız kendi varlığımızın geldiği zihinsel dünyanın bir sonucudur. Bize aittir. Oysa akıl soru sorar, cevaplar nesneldir ve bildiklerinizin dışında olabilir. Aramak sonra bulmak, dünyada keşfedilmiş bilgiyle karşılaştırmak gerekebilir. Bulunur belki de bulunmaz ama bu şekilde her daim sorgulanmaya ve değişmeye açıktır. Oysa inanmak kolay değişmez. İnanç bizim kaplarımız değişirse, biz değişirsek değişir ancak. Anlamam mı inanmam mı gerekiyor bilmiyorum ama siz yine de söyleyin, hangi suyla? </p>Azehttp://www.blogger.com/profile/07156970014009321205noreply@blogger.com14tag:blogger.com,1999:blog-3364037649771113662.post-67705326317772193302021-08-20T21:36:00.008+03:002021-09-13T12:39:21.342+03:00Bir Sabah<p>Bu aralar sabah bir bakmışım aradan on yıl geçmiş olacak gibi geliyor. Çünkü geçmiş on yılın yılları sanki bir gece uyumuşum da sabaha geçmiş. Beynim hiç bu kadar karmaşık ve dolu tam da bu yüzden hareketlerim hiç bu kadar yavaş olmamıştı. Hayata hiç bu kadar karamsar ve umutsuz baktığımı hatırlamıyorum. Bütün enerjimi, inanmışlığımı, inanacaklarımı, beklentilerimi harcamışım, dağıtmışım sanki… </p><p>Bir film izlerdim ve hayallere dalardım. Artık film izleyemiyorum, anlamsız geliyor. Ve bu çok zoruma gidiyor. En sevdiği oyuncağı tavan arasına kaldırılmış, büyüdüğünün farkında olmadan büyümüş çocuk gibi hissediyorum. Şu “tavan arası” sözünün anlamsızlığını da yazınca fark ettim. Bizim kültürde evlerinin tavan arası olmaz ki, öyle, müstakil evlerde oturulan bir sınıftan değilim ben en azından. Tavan arası lafı bile hayal kurduğum filmlerden alınma, anlamsız yersiz bir görüntüymüş zihnimde meğer. Öyle bir görüntüyü zihninde taşıyınca insan sanıyor ki bir gün bir evi olacak, orada yaşlanacak, kendinin ve ailesinin hatıralarını tavan arasında depolayacak, sonra arada bakıp gülecek, ağlayacak onlarla. Yanlış imgeleri beynimde taşıyıp yanlış cümleler kurmuşum sanki…</p>Azehttp://www.blogger.com/profile/07156970014009321205noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-3364037649771113662.post-32159359324502797372021-06-25T11:53:00.002+03:002021-06-25T11:58:42.024+03:00Şiir: Gece Nöbeti<div style="text-align: right;">Not: O kadar özledim ki yazmayı. Çölde susuzluktan bitap düşmüş de, yanı başına geldiği ırmağa girecek hali kalmamış gibi... Camları silerken yazıyorum, yerleri süpürürken, yüzümü yıkarken, geceleri pencereleri kaparken yazıyorum da bütün kelimeleri tüketiyorum gibi... Öfkemi yazıyorum, üzüntümü, umutsuzluğumu, hatalarımı, pişmanlıklarımı, bir kaç kalan hayalimi de belirsizlikleri de, yazacak bir şey kalmıyor gibi... </div><b><div><b><br /></b></div>Gece Nöbeti</b><div><b><br /></b><div>Daha az seviyorum seni,<br />Giderek daha az<br />Unutur gibi seviyorum<br />Azala azala<br />Aramızdaki uzaklığın karanlığında</div><div><br />Geceler kısalıp gündüzler uzuyor böyle olunca<br />Daha az seviyorum seni,<br />Kendini iyileştiren bir yara gibi<br />Daha az</div><div>ve zamanla</div><div><br />Sen geceyi tutuyorsun, ben nöbetini<br />Uzak dağ kışlalarında<br />Görmüyoruz birbirimizi<br />Usul usul iniyor<br />Kopmuş yollara<br />Işığı hafif, uykusu ağır koğuşlarda üzerini örtüyorum senin<br />Bir çığ gibi uyuyorsun rüyalarımda,<br />Sevgilim sevgilim<br />Yıldızları daha büyüktür bazı gecelerin<br />Nöbet kadar yalnızken öğreneceksin bunu da</div><div><br />Artık daha az seviyorum seni<br />Unutur gibi, ölür gibi daha az<br />Yeniden ödetiyorum kendime<br />Onca aşkın öğretemediğini<br />Kolay değildi<br />Yalnızca sevgimi değil, evladımı da kaybettim ben<br />Kaç acı birden imtihan etti beni<br />Bir tek gece vardır insanın hayatında<br />Ömür boyu sürer nöbeti<br />Bu da öyleydi,<br />İyi ol, sağ ol, uzak ol<br />Ama bir daha görme beni.<br /><br /><b>Murathan Mungan (Aralık, 1998)</b><br /><br /></div></div>Azehttp://www.blogger.com/profile/07156970014009321205noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-3364037649771113662.post-58804157303400374362021-05-15T22:08:00.004+03:002021-05-16T19:16:39.830+03:00Rüyaymış<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on"><div dir="ltr" style="text-align: right;" trbidi="on">22.8.2020</div><div dir="ltr" style="text-align: right;" trbidi="on">Uzun zaman yazmayan pek çok yazanın dediği gibi; uzun zamandır yazamıyorum. Elbet içimden çoğu zaman çok yazdım ama şuraya oturup yazamadım. Her neyse... Bugün epey içimden geldi, keşke içimden geldiği an otursaydım ama böyle akşama bırakınca yine bir şey kalmadı. Ben de aylar önce yazdığım ve unuttuğum bu rüyalarımı açık etmek istedim. Sevgiler ve iyilikler sizlere...</div><div dir="ltr" style="text-align: right;" trbidi="on"> </div></div><div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
Bu aralar rüyalarımda sık sık ölmüşlerimi görüyorum. <br />
<br />
Bir hafta önce Gülseren'i gördüm. Ben, Saniye ve Gülseren bir yerde oturuyoruz. Gülseren canlanmış. Ben inanmıyorum, Saniye inanıyor. Diyorum, bir tek bize mi görünüyor, nasıl olabilir, nasıl canlanabilir?! Olmuş işte diyor Saniye, her zaman ki net konuşmasıyla kızarak bana biraz. (Bana bir konuda kızdığını mı düşündüm acaba Saniye?) Herkes görüyor, gayet yanımızda işte diyerek devam ediyor. Mehtap öldüğünde de bir kaç hafta sonra canlandığını, mezarından çıkıp yanıma geldiğini görmüştüm. Kız kardeşim biraz anlıyor rüyalardan ona sormuştum ben de; gülerek geldiyse seni merak etmiştir, yüzü gülmüyorsa kendisi senden bir şeyler bekliyordur, demişti. İşte Gülseren ve biz karışık, şimdi tam anımsamadığım bir şeyler yapıyoruz. Gülseren bir yere gitmiş, bir adamın yanına, biz kızıyoruz, neden gittin ki diyoruz. İngilizce bir ifade söylüyor, bu ne demek ki diyor bize. Saniye, bilmem diyerek bana bakıyor, Aze sen söyle, diyor. İngilizcesini söylüyor Gülseren, hatırlıyordum tam olarak ama şimdi ne yazık unuttum, şöyle çeviriyorum ama; "içindeki ışığı takip et." İçimdeki ışığın ne olduğunu bilmiyorum, işte sorun o... Bari onu da söyleyeydiniz... <br />
<br />
Dünden önceki gece, annemin anneannesini gördüm. O da yaşıyormuş. Ama o ölüp dirilmemiş, zaten yaşıyormuş ama ben bilmiyormuşum. Rüyamda annem hasta oluyor ama beyazlar içinde, ben başka bir yerdeyken onu hastaneye götürmüşler. Beni kardeşlerim buluyor, hatta yalnız kalmak istiyorum diye kapıyı açmıyorum, kapıyı kırıp içeri giriyorlar, annemi hastaneye kaldırdık demeleriyle fırlıyorum. Yanımda birileri varmış. Alelacele hazırlanıyorum, valimizi sürüyerek indirip yol kenarına bırakıyorum filan. Bir gitmem var görmeliydiniz... Araç bulamıyorum, kardeşlerim ortadan kayboluyor. Yollar ıssız, ama çok yeşillik. Otobüs bakıyorum bana bir motosiklet kiralama mı, kullanmasının çok kolay olduğunu söylüyor birileri. Kiralıyorum, zar zor çalıştırıyorum, gitmeye çalışıyorum, gaza basıyorum, ayağımı yere koyup hız alıyorum, bir gidiyorum bir gidemiyorum. Hızlı gidiyor gibi oluyorum ama bir bakıyorum hiç gidememişim. Gidiyorum gidiyorum ne kadar kaldı diyorum gördüğüm nadir kişilere daha çok diyorlar, hani kısaydı diyorum, gene binmeye çalışıyorum, zorluyorum, zorluyorum... Sanki bütün gece motosiklet kullandım, öyle zor, öyle sıkıntılı geldi bana. (Ne bisiklete binmeyi ne motosiklete binmeyi bilirim. Uyumadan önce bisiklet sürmeyi bilmediğimi düşünmüştüm, bu kadar mı etkilendim ki!) Artık motosikletle gidemeyeceğimi anlayınca onu bir yerde bırakmak istiyorum, ama kiraladığım yere nasıl ulaştırırım fikrine takılıyorum bir yandan, diğer yandan anneme yetişmek istiyorum. Bir kulübeye varıyorum, bir çocuk var on üç on dört yaşlarında, sana elli lira versem bu motosikleti şuraya bırakır mısın diyorum. Ailesi çok seviniyor, tabi bırakır ne olacak, diyorlar. Böylece bir ana caddeye varıyorum, otobüsler geçiyor sürekli yanımdan. El kaldırıyorum kimse almıyor. Sakarya ne taraf diye ona buna soruyorum, niyetim otostop çekmek. Öyle de yapıyorum ama yine kimse almıyor. Sonra birden, annemin nenesinin yanında buluyorum kendimi, yaşlı ama çok dinç, annen çok iyi merak etme, onun bünyesi çok güçlüdür, yayla kızı o, iyi olacak, atlatacak diyor bana. (Bugün annemle konuştum, sevinçle güzel bir rüya olduğunu söyledi. Beyazlar giyiyorsam aydınlığa çıkacağım iyi iyi dedi. Sen niye öyle sıkıldın ki deyince, yok ben de yeşillik içindeydim deyip geçiştirdim.) </div>
Azizehttp://www.blogger.com/profile/00409857202801773796noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-3364037649771113662.post-85276909565170155092021-01-27T00:26:00.007+03:002021-04-16T16:18:08.624+03:00Fotoğraflar ve Şarkı<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">Buyrun, <a href="https://youtu.be/bRvjxc_rANI" target="_blank">Kalkan manzaraları :-)</a></div><br /><span face="Roboto, Arial, sans-serif" style="background-color: #f9f9f9; color: #030303; font-size: 14px; white-space: pre-wrap;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/bRvjxc_rANI" width="320" youtube-src-id="bRvjxc_rANI"></iframe></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div><span face="Roboto, Arial, sans-serif" style="background-color: #f9f9f9; color: #030303; font-size: 14px; white-space: pre-wrap;"><br /></span></div></span>Çok iyi bir düzenleme olmadı ama hani bahçenizde bir gül yetiştirirsiniz de o, dünyanın en güzel gülüdür ya, öyle bir şey bu da. Bir ikisi hariç hepsi kendi çektiklerimden. <br /><br />Onu bunu bırakın da, bu dünyadan bir A.Özdemiroğlu ve A.Gürel geçmiş ya! Bir de gitmişler Sezen Aksu'yla buluşmuşlar. Ne de iyi yapmışlar! <div><br /></div><div>"Ter döküyor dört duvar ter bense beklerim bir gün mutlaka</div><div>Ters dönecek anahtarlar bir gün elbet çıkacaksın ışığa" diyor ya hani, bir tek cümleden koca bir hayat hikayesi yazdırmıyor mu size de? </div><div><br /></div><div>Yorum: Sezen Aksu, Söz: Aysel Gürel, Beste: Attila Özdemiroğlu Şarkı: Hasret</div>Azizehttp://www.blogger.com/profile/00409857202801773796noreply@blogger.com8tag:blogger.com,1999:blog-3364037649771113662.post-72035106526171162872020-12-30T13:16:00.046+03:002021-07-23T23:27:05.076+03:00Sayıklamalar XVIII, Kapari Çiçeği<div style="text-align: left;" trbidi="on"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-cWa2Xn3STQI/X-sUewIZhNI/AAAAAAAAE64/3JHmhBw8r-YNArDsW1ZbRlL2ZEGnIAQoQCLcBGAsYHQ/s2048/IMG_6721.JPG" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="2048" data-original-width="1536" height="400" src="https://1.bp.blogspot.com/-cWa2Xn3STQI/X-sUewIZhNI/AAAAAAAAE64/3JHmhBw8r-YNArDsW1ZbRlL2ZEGnIAQoQCLcBGAsYHQ/w300-h400/IMG_6721.JPG" width="300" /></a></div>Aylardır kitap okumuyorum. Bazı zamanlar bir hikayenin içine gömülmeyi özlüyorum ama okumuyorum. Çok sevdiğim bir filmle saatlerce kendimi unutacağımı biliyorum ama izlemiyorum. Sabahları annemin anlattığı saçma dizilerdeki saçma sahneleri dinlemeyi sevmiyorum ama dinliyorum. Mesela gitmek istiyorum bu kasabadan bazen, gitmiyorum. Gideceğim her yere kendimi götüreceğimden eminim artık, enerjimi boş vakitlerim için saklıyorum. Anneme hayranım bu aralar. Hiç durmuyor. Hiç, bir köşeye çekilip de uzun uzun daldığını görmedim. Kısa kısa bakınıyor ama hep yapacak bir işi var. Sobayı dolduruyor, tavukları yemliyor, maydanozları topluyor, yeşil soğan ekiyor, çamaşır yıkıyor, çamaşır topluyor, dantel örüyor ve akşamları televizyondaki kavuşamayan sevgililere üzülüyor, kötü kadın karakterlere zilli, yakışıklı gençlere ne güzel çocuk diyor. Ben, ben ona yetişmeye çalışıyorum her ne iş yapıyorsa. Sevmediği siyah kedinin benim yüzümden geceleri evde uyumasına ses çıkarmıyor. Sevmek diyorum, sevdiğini mutlu görmek istemekten başka hiç bir şey değildir. Yüreğin el vermese de.</div><div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on"><br /></div><div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">Yazacak çok şey var gibi ama yok da gibi. Kesinlikle ikisini de hissediyorum. Kendimden yorgunum. Yapacak bir şey yok böyle öleceğim biliyorum, diyorum bazen. Bazen yapabilirsin diyorum. Öfkem azaldı ama dinmedi. Yaşlandım. Yaşlandım. Böyle durumlarda söylenen, söylenebilecek özlü, motivasyon pompalayan sözlerden hoşlanmıyorum. Gerçekten. Kişisel gelişim saçmalığını iki binli yılların baş tacı eden yazarın <i><a href="https://www.pandora.com.tr/kitap/flow-psychology-of-optimal-experience/174232" target="_blank">Flow</a> </i>kitabını okudum, hem de orijinal dilinden. Bütün kişisel gelişim hikayesinin ana kaynağıdır bu kitap. Yazarının başında olduğu üniversitenin kapısından girip bahçesinde dolaştım. Yani dostlar güvenin bana, kapitalizmin yiyip bitirdiği bizleri ayakta tutma kandırmacasından başka bir şey değil. "Yanlış hayat doğru yaşanmaz."-<a href="https://tr.wikipedia.org/wiki/Theodor_W._Adorno" target="_blank"><i>Adorno</i></a> daha haklı bu konuda. Yaşamak için çalışmaya kodlayan, başarıyı bireyin kişisel çabasına indirgeyen, çevresel faktörleri yok sayan, mutsuzluğun üstünü sürekli motivasyonla kapatmaya çalışan kişisel gelişim yalanlarından kurtulmak bizi daha "insan" yapacak inanın. </div><div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on"><span style="text-align: center;"><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span>***</span></div><div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">Çağan Irmak'ın <a href="https://www.imdb.com/title/tt0408017/" target="_blank"><i>Mustafa Hakkında Her Şey</i></a> filmini izlediğimden beri merak ederdim kapari bitkisini. Kadın, kocası ve arkadaşları lüks bir restoranda yemek yiyorlar filmin bir sahnesinde. Koca başarılı, zengin bir iş adamı. Kadın güzel, alımlı. Koca yemeğin bir yerinde, salataya kaparisini az koydu diye garsonu azarlıyor, kişiliğine hakaret ediyor, garson özür diliyor, koca daha devam ediyor. Kadın yorgun ve bıkkın bir şekilde bakıyor kocasına. Filmin ilerleyen sahnelerinde rastgele tanıştığı bir taksi şoförüyle yatıyor kadın, aldatıyor kocasını. Düzenli görüşmelere dönüşüyor sonrasında bu tanışıklık. Ama çok uzun sürmüyor, birlikte geçirdikleri trafik kazasında kadın ölüyor, kocası taksi şoförünü anlıyor, buluyor, bir eve kapatıyor ve günlerce hem konuşuyorlar hem kavga ediyorlar. Bir ara diyor ki taksi şoförü, abi diyor, Ceren'e de soracaktım o gece anlattığında unuttum, kapari nedir abi?</div><div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on"><br /></div><div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">Resimde gördüğünüz çiçek kapari bitkisinin çiçeği. Yürüyüş yolumun kenarında karşıma çıktı, çiçeğinin güzelliğine hayran oldum ben de. Cinsel gücü artırmaktan hücreleri yenilemeye kadar pek çok şeye faydası varmış. Salataya daha fazla kapari ekletmenin egosu yetmiyor hayatımızdaki boşlukları doldurmaya, onu diyorum... </div>
Azizehttp://www.blogger.com/profile/00409857202801773796noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3364037649771113662.post-59081963241839505442020-12-04T23:09:00.001+03:002020-12-04T23:09:15.169+03:00Sarıl Bana<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on"><b><span style="font-family: arial;">Sarıl Bana</span></b></div><div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on"><pre><span new="" roman="" style="font-family: arial;">Bu yaşa geldim içimde bir çocuk hâlâ
Sevgiler bekliyor sürekli senden.
İnsanın bir yanı nedense hep eksik
Ve o eksiği tamamlayayım derken,
Var olan aşınıyor azar azar zamanla.
Anamın bıraktığı yerden sarıl bana.
Anılarım kar topluyor inceden,
Bir yorgan gibi geçmişimin üstüne.
Ama yine de unutuş değil bu,
Sızlatıyor sensizliği tersine.
Senin kim olduğunu bile bilmezken.
Sevgiden caydığım yerde darıl bana.</span></pre><pre><span new="" roman="" style="font-family: arial;"><b>- Metin Altıok</b></span></pre></div>
Azizehttp://www.blogger.com/profile/00409857202801773796noreply@blogger.com8tag:blogger.com,1999:blog-3364037649771113662.post-33556441758712939162020-11-30T16:10:00.004+03:002020-11-30T16:35:58.114+03:00Yaşamdan Sonra dizisinden... <div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on"><i>After Life </i>adında bir <i>Netflix</i> dizisi var. Karısının ölümünden sonra hırçınlaşan, sürekli çevresiyle didişen bir adamın gündelik yaşamını anlatan bir kara mizah dizisi. <a href="https://www.youtube.com/watch?v=aB01BL0jVe8&vl=tr" target="_blank"><b>Bir sahnesinde</b></a> yaşamın en belirgin heyecanının bir sonu olduğunu bilmemiz olduğunu söylüyor. Ölüm varsa yapıp ettiklerimizin ne önemi olabilir ki sorusuna; çok heyacanlı ama biteceğini bildiğimiz bir filmi de izliyoruz sonuna kadar. Hatta filmi tekrar izleme şansımız olduğunu biliyoruz. İşte yaşamın sihri de buradan geliyor, diyor. Katılıyorum. Zamanımızın bir sonu olduğunu bilmeseydik ilkokulu bile bitiremezdik. Yinede aklımız ölümü bilerek hareket ederken duygularımız "filmin" heyecanını kaçırmamak için reddediyor bu gerçeği. Ölüm fikri en büyük anksiyetemiz. Bütün anlam arayışımız bu anksiyete ile başedebilmek üzerine kurulu. Ufka baktığımızda yaşamın sanki sonsuzluğunu, sanki bitmek üzere olduğunu görüyoruz. Falan filan... <table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/--zspQHo-CuU/X8TrJWuqq_I/AAAAAAAAE6U/gBEF9QPC8XoTRhr4lJBgBbTYNO40PSmcACLcBGAsYHQ/s1600/695aa9f9-55c9-4453-8627-67db12034b9a.jpg" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img alt="Kalkan, Antalya" border="0" data-original-height="1200" data-original-width="1600" height="300" src="https://1.bp.blogspot.com/--zspQHo-CuU/X8TrJWuqq_I/AAAAAAAAE6U/gBEF9QPC8XoTRhr4lJBgBbTYNO40PSmcACLcBGAsYHQ/w400-h300/695aa9f9-55c9-4453-8627-67db12034b9a.jpg" title="www.buyulugerceklik.com" width="400" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Kalkan-Kaş, Ekim 2020<br /></td></tr></tbody></table></div><div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<br />
<br /></div>
Azizehttp://www.blogger.com/profile/00409857202801773796noreply@blogger.com6