24 Ekim 2011

Lanet Olasılıklar...

Fucking possibilities.



"Tanrı zar atmaz", demiştir Einstein. Ya nedir öyleyse her seçim ?



* Fotoğraf "yuksektopuklar.tumblr.com" adresinden alınmıştır.

23 Ekim 2011

Melezler

Böyle olur işte; bir arap ve bir latin çocuk yaparsa, işte böyle bir arap gırtlağı, gözleri, latin kıvrımları, gülümsemesi ve kıvraklığı çıkar ortaya. O zaman bir kadın böyle hem seksi hem sevimli oluverir işte ilk bakışta...Tam adı Shakira Isabel Mebarak Ripoll olan bu afete baktığımda iki şey geliyor aklıma ; bu ne özel bir ses, bu ne güzel bir dans ve ben bir kadını nasıl bu kadar güzel bulabilirim !? Bulurum ama ben, bazı kadınlara baktıkça işte güzelin anlamı budur dediğim çok olmuştur. Shakira tek başına güzel değil çok ama yeteneklerinin bileşeni O'nu oldukça güzel kılıyor...Kolera Günlerinde Aşk filmine de ayrı bir güzellik katmıştır sesi...Bir de keşke o saçlarını ikide bir sarıya boyatmasa. Biri ona "sen sıcak ülkelerin kadınısın, öyle soluk yüz ve saçlar sana göre değil" dese.

Bir kaç tane daha var bunlardan, biri Natacha Atlas; Mısır ve İngiliz karışımı, daha çok arap ezgileri söyler, "Kingdom of Heaven" filminde seslendirdiği şarkılarla biraz daha populer oldu. Ben kendisini çok dinlemem ama.

Diğeri, bana göre durup dururken ağlatabilen kadın diyebileceğimiz Yasmin Levy. Sefarad Yahudisi'dir , ladino tarzında söyler. Çok iyi bir ses ve yorum. Hüznün ve melankolinin sesi. Sanki tüm sefaradların geçmişini, acısını her notaya nokta nokta işlemiş gibi. Sanki sadece sesten oluşuyor. Biyolojik olarak melez sayılmaz ama müziği melez. Anne ve babası Türkiye'de doğmuş İspanyol kökenli yahudilerden. Kendisi İsrail'de doğmuş. Müziği köklerinden çok izler taşıyor haliyle.

İyi ki bir araya gelmiş bu anne-babalar...


Fikirler de düşünceler de böyle değil midir? Farklı olanları dinleyebilsek, konuşabilsek birbirimizle aynı masanın etrafında, ortaya çıkabilecek olan yeni anlamlar, yeni fikirler olacaktır bence hep dünyayı daha iyi daha yaşanabilir kılabilecek olan... Evet, ben de aynı fikirde olduğum insanlarla bir arada olurum, onların etrafımda olmasından hoşlanırım, fikirlerini benimsediğim insanların sohbetini ararım, aynı şeyleri bilen, konuşan, seven insan gördüğümde mutlu olurum. Fakat bu hiç bir zaman ötekini yok saydırmamalı bize. Dünyamızın temeli zıtlıkların birliği üzerin kurulmuştur, aynıya dönüştürmeye değil farklı olanla yaşamaya çabalamalıyız. Sevmek ?! Sevmeyebiliriz. Eskiden severdim insanları, çok eskiden. Şimdi bir  "tanıdığın" sesini duyuyorum çok sık kulaklarımda " İnsanları sevmiyorum Aze..." Ben de sevmiyorum epeydir, ama varlar, ben de onlardan biriyim...

21 Ekim 2011

Okur - Yazar

Son zamanlarda yazdıklarımı yazıp yazıp siliyorum. Yazmayı bırakıp okudukça daha da yazamaz oluyorum. Okuduklarımı okudukça ne berbat bir "yazar"  olduğumu görüyorum. Burada bahsi geçen "yazar" okur-yazar'da bahsi geçen yazardır...
Kelimeler sıralıyorum beynimde, öyle güzel yerleştiriyorum ki, çok da güzel seslendiriyorum ama beyaz ekrana baktıkça beynim siliniyor, siliniyor...
Ünlü bir yazardı da diyen,  kimdi hatırlamıyorum, herkes gibi bende yirmi dokuz harf kullanıyorum yazarken demişti. Yazıyla yapılan şeylere, o anlatılara, beynimizde nasıl yer ettiklerine baktığımızda yirmi dokuz harfin yettiğini görmek insanı şaşırtıyor bence de.
Sanırım ben ne yazarsam yazayım sevmeyeceğim. Mesela şu :  " W.Faulkner 1950'de nobel ödülünü aldığı zaman demiş ki ; " Ödülümü almaya gelmeyeceğim. Orası çok uzak."
Ne, net anlatıyor bazı şeylerin anlamsız olduğunu...
Son izlediğim W. Allen filminde, Bay Allen E. Hemingway 'a şöyle dedirtiyor : " Ben bir yazar olarak diğer bir yazarın yazdıkları konusunda kesinlikle iyi demem. Gerçekten iyiyse kıskançlığımdan demem, kötüyse de iyi demem. Bir yazar diğer bir yazara nasıl yazdığını sormamalıdır. Yazarlar yazarların rakibidir" Burada bahsi geçen "yazar " ifadeleri okur-yazar'da bahsi geçen "yazar" ifadesi değildir.

13 Ekim 2011

Bilsek Ne Değişiyor ?

Sir Edmund Hillary Yeni Zelanda'lı dağcı ve kaşif, 29 Mayıs 1953'te Everest'in tepesine ilk çıkan insan olarak ansiklopedilere ve tarih kitaplarına geçmiştir. " Sir " ünvanını bu şekilde kazanmıştır. Edmund Hillary Everest'in zirvesine çıkarken kendisine Tenzing Norgay isimli bir yerli rehberlik etmiştir. Ünvanını aldıktan bir kaç yıl sonra ansiklopedilere ve kitaplara Bay Tenzing Norgay 'ın da adının yazılmasına karar verildi. Basın toplantısı esnasında Bay Hillary rehberinden bahsetmiş ama adını yazdırma gereği duymamıştı. Daha sonraları eklendi işte... Bay Norgay 'ın babası, O'nun da babası Everest'e bir çok kez çıkmıştı, zaten neredeyse zirvede yaşıyorlardı ama bunu kitaplara yazdırmak hiç akıllarına gelmemişti, gereği de yoktu ki. O dağ zaten onların doğduğu yerdi, iner çıkardı onlar oraya, ne vardı ki bunda.

Biz insanlar saati yarattığımızdan beri gün yirmi dört saat. Zaten dönen zaman biz dilimlere böldüğümüzden beri bir kısalıyor bir uzuyor.

07 Ekim 2011

Şans mıdır ?

Vardır herkes gibi benim de başıma gelen ilginç, şans denilebilecek ya da şanssızlık denip vah vah edilebilecek minik hikayelerim...Düşünüp de bulamadığım muhtemelen de hiç bulamayacağım sorulardandır; şans mıdır olan şey yoksa zaten olacaktır da biz mi onu şans zannederiz. Mesela ;

Bir gün, uzakta değil geçenlerde birgün elimde çöp poşeti balkona doğru yürüdüm, birinci katta oturmanın avantajıyla hemen balkon altında bulunan çöp konteynırına poşeti atmayı düşünüyorum, bir yandan da poşet içindeki şişelerin bu durumda ne olacağını ?- Bazen yaparım evet, üşengeçlikten.- Hem yürüyordum hem kırılırlar mı, çok ses yaparlar mı, şu belediye ne diye şu mahallede cam-kağıt-atık kutularını ayırmaz ki daha diye söyleniyordum. Evet hepsini beş, belki de altı metre içinde düşündüm. Yine de çıktım balkona ki ne göreyim : Konteynırın içi tepeleme yaprak dolu. Biraz yaprak biraz dal. Karşı ki ağacı budamışlar. Bu sabah şanslı günümde miyim nedir dedim... O şişeler o yaprakların üzerine öyle güzel , öyle yumuşak düştüler ki, benim atlayasım geldi neredeyse...Eğer ben şişeleri dert etmeseydim bunu şans olarak görür müydüm, aklıma gelir miydi. Hiç umurumda olmasaydı şişeler şans olmayacaktı, değil mi?

Bir gün, çok uzaklarda bir gün işe giderken yanımda hiç para olmadığını fark ettim. İşin gerçeği evden çıkarken de biliyordum ama o gün maaşımın hesabıma yatması gerekiyordu. Banka para verme makinasının başına geçtim, şifremi girdim, rakamı girdim: Yok... Hiç para yok. Yatmamış. Olağan bir şey değildi ama olduğu da olmuştu. Bir vapur ücretiydi ama yoktu işte... İşe gidebilmem için sadece 1.-TL gerekiyordu ve yoktu. Sağa bakıyordum , sola bakıyordum, denize bakıyordum ve karşıya nasıl geçeceğimi düşünüp duruyordum ve işe geç kalıyordum üstüne üstlük. Dedim ki içimden : N'olur para bulsam, n'olur ki bulsam...İnsanlar yolda para bulmaz mı bulur, bende şimdi buluversem, alsam. Para verme makinasına iki üç kez bakmıştım. Son bakışımda, tam kartımı makinaya yerleştirdim ki ayaklarımın dibinde 1.-TL. duruyordu. İki üç kez bakmama rağmen sanki birden var olmuş gibi orada duruyordu öyle...

O paraya ihtiyacım olmasaydı, o paranın orada duruyor olması benim için bir hiç olacaktı, belki de hiç almayacaktım. Şans mıydı, tesadüf mü ? Belki de o gün işe gitmesem başka türlü bir şeyler olacaktı , benim için gelecekte başka bir şans olacaktı, kim bilebilir ki...O yüzden ben kuvvetle inanırım ki, çok altını dolduramasam da, her şey olması gerektiği gibi olmaktadır, olacaktır. Bu, kadercilikten ziyade hayatın döngüsü ile ilgili sanırım...Hayat sadece kendi döngüsünde ilerliyor, bizim için özel şeyler düşünmüyor. Başımıza gelenler için nasıl bir biçim biçiyorsak öyle düşünüyoruz, durumdan önce ihtiyacı düşünmüş isek şans diyoruz, düşünmemiş isek geçip gidiyoruz işte. Birbirine bağlı tesadüfler çoğunluk. Hem nedir ki şans; bugün şans gibi görün en bir olayı hayat tamamlanmadan nasıl bilebiliriz ki ? Madem bir olay diğer bir olayı nedenliyor, bugün yaşanan bir durumun ölürken nedenimiz olmayacağını nereden bilebiliriz. Bilemeyiz. O yüzden başımıza gelenler ne şanstır ne de şanssızlıktır, sadece başımıza gelmiştir. Büyütmeye hiç gerek yok. Hayat bir insan ömrü için hiçte büyük değildir...