" Bu ömrü nasıl bitirdik bilemedim yavrum. Nasıl ettik, n'aptıkta bitti bu koca ömür anlamadık." Anneannem derdi zaman zaman böyle. İki yıl önce bu günlere yakın bir zamanda bitirdi ömrünü. O son günlerinde artık hiç konuşmazken, bizleri tanıdığını bile hiç belli etmezken öleceğini düşünüyordu eminim. Nasıl bir duygudur acaba; insan yine de emin olabilir mi yakında bir vakit öleceğinden...
Babaannemede " Nasılsın" desem, çoğu zaman böyle der: " Heey gidi kızım heeey, ömür geçti, nasıl olalım! " Etrafımdaki hangi yaşlıya sorsam çoğunlukla ömrün nasıl geçtiğini bilemediklerini söyler. Vardır elbet mutlu zamanları, acılı zamanları, dolu dolu hatırladıkları zamanları ama hep kısadır, uzaktadır ve anlaşılamıyordur hangi aralıkta geçti...Az çok ta kendimden bilerek eminim ki artık : Ömrün nasıl geçtiğini hiç anlayamıyor insan...
Sadece şimdiki zamanın bir anlamı var, bu çıkıyor ortaya. Geçmiş; hatırlaması anlamsız olacak kadar kısalıyor, uzun bir zaman dilimi değil yaşanmış olan, unutmadığınız bazı anların görüntülerinden ibaret kalıyor. Gelecek ise zaten yok.
Zamansız ölüm; insanı en çok yaralayan... Birazdan ölmeyeceğimden emin olmadığım ben dahil sizler de hiç aklınıza getirmiyorsunuz bu yazımı okurken belki de çoktan ölmüş olabileceğimi...
Birinin anneannesi, dedesi öldüğünde ilk sorulardandır : "Hasta mıydı ? -Kurtulmuş o zaman. Çok mu yaşlıydı ? -Acı çekmemiş o zaman." Teselli; böyle sanılır. Dünyayı bugününe getirmiş insan aklının aklına gelen o dur o an. Yine de haksızlık edilmemeli, insanın kendisi bile geçirir aklından birazdan ölebileceklerini ve hatta acı çektiklerinde dileyebilir de, dilenebilir ölüm...
Bugün düşünüyorum da insan hiç inanmıyor yakınlarının ölmüş olduğuna. İnanç değil yerleşen şey. Hele de hiç aklınıza getirmediklerinize...
Ömür nedir ki öyleyse ? Eğer yetmiş üç yıl yaşamış olan anneannem için yetmiş gün bile değilse ömrünün hatırlanan zamanı, ömrüne biçtiği hayattan aklında kalanlar yetmiş gün bile etmiyorsa, HİÇ' tir ömür...Hiç...
O nedenle de çok ta yersiz değildir bir kaç dakikalık "hayat" için ömürden vazgeçmek...Bir kaç dakika da olsa, yetmiş yıl da olsa o kadarsa geriye kalan; bir kaç dakika ise, neden olmasın...
Hayat içinde doldurduğumuz yerden gittiğimizde ne oluyor o yere hiç anlamasam da, doldurmasak da o boşlukları başka şeylerle, o boşluklarla yaşamaya nasıl alışıyor insan en şaşırtıcı şeylerden biridir bana göre.
Sevdiğin şarkıları dinledim, sevdiğin filmlerden pasajlar izledim, yüzünü düşündüm, kısacık saçlarını, uzun ya da küt saçlarını, güzelliğini, kahkahanı, ranzadan yere nasıl atladığını, sırt çantanı, hızlı hızlı yürüyüşünü, " konuşmak ister misin" demeni, haşhaşlı ekmeğini, ev yapımı biber salçanı, sigara tablanı, çakmağını hatırladım.Gülümsedim, gülümsedim, gülümsedim...
Bıraktıklarını düşündüm, daha bırakmayı planladıklarını, ömrünü, hayatını düşündüm. Kısa ömründen kalan hayatını...
Arkadaşımdın, arkadaşımsın...Seni anlatmayı planladım ama olmadı...Geçmişte de denemiştim yine olmamıştı. Yok, yazamıyorum ben seni, olmuyor. Duyabiliyor musun ? Yazmamalı mıyım ? Belki. Sen isterdin sanki, sen severdin yazmayı sanki...O kadar hızlı gittin ki, o kadar sessiz gittin ki hiç soramadık sana? Hiç bir şey soramadık sana...
Başka zaman. Belki seneye. Hani o uydurduğumuz zaman kalıplarından ; sene-i devriyende belki...
Öğrettiklerinden, sevdirdiklerinden :
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=241234