14 Kasım 2010

Görmek....

göz bebeği."uludağsözlük-galeri"
Koku ile başlamıştık duyulara ama "Koku" tam da anlatılamadı istediğim gibi aslında. "Ses" var biraz yazılan ama bekliyor daha tam değil... Duyulardan görmek; en zor yazılacak olanı...
Çok şey var bir çırpıda söylenebilen; "Bakmak görmek değildir", "Satır aralarını görmelisin", "Bakış açına göre değişir","Senin gördüğün gibi değil oradan herşey","Gözünle değil yüreğinle bakmalısın", "O senin güzel görüşün".. .gibi yüzlerce görmek ya da bakmak...
Tüm duyular dönüp dolaşıp aynı noktaya dayanıyor; Algı. Bilinç. En çok da görmek böyle. Bütün algılarımız beş duyularımız ile çalışıyor, kayıtlanıyor ve bence bu yüzden biri olmayınca diğeri onun yerine geçmeye, çoğalmaya, tamamlamaya başlıyor kayıtlamaları yapabilmek için... Her bir algımız ise beynimizde bir bağ yaratıyor. Okuduğum bir çok psikoloji kitaplarından hatırladığım; beynimiz her şeyi kayıtlar ve gruplara ayırır, yüz milyar nöron beynimizde bu kayıtlamalar için sürekli çalışır, gruplara ayırır, biliçdışına iter, gerektiğinde çağırır... Bu yüzden bir şeye, birine, bir duruma, bir yere ait algılarımız (bizim ön-yargı dediğimiz) çok kolay kolay değişmez... Üzerine yeni bilgiler yazılması, işlenmesi, eskilerinin silinmesi yer değiştirmesi gerekir çünkü... Hele hele bir kişiye ait algılarımızı ilk dört saniye de ediniriz ve sonraları ilk önce hep o algı üzerinden düşünürüz...

Zihnimiz sembollerle düşünüyor, demek ki görmek ve onu beynimize atmamız aynı zamanda düşünmek ! Dinlediklerimizi, dokunduklarımızı, gördüklerimizi sembollere çeviriyoruz ve beynimize yazıyoruz... Ve en kötüsü ya da en güzeli, zihnimiz gerçek ile sanalı ayırt etmiyor... Her gördüğümüzü, her hissederek, duyarak, tadarak, koklayarak görüntüye çevirdiklerimizi, rüyalarımızı, kabuslarımızı, hayal ettiklerimizi, baktıklarımızı zihnimiz "tek"algı ile kayıtlıyor... Hepsi aynı,  gerçek yada değil, onlar sadece "kayıt"... Gerektiğinde kullanılacak, biliçdışında saklanılacak olan... Olumsuzu ayırmıyor, ayırt etmiyor, insan için iyi yada kötü olup olmadığını düşünmüyor sadece kayıtlıyor... Ne görürsek onu algılarla kayıtlara dönüştürüyor. Bu neden bu kadar önemli; duyularımızla oluşan bu algılarla karar verir, mantığımızla doğrularız. Sonuç; mantıklı karar olur! Bu yüzden bazı kararları çoktan almışızdır, alırız ama mantıklı doğrulamalara yaratamadığımız için döner dururuz etrafında sonuçta olacak olan olur, gerekçe bulunduğunda karar uygulanır... İşte önümüzdeki gerçeği yada yalanı "göremememizin" nedeni onu görmediğimiz değil, beynimize kayıtladığımız o algının henüz adını koyamadığımızdan, mantıklı gerekçe bulamadığımızdandır...

" Gözümüzün görevi bir cisimden yansıyan ışık demetlerini tek bir noktada odaklamak ve bunların gözün arka iç yüzeyinde bulunan sinir hücrelerini uyarmasını sağlamaktır. Uyarılan sinir hücrelerinde oluşan elektriksel akım görme siniri yoluyla beyne ulaştırılır. Örneğin, gözünüz şu anda bakmakta olduğunuz monitörün görüntüsünü gözünüzün arka kısmında, yaklaşık 0,5 mm çapındaki bir alanda odaklamaktadır. Bu milimetrik alanda, aralıksız dizilmiş, mikroskopla dahi görülemeyecek kadar küçük, ışığa karşı çok hassas, on binlerce sinir hücresi bulunur. Bu sinir hücrelerine fotoreseptör denir. Kornea, gözün en ön kısmında yer alan, yuvarlak, şeffaf, yaklaşık 0,5 mm kalınlığındaki dışbükey tabakadır. Korneanın arkasında, görevi gözün içine girecek ışık miktarını ayarlamak olan, iris bulunur. Bu, aynı zamanda gözlere rengini veren dokudur. İrisin arkasında yaklaşık 5 mm kalınlığındaki lens (göz merceği) bulunur. Kornea ve lensten geçen ışınlar gözün arka kısmında, görme sinirlerinin bulunduğu retina tabakası üzerinde odaklanırlar. Işık demetleri foton olarak adlandırılan parçacıklardan oluşur. Bu parçacıklar boşlukta denizdeki dalgalar gibi salınım hareketi yaparak ilerlerler.  Fotonlar retinada bulunan ışık algılayıcı hücrelere çarptıklarında bu hücrelerde birtakım kimyasal reaksiyonları başlatır ve bu reaksiyonlar sonucunda elektriksel sinir iletisi oluşur. Bu ileti elektrik kablolarından geçen akım gibi, görme siniri (optik sinir) yoluyla beyne iletilir. Şüphesiz bu reaksiyonun ürettiği elektriksel akım evimizde kullandığımız elektrik akımından yüz binlerce kat daha zayıftır. Her iki gözden de birer görme siniri (optik sinir) çıkar. İki gözde oluşan sinir iletileri, sağ ve sol optik sinirlerin içinden beyindeki görme korteksine kadar ulaşan bir yol izlerler. Görme korteksi beynimizin en arka bölgesindedir. Buraya ulaşıncaya dek, fotoreseptör hücrelerinde oluşan sinyaller uzun ve karmaşık bir yol izlerler. Bu yol boyunca sinir lifleri arasında çeşitli çaprazlaşmalar, bölünmeler ve gruplanmalar oluşur. Son nokta olan görme korteksinde, cisme farklı açılardan bakan sağ ve sol gözlerden gelen farklı sinir iletileri birleştirilir, yorumlanır ve bakılan cismin üç boyutlu, yani derinlikli görüntüsü oluşturulur. " (www.gozDr.com)  

Dolayısıyla, görme gözde değil beyinde gerçekleşir. Gözümüzle değil beynimizle görürüz... Göz sadece görüntüleri taşıyan araçtır. Beynimizle görürken ise hep geriye bakarız, algılarımıza, kayıtlarımıza, gruplamalara bakarız... İlk defa gördüğümüz nesneler için mecburen "gibi" ön tanımlamasını kullanırız  çünkü başka türlü kayıtlayamayız. Bu yüzden bazıları için gece "karanlıktır" bazıları için "siyah". Bazıları için yağmur "ıslaktır" bazıları için "sudur"... Bu yüzden yüreğimizle veya aklımızla değil  "anılarımızla" görürüz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder