04 Temmuz 2016

Yeşil Bir Ağaçtı Geçmiş: V

- Sen söyle Ç, ne yapıyorlardı içerde?
- Bilmiyorum, nerden bileyim!
- Gördüm, çok yakındınız dedim Değer'e. "Yok öyle bişi " dedi Değer. Kız gideli çok olmuştu. Tartışma kız gittikten sonra başlamıştı. Uzun saçlı uzun boylu, zayıf bir esmer güzeliydi ve yine bir resim öğrencisiydi ve bilinenlerin ilkiydi. Otobüs durağında tesadüfen rastlamıştım onlara, eve gidiyoruz ders çalışacağız demişlerdi, bende başka bir arkadaşıma uğrayacaktım. Bilinçli bir kontrol etme isteği yoktu bundan emindim ama belki yine de eve uğramamın bir nedeni de buydu. Nedenin ne önemi vardı ki zaten. Birden kapıyı açtığımda bir uzaklaşma görmüştüm ama anlamamıştım, neler oluyor, oluyor mu bir şeyler? Birden kendimden şaşılacak bir hız ile Değer'in yüzüne bir tokat attım hiç tereddüt etmeden karşılık verdi. Fiziki şiddeti insanın ruhuna yapılandan ayıran en önemli fark sonradan hiç acısının kalmaması böyle... Oysa insanın ruhuna işleyenleri unutulmuyor bir yumru gibi kalıyor insanın yüreğinde boğazında...

Sadece o anda "akıllı olun" dedi Ç, bir daha da kızlar konusunda birşey demedi, ne o zaman ne başka bir zaman. O eve taşınalı ne kadar olmuştu hatırlamıyordu, aslında ev değiştirmemişlerdi sadece kat değişmişti. Sahildeki ahşap evin iki katını da öğrencilere işgal ettirmek istemeyen sahip, en alt kattaki sadece duvarlardan oluşan iki bölmede kalabileceklerini söylemişti. Değer ile Ç 'de kalmaktaydı. Arkadaşlarım ile oturduğum evden ayrılmak zorunda kalınca birkaç parça eşyam da buraya gelmiş, tuhaf iki oda oluşmuştu. Ç girişteki eşyaların arasında sadece yataktan oluşan bölümde kalıyordu. O evde iki sahne hatırlıyordum; birinin yazılmasına gerek yok, diğeri de bu anlatılan.

Duygularımı tarif etmekte hep biraz eksik kaldığımı düşünürüm, birçok arkadaşım aksini düşünse de. Bu nedenle içimin fırtınalarını, hüzünlerini sevinçlerini hep eksik anlattığımı düşünürüm. Bu sanki biraz inanma ile ilgili idi. İnanmak bende hep eksik kalan duyu olmuştur. İnanmak? Varlığa inanmak, yokluğa inanmak, birinin beni sevdiğine inanmak, sevmediğine inanmak, umursadığına inanmak, umursamak istemediğine inanmak... Hep zor olmuştur bunlar... Birazı "kabullenme" duyusu ile ilgili belki birazı da de acıya duyarsızlaşma ilgili belki... Kendi acısına duyarsızlaşan başkalarının acısına da duyarsızlaşır, kendiyle hissedemediklerini başkalarıyla da hissedemeyebilir artık... Belki tüm bunlar nedeni ile o gün çekip gitmedim o evden. O günden ne kadar süre sonra ayrıldık bilmiyorum ama be gittiğimde Değer' in geleceğini bildiğim için eve uğramadığım birçok günler sonrası arkadaşlarım Değer'in çok beklediğini, hiç konuşmadığını sadece beklediğini, çok üzgün olduğunu, beni aradığını ama bulamadığını gibi gibi çok söylediler... Bittiğinde geçmişten hiç bahsetmemiştik sadece " Seni Sevmiyorum" demiştim... Yanlış olan buydu belki de her şeyi zamanında söylemek gerekiyor içeride tutmak ve büyütmek sonradan anlamını büyütmüyor aksine küçültüyor.

En çok insanın duygularının değişmesine şaşırıyorum artık. Bu dünya da şaşırdıklarım arasında bu kaldı. Olanlara, insanoğluna yapılanlara şaşırmıyorum; o gün her hangi birinden tokat yememe şaşırmıyorum belki de o yaşa kadar ve bugüne kadar yediğim üçüncü tokattır ama beni hiç şaşırtmıyor, belki de karşılık verdiğimden ya da nesine şaşıracağım ki... Ancak duyguların; onca güçlü hissedilen nefretin, sevginin, şefkatin, acımanın, üzüntüden ölmenin, aşkın değişebiliyor oluşuna şaşırıyorum... İnsan o an ölse ölebiliyor o duygudan oysa. Dünya kimseye gül bahçesi vaad etmedi, evet... Eğer zaman geçiriyorsa hissedilenleri insanlar neden ölüyor ki! Oruç Aruoba' nın dediği gibi : " Önemli olan kişinin duygularını tam olarak bilmesi (ki bu, en son sınırda, olanaksızdır ) değil, onları denetim altında tutabilmesidir ama bunun için de onları tam olarak bilmesi gereklidir: İki yanlı olanaksızlık! "

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder