Ne tuhaf bir dünya oldu… Artık her ne yaparsan yap, neyi ne kadar iyi ya da kötü yaparsan yap, başkalarına göstermiyorsan bir değeri yok gibi… Bu sosyal medya bezdirdi sanırım beni artık… Ne gördüğün senin ne yediğin sanki… Karından kocandan önce hiç tanımadığın insanlar görüyor bazen ne kadar mutlu ya da üzüntülü olduğunu.. Oturmuş kitap mı okuyorsun kahvenle evde, kocanın haberi yokken bu huzurundan hiç tanımadığın bir adam sana “bol keyifler” diyor ve sen ona; teşekkür ederim diyorsun, mesela. Ya da denize bakıyorsun dalgın, başın ağrıyor, üzgünsün, karın haberdar değilken neyin var, başka biri sana şu ilacı kullansanız iyi olur, diyor mesela. Özel nedir? Kimdir yakının? karıştı sanki… Sonra bir bakıyorum insan en çok nerden beğeni alıyorsa nerden yorum koparıyorsa o olmaya başlıyor. Sevmediği bir konuda belki uzman gibi davranıyor. Kim olduğunu, nasıl biri olduğunu unutuyor sanki insan… Julia Roberts’ın bir filmi vardı yıllar önce Kaçak Gelin isimli. Üç beş kişiyle nişanlanıyor tam düğünde nikahtan kaçıyor. Her nişanlandığı adam yumurtayı nasıl yiyorsa o da öyle seviyor yiyor. Sonra bir gün bir kafede uzun uzun düşünüyor; ben yumurtayı nasıl seviyorum! diye… Onun gibi işte…
Bi kere bir YouTube kanalında bir diziden bir oyuncu için “ne kadar kötü oynuyor” yorumu yapmıştım. Kadının biri, “gözün kör herhalde, ne kadar iyi oynuyor, iyi bak bence” gibi bir yorum yaptı. Ben ciddiye alıyorum inanır mısınız. Oturup üzülüyorum; neden bu kadar “terbiye yoksunu” oldu insanlar, diye. Ben oyuncuya laf etmişim sen bodoslama bana dalıyorsun! Ne yazarken kelimelere dikkat var ne de karşımızdakinin kalbi olan bir insan olduğu hatırlanıyor. Bir uzman kanalında teknik bir soru soruyorum, anlamıyorum bir daha soruyorum, ben anlatayım tatlım! gibi saçma bir cevap alıyorum alakasız birinden. Hem herkesin sanki tanımadan birbirini saydığı sevdiği bir dünya hem nefretini kusmak için fırsat aradığı bir haller, haller dünyası oldu sanki… Mesala, biri özelden mesaj yazsa her yazana insandır düşüncesiyle uygun şekilde cevap veriyorum; tanışmak için yazıyorsanız tanışmak istemiyorum, bir şey soracaksanız buyrun diyorum. Ama artık anladım ki önemli olan ne yazdığınız değil cevap vermeniz herhangi bir kelimeyle de olsa. Sanki cevap yazınca hazırsınız “her şeye”... Hatta biri demişti, madem konuşmak istemiyorsunuz neden cevap yazıyorsunuz! Oysa bana ne kadar kabalık geliyordu birine cevap vermemek. İşte, konuşmak istemediğimi yazıyorum, demedim artık… Ama kelimelerin bir anlamı yoksa, neden “yazıyoruz” artık… Velhasılı; anlamsız bir ciddiyetle yaklaşıyorum bu dünyaya ve benim baş edebileceğim bir karmaşa değil, anladım…
''Julia Roberts’ın bir filmi vardı yıllar önce Kaçak Gelin isimli. Üç beş kişiyle nişanlanıyor tam düğünde nikahtan kaçıyor. Her nişanlandığı adam yumurtayı nasıl yiyorsa o da öyle seviyor yiyor. Sonra bir gün bir kafede uzun uzun düşünüyor; ben yumurtayı nasıl seviyorum! diye… Onun gibi işte…''
YanıtlaSilO filmden aklımda kalan en güçlü sahne budur,3 gün önce ben de arkadaşıma anlattım hatta. Ne kadar güçlü bir metafor yaratmış senarist değil mi?
Seninle benzer ruh halleri içindeyim. Yalnız olmadığımı bilmek iyi geldi.
Merhaba. İyi ki yorum yaptın biliyor musun? :-) Yazı atölyesiyle ilgili yazına yorum yapabilmek için ne uğraştım ne uğraştım :-(
YanıtlaSilYorum yapıyorum gitmiyor, iletişimden yazıyorum gitmiyor. E-posta kısmı aradım bulamadım. :-)
Yazı yazma kısmıyla ilgili bayağ bir şeyler yazmıştım ama olmadı.. Sonra yine bir yerden ulaşmaya çalışayım diye aklımdaydı. :-) Teknik bir hata olmalı yorumlar kısmında sanırım. Bilemedim.
Sonra yine deneyeceğim, şimdi acil girdim çıkıyorum.:-(
.
Ruh halleri konusunda hem fikiriz biliyor musun.:-) Ben de bazen hissediyordum bunu.:-)