"Öyle ki, alışkanlık denen şey olmasaydı, hayatın, her an ölme tehdidiyle karşı karşıya olan kişilere - yani bütün insanlara - harikulade görünmesi gerekirdi." - Marcel Proust, Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde
Makyaj masasını çalışma masası olarak kullanıyorum. Üzerinde çalışma, okuma ve yemek yiyebileceğim bir masam olmasına rağmen ayrı bir çalışma masam olduğunda kendimi daha iyi hissediyorum. Çalışma masamın üzerinde bir takvim var. Hani böyle ay ay katlanabilir olanlardan. Yanında da bir kalemlik. İçinde çeşitli kalemler. Bu ikisi de günlük hayatımın çok önemli parçaları değiller. Belki kalemler ama takvim hiç değil. Fakat onlar orada durdukça kendimi güvende hissediyorum. Hayatımın 18 yılı boyunca günün ortalama on saati bir çalışma masasında oturdum ve masanın sağ tarafında kalemlik ve takvim, sol tarafında her akşam kapayıp her sabah açtığım bir ajanda bulundu. Geçen hafta Pazar sabahı marketten gazete aldım. Bir zamanlar pazar kahvaltıları sonrası iş aramasam da okuduğum Hürriyet İş İlanları ve planlar yaparak rahatladığım Kültür ve Sanat ekiyle hatırladığım kendimi, kendimle konuşurken buldum. İyi hissettim. Doktorların ilaçları aynı saatte almamızı salık vermesinin bir nedeni de bu değil mi; vücudumuz alışsın.
Rutin iyidir ama alışkanlık korkunç! İçimizdeki hayatı dondurduğunda bizi iyi hissettiren rutinlerimizin alışkanlığa dönüştüğünü anlarız ama iş işten geçmiş olur.
Not: Bu yazıyı yazalı bir kaç hafta oluyor. Gün aşırı oturuyorum yazmak için, bir kaç öfkeli ya da sıkkın cümle yazıp kalkıyorum. Pek çoğunuz gibi ben de şu cümleyi kuruyorum; hiç bu kadar umutsuz hissetmemiştim hayat karşısında, insana dair. Beyin ölümümün gerçekleştiğini hissediyorum. Hemen her şeyi kafamın içinde yaşayıp bitiriyorum. Oturup düşünüyorum, sonra hiç bir şey yapmıyorum. Mutlu olduğum tek rutinim, apartmanın önüne mama koymak ve kedilerin yemesini seyretmek.
"Rutin iyidir" fikrine katılmıyorum. Rutin demek aynı anı, aynı günü, aynı hayatı tekrar tekrar yaşamak demek. Oysa gerçekten yaşamak için her an, he gün başka olmalı. Rutinleşen her şey otomatik pilotta gerçekleşiyor ve hayat yaşamadan geçip gidiyor. Rutin kelimesinden bile nefret ediyorum sanırım.
YanıtlaSilHareketin zamanı yönettiği doğru. :-) Sevgiler..
YanıtlaSilSosyal medyaya rağmen hala blog yazmaya devam edenler olduğunu görmek ne güzel... Yazınızdaki konuya Michel Foucault da değinmiş son ropörtajında: https://borawriteson.blogspot.com/2011/10/thoughts-and-action.html ...ve tabi ki formül de vermiş: Eylem.
YanıtlaSilÖncelikle teşekkür ederim. Eski okuyanları görmek de güzel. Geçen aylarda yeğenim tesadüf yazdığım bir çocuk hikayesini okudu, bayıldı. Şaşırdım. Tekrar tekrar okudu. Yine yazsana dedi. Tabletinde favorilere kaydetti 'bloğu' yine yazarsam kaçırmasınmış. Yine de yazma eylemine geçemedim bir türlü. Umuyorum en kısa zamanda. Artık yazmamak, yazamamak konusunda sınıra dayandım umarım.
SilBen de sizin şiirlerinizi hatırlıyorum, sevdiğim, ilginç bulduğum.
Röportajı okudum. Eylem!... Ayrıca, son yazınızı da okudum, doğru, ne çok güzelleme yapıyoruz hiç bilmediğimiz yerlere ve sonunu bilmediğimiz hikayelere.
Bir yıl Amerika'da kalmıştım 7-8 yıl önce, sonra hep kalmadığıma pişman oldum ama şimdilerde şöyle düşünüyorum, burada geçirdiğim zamana bakıp hiç bilmediğim bir yaşamı güzelliyorum ancak orada nasıl bir yaşamım olacak olacağını hiç bilmiyorumç Ve bazen emin olamasam da olmuş olanın olabilecek en iyi ihtimal olduğunu düşünüyorum, bazen kaderci gelse de. Mr.Nobody filmini tekrar izlemeli belki...
Sözün özü, teşekkür ederim, çok zihin açıcı bir yorumdu.