Hem görsel hem kelimelerle bir şaheser yaratmış Nuri Bilge Ceylan.
Acaba diyorum; gökyüzünde bir ayna olsaydı, belli zamanlarda biz insanların ona bakma ve kendimizi görme şansımız olsaydı, görebilir miydik başkalarının bizim yüzümüzde gördüklerini. Diyelim ki gördük, anlayabilir miydik, değiştirebilir miydik maskelerimizi... Sanırım kabul etmemiz gereken ilk şey; insan kötülüğü ile var. İnsan alçak gönüllüğü ile olduğu kadar kibri ile de var. Yaşamın ölümle, boşluğun anlamlılıkla, sevincin hüzünle, gitmelerin gelmekle, uykunun uyanmakla olması gibi... Bunu bilelim, bununla yaşamayı öğrenelim, hani, nefsimizi silmekten yana değil, bilmekten yana olalım. Budur önemli olan belki de.
"Kış Uykusu" bize; işte İnsan diyor.
Bu filmi izledikten sonra, sinemasını taa başından beri bilerek böyle; sessizlikten-sesliliğe doğru giden bir üretim sürecinde kurduğunu düşünüyorum Sayın Ceylan'ın nedense, sessizlikle eleştirilen ilk filmi Kasaba'yı yaptığında Kış Uykusu'nunda ki yirmi dakikalık diyaloğunu zamandan planlamış olabilir mi, diye düşünmeden edemedim. Kasaba, Mayıs Sıkıntısı, Uzak, İklimler, Üç Maymun ve Bir Zamanlar Anadolu, her birinde diyaloglar sırasıyla daha da artmış. Ya da kendine yapılan eleştirilere inat; "Peki, madem benim uzun sessiz sahnelerime takıyorsunuz, buyurun bakalım, benim karakterlerim konuşursa böyle konuşur işte", demiş. İzlediğim beş filmini düşündüğümde, ister görsel ister sözel anlatsın tek derdinin 'insanı' anlatmak olduğunu anlıyorum şimdi. İnsanın kötülüğünü, zayıflığını, hırsını, kibrini, inceliğini ve güzelliğini, ne varsa sırayla bulduğu, ifade edebildiği her şeyini anlatmaya çalışıyor.
Hikaye anlatmanın bir çok yolu olabilir; dans ederek, şarkı söyleyerek, susarak, göstererek ya da söyleyerek. Nuri Bilge Ceylan, ne anlatacağını çok iyi biliyor bir kere. Nereden başlayacağını, nerede keseceğini, nerede gözlerinize bakıp anlayıp anlamadığınızı soracağını. Öyle de anlatıyor hikayesini; görüntülerle, böyle de anlatıyor; kelimelerle. Ve bence o bunu "işi" olduğu için yapmıyor. Haz alıyor, anlatmak istiyor, ondan başka bir şey yapamayacakmış gibi yapıyor yaptığı şeyi!.. Sanki, dünyanın geri kalanını umursamadan yerdeki onlarca bilyesini bir torbaya doldurup tekrar yere döken, sonra teker teker toplayıp, tekrar yere döken bir oğlan çoğu gibi. O, bilyelerinin renklerini, birbirine tokuştuğunda çıkardığı sesi, tek tek saymayı, pürüzsüzlüklerini hissetmeyi seviyor. Kazanmak ya da kaybetmek değil oyundaki derdi. Sadece oynuyor... Filmlerle anlattığı hikayelerden, özellikle 'Kış Uykusu'ndan bende kalan budur ilk başta.
Filmin kendisine dair söylemek istediğim çok şey var, ancak ikinci belki üçüncü kez izledikten sonra yazmak istiyorum. Şimdilik bu.
Acaba diyorum; gökyüzünde bir ayna olsaydı, belli zamanlarda biz insanların ona bakma ve kendimizi görme şansımız olsaydı, görebilir miydik başkalarının bizim yüzümüzde gördüklerini. Diyelim ki gördük, anlayabilir miydik, değiştirebilir miydik maskelerimizi... Sanırım kabul etmemiz gereken ilk şey; insan kötülüğü ile var. İnsan alçak gönüllüğü ile olduğu kadar kibri ile de var. Yaşamın ölümle, boşluğun anlamlılıkla, sevincin hüzünle, gitmelerin gelmekle, uykunun uyanmakla olması gibi... Bunu bilelim, bununla yaşamayı öğrenelim, hani, nefsimizi silmekten yana değil, bilmekten yana olalım. Budur önemli olan belki de.
"Kış Uykusu" bize; işte İnsan diyor.
Bu filmi izledikten sonra, sinemasını taa başından beri bilerek böyle; sessizlikten-sesliliğe doğru giden bir üretim sürecinde kurduğunu düşünüyorum Sayın Ceylan'ın nedense, sessizlikle eleştirilen ilk filmi Kasaba'yı yaptığında Kış Uykusu'nunda ki yirmi dakikalık diyaloğunu zamandan planlamış olabilir mi, diye düşünmeden edemedim. Kasaba, Mayıs Sıkıntısı, Uzak, İklimler, Üç Maymun ve Bir Zamanlar Anadolu, her birinde diyaloglar sırasıyla daha da artmış. Ya da kendine yapılan eleştirilere inat; "Peki, madem benim uzun sessiz sahnelerime takıyorsunuz, buyurun bakalım, benim karakterlerim konuşursa böyle konuşur işte", demiş. İzlediğim beş filmini düşündüğümde, ister görsel ister sözel anlatsın tek derdinin 'insanı' anlatmak olduğunu anlıyorum şimdi. İnsanın kötülüğünü, zayıflığını, hırsını, kibrini, inceliğini ve güzelliğini, ne varsa sırayla bulduğu, ifade edebildiği her şeyini anlatmaya çalışıyor.
Hikaye anlatmanın bir çok yolu olabilir; dans ederek, şarkı söyleyerek, susarak, göstererek ya da söyleyerek. Nuri Bilge Ceylan, ne anlatacağını çok iyi biliyor bir kere. Nereden başlayacağını, nerede keseceğini, nerede gözlerinize bakıp anlayıp anlamadığınızı soracağını. Öyle de anlatıyor hikayesini; görüntülerle, böyle de anlatıyor; kelimelerle. Ve bence o bunu "işi" olduğu için yapmıyor. Haz alıyor, anlatmak istiyor, ondan başka bir şey yapamayacakmış gibi yapıyor yaptığı şeyi!.. Sanki, dünyanın geri kalanını umursamadan yerdeki onlarca bilyesini bir torbaya doldurup tekrar yere döken, sonra teker teker toplayıp, tekrar yere döken bir oğlan çoğu gibi. O, bilyelerinin renklerini, birbirine tokuştuğunda çıkardığı sesi, tek tek saymayı, pürüzsüzlüklerini hissetmeyi seviyor. Kazanmak ya da kaybetmek değil oyundaki derdi. Sadece oynuyor... Filmlerle anlattığı hikayelerden, özellikle 'Kış Uykusu'ndan bende kalan budur ilk başta.
Filmin kendisine dair söylemek istediğim çok şey var, ancak ikinci belki üçüncü kez izledikten sonra yazmak istiyorum. Şimdilik bu.
Çok merak ediyorum. Bir an önce izlemeliyim. Nuri Bilge'nin sinemasını çok severim. :)
YanıtlaSilSevgiler.
Sevgiler.
Silaslında ödül alan filmlere ön yargılıyım.
YanıtlaSilama O'nunla gurur duyduğumu da itiraf etmeliyim.
kış uykusunu izlemek istiyordum.öyle güzel anlatmışsın ki,kesin izlerim artık.
bir yerde okumuştum tam nasıldı hatırlamıyorum ama içinizdeki karanlık olmasa ışık nasıl yol alırdı...gibi bir söz okumuştum.
elbette insan olduğumuzu kabullenmek çok önemli.
Aslında filmi -henüz- çok anlatmamıştım ayışığı:) Ön bilgiye istinaden ve önyargına rağmen izlemek istediysen sevindim.
YanıtlaSilIşığın karanlıkta yol alması imgesi güzelmiş. Sevdim.
Teşekkür ederim. Hoşça kal.