Tuhaf bir rüya gördüm dün gece. Sabah uyandığımda daha net hatırlıyordum ve daha çok hissediyordum tuhaf olduğunu ama, yazmak akşama kalınca silindi detaylar. Şimdi tek hatırladığım; hiç bilmediğim bir kasabadaydım. Karanlık ama çok güzel renkli lambalarla aydınlatılmış sokaklar. Karanlık olduğunu biliyorum, "karanlık" hissiyle karşılaşacağımı sanıyorum kasabaya giderken ama öyle olmuyor. Işıklı etraf. Tuhaf olan; sokakların ismi ya da işlevi. Biri, düşünmek istemiyorum-istiyorum sokağı imiş ya da öyle bir şey. Düşünme, düşünce gibi. Diğeri, düşüneceğim sokağı. Allah allah diyorum, böyle sokak mı olur? Ne yapıyor insanlar burada? Sokağa doğru gidiyorum, saat çalıyor uyanıyorum.
Bütün gün kafamdan geçenleri bir kul duysa da kağıda dökse keşke diyorum bazen. Bugün de dedim. Değme yazarlara taş çıkartmasam bile, çok başarılı şeyler çıkacağına eminim. Öyle cümleler geçiyor ki aklımdan, kendim şaşıyorum bunu ben mi düşündüm şimdi?! Ne yazık insan hızlı düşünüp yavaş yazıyor işte.
Yaşamda yapılacakların bir sırası var öyle değil mi? Biz topluluklar için oluşturulmuş sıralar. Yaşadığımız toplumun sırası ne ise de, ona uyarsın. Uymazsan mutlu olamazsın. Mutluluğunun öyle bir koşulu var. Öyle mi ? Okula, askere gider, ya da sadece okula, sonra bir işe girersin, girmelisin. Bir eşin olmalı sonra, belki sevdiğin olmasa da olur ama bir eşin olmalı. Çocukların, emekli maaşın ve emekli olunca yapacaklarının hayali olmalı, olur, oluyor. Afrika'da Masai kabilelerinden birinde babalar çocukları ile ilgilenmiyor. Yani, doğumdan sonra onlar için "bir çocuğum var" kavramı yok. Belki haberleri de yok, o kısmını bilmiyorum. Çocuğun bizim anladığımız anlamdaki tüm babalık görevlerini kadının erkek kardeşi üstleniyor. Dayı hem sevgisi ile hem maddi olarak bundan sorumlu. Toplum bunu bilmiş, bunu uyguluyor. Sırasıyla oluyor ya herşey bizde, olmadığında şaşırıyoruz. Tuhaf buluyoruz. Karşı çıkıyoruz, burun kıvırıyoruz, zorlanıyoruz anlamakta. Bu arada; İnsan anlam arayan bir varlıktır. Anlam veremediğimiz zaman korkarız, panikleriz, düşünürüz. En iyi örneği bebeklerdir; biz yetişkinler onlara anlam veririrz. Sırasızlığa şaşırıyoruz demiştim ya, ben en çok "şaşırmadığımız şeylere" şaşırıyorum. Babalar kızlarına tecavüz ediyor şaşırmıyoruz. Çocuklarının üstlerinde sigara söndürüyor, ölümüne dövüyor, ölüme terk ediyor şaşırmıyoruz. Milyonlarca insan bir avuç toprak uğruna ölüyor şaşırmıyoruz. Hep çocuklar; arkadan vuruluyor, aç bırakılıyor, henüz anlamadıkları bir dünyanın hırsına, kibrine kurban veriliyor yine de şaşırmıyoruz... Bayıldığım filmlerden, Manolya filminde vardı; işte buna benzer olaylar şaşılacak. Gökten kurbağa yağınca şaşıyorlardı bir tek, sanki çok biliyoruz atmosferin ardından ne gelebilir her zaman. Öyle fantastik bir film de değildir.Yarı kurgu-yargı gerçektir hatta. Yüzyıllık Yalnızlık kitabı bir diğer örneği, kitap baştan aşağı 'saçmalık' ve Marquez'in kendisin de dediği gibi o kitabı hiç şaşırmadan okuyan insanlar var...
Benimde var şaşırmadığım bir şeyler, şaşıpta öylesine, yine de baktığım. Sütten çıkma ak kaşık değilim, ama ben biliyorum ki her şey 'sırasıyla' olmak zorunda değil...
"... dünya tatsızlığı kristalleşirken kimyasal bir çözeltide,
hiç bir şeyi çözemezsin...
bileklerini de kesemezsin
anti-maddeye kaçmak istersin sadece
bazen ama bir insanla bir şey olur
kısa süren bir şey
iki geyiğin sıçrayıp havada öpüşmesi gibi
bazı insanlarla yıllarca görüşsen de bir şey olmaz..." Lale Müldür' ün Saatler/Geyikler şiirinden.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder