İnsanların tekrar tekrar aşık olabileceğini düşünmeleri, beklemeleri saçma değil de nedir ? Aynı duygunun yaşanıp bittiğini, bitebildiğini tekrar tekrar gördükten sonra gene sanki hiç bitmeyecek hissiyle yaşamaları ve bundan şüphe duymamalarının akılla bir ilgisinin olmadığı, olamayacağı aşikar. Böyle düşünüyorum bugün. Yarın böyle düşünmeyeceğimi bile bile bugün bu düşüncemden o kadar eminim ki!
Kime haksızlıktır ; "seni seviyorum" demek birine ? İlk söylediğinize mi, size mi, sonraki ve sonraki söylediğinize mi ? Hele onsuz yaşayamayacağınız olduklarınız, giderse ölecekleriniz, siz olmadan var olamayanlar... Neden tüm bu girdaplar? Aklım almıyor ; kendi tarihimizde yaşananlara mı şaşmalı, insanlığın kendi tarihinden hiç ders almamasına mı ? Benzemese de hiç biri birbirine yine de aynıdır başlangıcı veya sonu aşkların. Sonu olmayan aşk ancak bir kabulleniştir artık aşık olmaya gerek kalmamasına. Ya yaşam bitmiştir ya da yaşamın gereği gitmiştir. En çok sevilmek doyurur insanı sevmeye nazaran, çünkü en çok sevilmek ister insan sevmeye çalışırken. Aşk diyorum sevmek diyorum ikisi aynı şey gibi ama değildir. Aşık olunca seveceğini düşünür insan daha uzun zamanlar, bazen olur bazen olmaz. Hiç bir aşk sevgisiz değildir muhtemelen ama bir çok sevgi vardır aşık olmaya ihtiyaç duymayan. Sevmeye karar verir insan, eyleme geçer, eylemine devam eder , sahip çıkar, büyütür. Aşk karşısında ise yapacak pek bir şeyi yoktur. Aşk erdemli değildir çoğu zaman, ahlaklı, iyilik ve sevgi dolu da değildir. Hepsinden öte tek kişiliktir aşk. Aşık olduğundan sana geri yansıyan dır aşk. En çok sevildiğinde bile hissettiğin; aşık olunana duyduğunun , duyduğuna çarpıp sana yansımasıdır, sende olandır.
Böyledir birini sevmek bazen; nedensiz, sahipsiz, ilişkisiz, Münir Özkul'u sevmem gibi benim. Çok mu iyi bir oyuncu ? Bence öyle ama belki de değildir, ben onun oyunculuğunu değerlendirebilecek sinema alt yapısına sahip olduğumu sanmıyorum ki, sadece iyi bir izleyiciğim o kadar. Seviyorum ben O' nu. Şimdilerde halk arasında bunama dediğimiz hastalık ile cebelleşiyor evinde. En son 1996'da " Ay Işığında Saklıdır" adlı TV için yapılmış bir türk filminde izledim ben kendisini, o da tek sahneydi, bir sandalyede otururken. Sonradan duydum " Dar Alanda Kısa Paslaşmalar" adlı filmde de oynamış ama ben görmedim, söylediler bana. Sonradan da izlemedim filmi. İzlemedim. Şimdi ki eşinden önceki iki eşi de kendisinden alkol sorunları nedeniyle maruz kaldıkları şiddet nedeniyle boşanmış. Artık yaşlılığı ve bunama rahatsızlığı nedeniyle son eşinin bu tür sorunlara maruz kalmadığını düşünüyorum ya da boşanmayı tercih etmediğini. Yine de seviyorum. Ya böyle bir şey sevmek ya da ben O'ndan yana bir üzüntü ve acı görmediğimden gözlerimle ve hissetmediğimden anlayamıyorum ve sevmeye devam ediyorum...Yoksa sevmezdim ben O' nun gibi birini...Sevmezdim. Sever miydim ? Sevmezdim...
"Ay Işığında Saklıdır" filminde aşık oldum ben Toprak Sergen'e, tutkusuna ve adına... Sonra unuttum. Diğer aşklarım gibi. O da herkes gibiydi, unutulan, unutulmak için çabalanan... Bir oğlum olsaydı Uygar olacaktı adı, ne yalan söyleyeyim olsaydı olacaktı...
"Bu gece don beklenen bölgeler : Antalya, Kumluca, Turunçova. Sera sahiplerinin tedbirlerini almaları önerilir. Yarın Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerimizde karla karışık yağmur bekleniyor." Ertesi günlerde yağmur rüzgarın önüne katılmış ne taraftan yere düşeceğini şaşırır, kalın ya da ince ama soğuk damlalar insanların suratlarına suratlarına çarpardı. İşte derdim ben küçükken; başladı " karmakarışık yağmur." Çook sonradan anladım spikerin "karla karışık yağmur" dediğini...Karmakarışık yağmurlar yağmaya devam etti ama...
Bir çocuk ; on üç on dört yaşlarında, çok açık bir yeşil üzerine beyaz minik çiçekli penye pijama takımıyla sıvasız müstakil bir evin kapısından çıkıyor gece yarısını oldukça geçmiş bir saatte. İkinci ya da üçüncü giyişi olmalıydı o pijama takımını ki daha önce takım pijaması olmamıştı hiç. İlk defa birbirinin aynısıydı, okul gezisi için alınmıştı. Başkaları için... Eğer seslenmemiş olsaydı birisi arkasından o gece kasabayı şehre bağlayan ana asfalta kadar yürüyeceğine emindi. Sonradan emin oldu ama, o gece bilmiyordu. Durdu, arkasından seslenene baktı. Durdu. Müstakil evin hemen yan tarafındaki el musluğuna doğru eğildi. " Elimi yıkayacağım dedi, bir şey yok elimi yıkayacağım. Geliyorum."
Neden dedi ? Neden bunca yıl sonra elimi yıkarken birden hatırladım bu sahneyi daha dün yaşamış gibi?...İnsan unutabilir mi ki bunca yıl sonra bu kadar net hatırlayabileceği bir sahneyi ? diye sordu çocuk : " Unutmaz insan hiç bir görüntüyü, sesi, kokuyu ve durumu ancak beyin arka planda tutar altta kalanları, yeni öğrendiklerimizi kaydedebilmek ve yerleştirebilmek için doğru yerlere. Basitçe böyle diyebiliriz. Sende de öyle oldu, elini yıkarken o ana çağrışım yaptı beynin, o gece yarısı elini yıkadığını ve neden elini yıkadığını hatırladın...
Şöyle başlayabilirdi hikaye. Şöyle de başlayabilirdi , ama başlamadı. O çocuk o kapıdan hiç girmedi bir daha, şehre bağlanan asfalta varmadan bir başka müstakil evin bahçesinde bir köpeğin kulübesinde uyuya kaldı sabaha kadar. Sabah oldu ve biz bilmesekte hikaye devam etti...
Kime haksızlıktır ; "seni seviyorum" demek birine ? İlk söylediğinize mi, size mi, sonraki ve sonraki söylediğinize mi ? Hele onsuz yaşayamayacağınız olduklarınız, giderse ölecekleriniz, siz olmadan var olamayanlar... Neden tüm bu girdaplar? Aklım almıyor ; kendi tarihimizde yaşananlara mı şaşmalı, insanlığın kendi tarihinden hiç ders almamasına mı ? Benzemese de hiç biri birbirine yine de aynıdır başlangıcı veya sonu aşkların. Sonu olmayan aşk ancak bir kabulleniştir artık aşık olmaya gerek kalmamasına. Ya yaşam bitmiştir ya da yaşamın gereği gitmiştir. En çok sevilmek doyurur insanı sevmeye nazaran, çünkü en çok sevilmek ister insan sevmeye çalışırken. Aşk diyorum sevmek diyorum ikisi aynı şey gibi ama değildir. Aşık olunca seveceğini düşünür insan daha uzun zamanlar, bazen olur bazen olmaz. Hiç bir aşk sevgisiz değildir muhtemelen ama bir çok sevgi vardır aşık olmaya ihtiyaç duymayan. Sevmeye karar verir insan, eyleme geçer, eylemine devam eder , sahip çıkar, büyütür. Aşk karşısında ise yapacak pek bir şeyi yoktur. Aşk erdemli değildir çoğu zaman, ahlaklı, iyilik ve sevgi dolu da değildir. Hepsinden öte tek kişiliktir aşk. Aşık olduğundan sana geri yansıyan dır aşk. En çok sevildiğinde bile hissettiğin; aşık olunana duyduğunun , duyduğuna çarpıp sana yansımasıdır, sende olandır.
Böyledir birini sevmek bazen; nedensiz, sahipsiz, ilişkisiz, Münir Özkul'u sevmem gibi benim. Çok mu iyi bir oyuncu ? Bence öyle ama belki de değildir, ben onun oyunculuğunu değerlendirebilecek sinema alt yapısına sahip olduğumu sanmıyorum ki, sadece iyi bir izleyiciğim o kadar. Seviyorum ben O' nu. Şimdilerde halk arasında bunama dediğimiz hastalık ile cebelleşiyor evinde. En son 1996'da " Ay Işığında Saklıdır" adlı TV için yapılmış bir türk filminde izledim ben kendisini, o da tek sahneydi, bir sandalyede otururken. Sonradan duydum " Dar Alanda Kısa Paslaşmalar" adlı filmde de oynamış ama ben görmedim, söylediler bana. Sonradan da izlemedim filmi. İzlemedim. Şimdi ki eşinden önceki iki eşi de kendisinden alkol sorunları nedeniyle maruz kaldıkları şiddet nedeniyle boşanmış. Artık yaşlılığı ve bunama rahatsızlığı nedeniyle son eşinin bu tür sorunlara maruz kalmadığını düşünüyorum ya da boşanmayı tercih etmediğini. Yine de seviyorum. Ya böyle bir şey sevmek ya da ben O'ndan yana bir üzüntü ve acı görmediğimden gözlerimle ve hissetmediğimden anlayamıyorum ve sevmeye devam ediyorum...Yoksa sevmezdim ben O' nun gibi birini...Sevmezdim. Sever miydim ? Sevmezdim...
"Ay Işığında Saklıdır" filminde aşık oldum ben Toprak Sergen'e, tutkusuna ve adına... Sonra unuttum. Diğer aşklarım gibi. O da herkes gibiydi, unutulan, unutulmak için çabalanan... Bir oğlum olsaydı Uygar olacaktı adı, ne yalan söyleyeyim olsaydı olacaktı...
"Bu gece don beklenen bölgeler : Antalya, Kumluca, Turunçova. Sera sahiplerinin tedbirlerini almaları önerilir. Yarın Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerimizde karla karışık yağmur bekleniyor." Ertesi günlerde yağmur rüzgarın önüne katılmış ne taraftan yere düşeceğini şaşırır, kalın ya da ince ama soğuk damlalar insanların suratlarına suratlarına çarpardı. İşte derdim ben küçükken; başladı " karmakarışık yağmur." Çook sonradan anladım spikerin "karla karışık yağmur" dediğini...Karmakarışık yağmurlar yağmaya devam etti ama...
Bir çocuk ; on üç on dört yaşlarında, çok açık bir yeşil üzerine beyaz minik çiçekli penye pijama takımıyla sıvasız müstakil bir evin kapısından çıkıyor gece yarısını oldukça geçmiş bir saatte. İkinci ya da üçüncü giyişi olmalıydı o pijama takımını ki daha önce takım pijaması olmamıştı hiç. İlk defa birbirinin aynısıydı, okul gezisi için alınmıştı. Başkaları için... Eğer seslenmemiş olsaydı birisi arkasından o gece kasabayı şehre bağlayan ana asfalta kadar yürüyeceğine emindi. Sonradan emin oldu ama, o gece bilmiyordu. Durdu, arkasından seslenene baktı. Durdu. Müstakil evin hemen yan tarafındaki el musluğuna doğru eğildi. " Elimi yıkayacağım dedi, bir şey yok elimi yıkayacağım. Geliyorum."
Neden dedi ? Neden bunca yıl sonra elimi yıkarken birden hatırladım bu sahneyi daha dün yaşamış gibi?...İnsan unutabilir mi ki bunca yıl sonra bu kadar net hatırlayabileceği bir sahneyi ? diye sordu çocuk : " Unutmaz insan hiç bir görüntüyü, sesi, kokuyu ve durumu ancak beyin arka planda tutar altta kalanları, yeni öğrendiklerimizi kaydedebilmek ve yerleştirebilmek için doğru yerlere. Basitçe böyle diyebiliriz. Sende de öyle oldu, elini yıkarken o ana çağrışım yaptı beynin, o gece yarısı elini yıkadığını ve neden elini yıkadığını hatırladın...
Şöyle başlayabilirdi hikaye. Şöyle de başlayabilirdi , ama başlamadı. O çocuk o kapıdan hiç girmedi bir daha, şehre bağlanan asfalta varmadan bir başka müstakil evin bahçesinde bir köpeğin kulübesinde uyuya kaldı sabaha kadar. Sabah oldu ve biz bilmesekte hikaye devam etti...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder