14 Şubat 2015

İki Ayna: Hayat ve Sanat

"Biricikliğin yalnızlığı insanoğlunun temel öyküsüdür”
“İnsanoğlunun dünyaya gelirken attığı ilk çığlıkla, o çığlığın kendisinden çıktığının farkına varması arasında geçen zamanda başlar öykü. Var olduğunu bildirmenin, dünyaya seslenme ihtiyacının öyküsü… Çığlığıyla duyurdu varlığı artık buradadır. Biridir. Öyküsü olan biri. Hepimizin hayatı biriciktir. Dünya kurulalı beri yaşamış milyarlarca insanın her birinin hayatı biricik. Biricikliğin yalnızlığı insanoğlunun temel öyküsüdür.
Çığlığıyla sesini keşfeden insanoğlu zamanla dilini keşfeder, duygularını, düşüncelerini ifade etme ihtiyacıyla sesini söze dönüştürür, kelimelerden ikinci bir dünya yaratır kendine dünya içinde, ardından sözü sanat kılan yolları, araçları, tartımları, işaretleri keşfeder. Başlangıçtaki sadece hayatta kalma mücadelesi zamanla yaşadıklarını kayıt altına alma gerekliliğine evrilir. Dünyayı anlama, varoluşu anlamlandırma, yaşamı süsleme ihtiyacıyla söylemek, anlatmak, betimlemek, ifade etmek, göstermek, resmetmek, eylemek, işaret bırakmak ister. Sanat, insanoğlunun varoluş kayıtlarıdır. Her biricik olan, bu yolla kendinden sonrakilere hem kendisinin, hem insan tekinin biricikliğini hatırlatır. İçine kapatıldığı biricikliğin duvarları bu yolla hem aşılır, hem de sahibinin sesi ve parmak iziyle sağlamlaştırılır. Karşılıklı yerleştirilen iki ayna gibi sanatla hayat, birbirlerini besleyip, birbirlerini yansılayarak sonsuza dek imgelerini çoğaltır.
Tıpkı insanın doğasında olduğu gibi, ilk çığlıktan bu yana sesin, sözün de varlığını sürdürme güdüsü vardır. Sanatsal türler, doğada bulunan canlı türlerini andırırcasına yaşamlarını, biçimlerine, formlarına borçludurlar. Kendilerini tanımlayan tür özelliklerini koruyup, değişen koşullara göre biçimlerini yenileyerek varlıklarını sürdürürler. Öykünün, şiirin, romanın, tiyatronun, kısacası sanatın günümüzde öldüğünü söyleyenlerin doğayı da, insan doğasını da yeterince tanımadıkları söylenebilir. “Varoluş” ile “kayıtları” arasında insanlık tarihi boyunca gelişen kopmaz bir bağ oluşmuştur artık. Sanat, bir varoluş sorumluluğudur.
Kim olursak olalım, nerede ve nasıl yaşarsak yaşayalım, hepimizin bir tek hayatı vardır. Herkesin ömrüne mühürlenmiş tek bir hayatı. Edebiyat ve sanat, bizi o biricik olan hayatımızın dışına çıkararak bize başka hayatların ve varoluşların kapılarını açar, bizimkine benzeyen ve benzemeyen öykülerle tanıştırır. Bizi başkalarının yerine geçirerek çoğaltır, ruhumuzu, aklımızı, iç dünyamızı zenginleştirir. Başkalarını tanıdıkça yabancı dediklerimize, öteki, hatta düşman bildiklerimize karşı duyduğumuz korkuları yeneriz. Edebiyat, dünyayı farklılıkların zenginliğinde, benzerliklerin ortaklığında buluşturup yeryüzünün dört bir yanına dağılmış insanları birbiriyle kaynaştırır. İyi edebiyat bize içgörü kazandırırken zevkimizi inceltir, ruhumuzu soylulaştırır.
İçinde yaşadığımız toplum barındırdığı sırlarla herkes için bir anlamda buzdağıdır. Gündelik yaşamın “görünür” kuralları içinde yaşarken, buzdağının bize “göründüğü” kadarıyla yetiniriz. İyi edebiyat bize bu buzdağının sırlarını açar. Sayfaların arasından vuran aydınlıkta dünyayı, hayatı, insan ilişkilerini başka türlü kavrar, o güne değin bize öğretilmiş, ezberletilmiş, dayatılmış olan olguları gözden geçirme, değerlendirme, sorgulama fırsatları yakalarız. Değişimin, dönüşümün, yenilenmenin, yerine göre kendini yeniden inşa etmenin kapılarına açılan fırsatlardır bunlar.
Bildiğiniz gibi öykü ve öyküleme sanatı, Batı’da ve Doğu’da farklı kültürlerin çeşitli ifade etme yollarından, anlatı biçimlerinden, farklı kurmaca tekniklerinden geçerek günümüze gelmiştir. Dünya öykücülüğünün XIX. yüzyılda ulaştığı modern forma gelene kadar kat ettiği yolun kuşbakışı bir dökümünü yapacak olursak, ilk akla gelen örnekler olarak, İlyada, Gılgameş Destanı, Mahabbarata, Bin Bir Gece Masalları, Decameron Hikâyeleri, Canterbury Hikâyeleri, İlahi Komedya, Dede Korkut Hikâyeleri, Şehname, Hoffmann’ın Masalları, Taşbaskısı Halk Hikâyeleri, Cenk Hikâyeleri, Edgar Alan Poe, Mauppasant, Çehov öykücülüğü sayılabilir. Biz, Emin Nihat Bey’in Müsâmeretnâmesi’ne vardığımızda, öykünün soyağacını üstüne simlerle işlenmiş bu adlar ışıtıyordu.
“Öykü gücünü yoğunluğundan alır”
Sanatın ve edebiyatın gücünü, önemini bunca vurgulamam boşa değil. Çünkü bugün kutladığımız “dünya öykü günü”, yazınsal metin değeri kazanmış öykülerin günüdür. Öykü her yerde vardır. Anlatılan, söylenen, rivayet edilen, aktarılan, uydurulan, yaşanan, hayal edilen, çarpıcı, sarsıcı ya da sıradan sayıma gelmez nice gündelik öykü arasında yaşarız. Ancak çağına uygun bir yaklaşım ve anlatımla iyi yazılmış öykülerin bükülmez direnci kendi zamanını aşarak geniş zamanlara ulaşır.Öncelikle bir düzyazı türü, bir anlatı sanatıdır öykü. Ama dönemine, yazarına, içinde var olduğu kültürel coğrafyaya göre zamanla farklı biçimlere evrilerek, disiplinlerarası ilişkilerle zenginleşerek kendi içinde çeşitlenmiştir. Çoğunuzun bildiği gibi bir ince kuyum sanatı olan öykü gücünü yoğunluğundan alır. Malzemesini seyrelterek, damıtarak, haddeden geçirerek saydamlaştırır. Ele aldığı olguyu içeriden aydınlatarak tözünün görülmesini amaçlar. Bu nedenle her iyi öykü, okurun alımlama ve algılama payı için ışık ve gölge dengesi sağlam kurulmuş doğru bir aydınlatma düzenine sahiptir.
“İyi bir öyküde hem şiirden hem fotoğraftan izler taşır”
Bazı öyküler olay aktarımına ya da olaysızlığa, deneme ya da röportaj tekniğine, atmosfer kurmaya ya durum yaratmaya yaslanır. Bazı öykülerse gözlem belgelemeyi, durum betimlemeyi ya da çeşitli tipler sergileyip portreler çizmeyi amaçlar. Bir olgu, bir izlek, bir düşünce ya da duygu etrafında çatılmış öyküler de vardır. Ama tümü de öykü sanatının doğası gereği okurda bir seziş, bir duyumsayış, bir uyanış yaratmaya çalışır. Kahramana ya da okura, bazen ikisine birden yaşatılan “aydınlanma ânı”yla, okurun algı düzleminde farklı bir kavrayış eşiği yaratmayı ümit eder.Öyküyü, damıtılmış bir yoğunluğa, yoruma açık anlam katmanlarına sahip olması nedeniyle şiire, yaşanılan ânı dondurup cilalayarak sonsuzlaştıran yanıyla da fotoğrafa benzetenler olmuştur. Sahiden de iyi bir öykü hem şiirin derinliğinden, hem fotoğrafın yaşamı belgeleme gücünden izler taşır. İfade sanatları dillendirilmiş hayatlardır. Öykü de gerçekliğini kendi iç kurallarından, malzemesini ise hayattan alır. Bu nedenle yaşadıklarımızı, düşlerimizi, hayallerimizi, duygularımızı, gözlemlerimizi, izlenimlerimizi metne mühürlenmiş sözcüklere emanet eder, yarınlara ulaşmasını ümit ederek sonsuzluğa bırakırız. 
“Öykü bir edebiyat kıymetidir”
İster varoluşun ontolojik sorunlarıyla boğuşsun, ister insan ilişkilerini ya da sınıf mücadelesini konu edinsin, edebiyatın kendisi özünde bir hakikat ve adalet arayışıdır. En ümitsiz, nihilist, kara ruhlu yazarın bile kaleminde saklanmış bir gelecek tasavvuru, bir yarın ümidi vardır. Öykü bir edebiyat kıymetidir.
Benim için iyi bir edebiyat okuru, aynı zamanda öykü seven okur demektir. İyi bir öykü düzayak açıklamalara indirgenemeyen, çiğ ışıkta dağılıp çözülmeyen kendine özgü bir büyüye sahiptir. Konusunu iyi bildiğimiz, kişilerini tanıdığımız öyküleri yeniden dönüp okuma isteğimizde o büyüyü yeniden yaşamak arzusu yatar. O büyünün içinde pek çok şey vardır: Dilin lezzeti, sözün derinliği, yaratılan atmosferin etkisi, ayrıntıların gücü, metnin sugeçirmez dokusu, hayal gücümüzü kışkırtan tasarlanmış boşluklar ya da sessizlikler, okurun algı sahasına bırakılmış, her okuyuşta yeniden anlamlandırılabileceği ipuçları… Kuşkusuz bu çeşit iyi bir öykünün tadına gündem takipçisi kitap tüketicileri değil, has edebiyat okurları varır.
Öykünün geleceği sözün geleceğidir. Dünyanın neresinde olursa olsun, sözü, meselesi, estetik kaygıları olan edebiyat, insanın aklını, ruhunu zenginleştirmeyi, içini güçlendirmeyi, her tür karanlığına direndiği dünyayı güzelleştirmeyi ve okuruna ancak iyi edebiyatın verebileceği hazzı vermeyi sürdürecektir.
Dilerim ülkemin öykücülüğünde de yakın ve uzak tarihimizin gömülü kalmış hikâyeleri, sırları, yeterince dillendirilmemiş gerçekleri, seslendirilmemiş hayatları, yasak bilinmiş aşkları bundan böyle daha çok yerini alır.
“Giderken ardınızda bıraktıklarınız güzel olsun”
Öykücülüğümüzün köklü geleneğini bugüne bağlayan köprüde pek çok yazarın adı, yıldızı ışıyor. Geçmişten günümüze öyküleriyle elimizden tutan öncüleri, ustaları, zamanında kadri bilinmemiş kıymetleri şükranla anıyor, edebiyatın öykü takımadasında yıldızı parlayan genç öykücüleri dostlukla selamlıyorum. Dünya öykü gününüz kutlu olsun!
Güzel öyküleriniz olsun!
Okuduklarınız, yazdıklarınız, yaşadıklarınız güzel olsun! Günü geldiğinde, giderken ardınızda bıraktıklarınız güzel olsun!”
- Murathan Mungan, 14 Şubat Dünya Öykü Günü bildirgesi. (Kaynak: www.harfvolver.com) 

10 yorum:

  1. İnsanlığın iyüreğinde öZgür akan bir ırmaktır öykü,geçtiği toprakların hikayelerini özgünlüklerini denizlere taşır.tüm zamanlar boyunca akan bu nehir insanlığın özgürleşeceği o sonsuz mutluluğa kadar akacaktır sonrası mı sonrası iylik sağlık

    YanıtlaSil
  2. Merhaba Ateşinsesi,
    Teşekkür ederim yorum için.

    Öykü, roman, şiir hepsinden öte sanat, bir ruhumuz olduğunu hatırlatır bana hep. Böyle deyince bir filmi geldi aklıma: "Never Let me Go". Orada kopyalanarak üretilen insanlar vardı. Yetkililer sanatla uğraşmalarını istiyordu, bir ruhları olup olmadığını anlayabilmek için.

    Tekrar bekleriz, hoşçakal.

    YanıtlaSil
  3. bu nasıl güzel sözler.. muhteşem..
    soluksuz okudum nerdeyse..
    murathan munganın yüreğine sağlık..
    keşke daha çok görebilsek daha çok dinleyebilsek onu...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Değil mi Şahin? Ben de çok sevdim. Hani derlerya a dese müzik oluyor. Murathan da öyle, çizgi çekse bir şey anlatabilir kıvamında. Ürettikleri çoğalsın umarım.

      Selamlar,

      Sil
  4. Bu arada paylaşım için size de teşekkürler...

    YanıtlaSil
  5. Ne demek:-) Orada olunca insan heyacanlanıyor paylaşmak için.

    Selamlar,

    YanıtlaSil
  6. Aze, selam :))
    Yazıyı çok beğendim ve tekrar okuyacam bir süre sonra.
    Blogun yeni tasarımı da çok hoş olmuş, hayırlı olsun :))

    YanıtlaSil
  7. Merhaba Şenaaaay:-))

    Hoş geeeldiiin!

    Yorumunu kaç gündür yayınlayamadım. Affet. Ama sor, neden? Bir; dönüşüne sebep yazılarını okumak istedim. İki; acele cevaplamak istemedim. Vaktim çok azdı.
    Tasarımın beğenilmesine sevindim. Ben de sevdim. Öykü günnü bildirisini ben de bir solukta okuyorum, sonra yine okuyorum. Mungan su gibi yazıyor maşallah:-) Söyleşide sohbeti de vardı, dinledik, daha çok yazacakları varmış roman, öykü vs. Gerçi ben düz yazılarını çok tercih etmem, ama yine de ne yazsa okurum kişidir benim için:-)
    Sevgiler, görüşürüz. Sayfana düşeceğim bugün yarın umarım. Bu aralar derslerim fazla.
    Sevgiler,

    YanıtlaSil
  8. Murathan bu bildiriyi okuduğu sırada oradaydım :))

    Hayat tesadüflerle dolu...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Biliyorum, yan koltukta oturuyordum. :)

      Sil