Yazıyordum, yazıyordum da durdum sonra... Bu ses, bu müzik öldürüyor beni... Flamenkoyu yaratanların tüm acısını, öfkesini ve hüznünü sesinde biriktirmiş, üstünüze kusuyor sanki. En azından benim öyle. İspanya'da yaşayan çingenelerin dışlanmışlıklarını, yoksulluklarını film gibi izliyorum... Gece başlamıştır , soğuktur karanlıktır. Uzak kentin ışıkları yıldızlar gibi ötededir, ötekidir. Çocuklar uyumuştur, çadırlardan kesik, kısık öksürükler, onlara karşılık köpek havlamaları. Erkekler söndü sönecek ateşin başında sessiz, elleri soğuk. Kadınlar dalgın, gözleri saçları kadar siyah, tenleri eteşte beyazdan sarıya döner durur. Birisi keser konuşmayı, çadıra dayalı gitarı alır, parmaklarını ısıtmak için en iyi yoldur tellere hızlı hızlı dokunmak, ısınıncaya kadar. Ve kadınlar, şallarına iyice sarılmış kadınlar, önce şallarını iyice omuzlarına dolar, sonra ellerini birbirlerine vurmaya başlarlar, avuçlarını ortalayarak. Sonra ayaklar, yavaştan hızlıya hareketlenir...Orta yaşlı olanlardan; henüz torun görmemiş, hikayelerini biriktirmiş ama dökmemiş biri, sevdiklerinden ölenler olmuş ama henüz en sevdiği ölmemiş biri, kocası aşkı değil ama yine de elini ısıtan biri, bunun gibi bir şarkı söylemeye başlar... Aşkla söylemeye başlar, ne yarının aynı soğuk gecesi vardır sesinde, ne dünün bitmemiş bezginliği. O an şarkı söylenmektedir ve insan anda yaptığını aşkla yapıyorsa olan şey oluyordur, olmuştur...Estralla Morenta "Nana Yerma"
Bu kaydı izleyebilenler ne demek istediğimi daha iyi ve flamenkonun kırmızı puantiyeli eteğini savurarak gülümseyerek dans eden güzel kalçalı kadın olmadığını anlayacaklardır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder