04 Ekim 2012

Mülkiyet...

Hayatımızın bir çok alanında "insanlar" mülktür. Kapitalist ekonomilerde sorgulanamaz biçimde nettir bu. Ekonominin devamlılığı ve karlılığı  için en önemli araçtır. İşverenin maliyet hesaplamalarında bir değerdir, alınabilir, satılabilir, değiştirilebilir bir değer kalemidir. Nesnel bir varlıktır. Bize tutulan aynalarda adımızın hep "mülk" olduğu söylenir. Ölçümüz, bulunduğumuz ortama kattığımız rakamsal ifadedir. Aldığımız maaş defteri kebirin sol tarafına, kazandırdıklarımız sağ tarafına yazılır, bizim adımız o rakamlar arasındaki fark değeridir.
Mülk dediğimiz için, çıkarımız olabileceği insanlara yakınlaşır, onların zilyetliğini elde etmeye çalışırız. Mülk dediğimiz için, bu tür ilişkilerimizin olmaması yalnız hissettirir kendimizi. Korumasız, sanki vakit öldüreceğimiz televizyonumuz yokmuş gibi, akşamları uzanabileceğimiz yumuşak dinlenme koltuğumuz yokmuş gibi.
Aşklar da böyle; şiddetli bir sahip olma duygusuyla başlar. Kanımızın, tenimizin, aklımızın istediği o "insana" sahip olmalıyızdır. O'na özgül çizgiler, renkler ve davranışlar bizimle deneyimlenmeli, bize ait olmalıdır. Aşkını ve şefkatini hissetmeye başladığımız bir insanı kaybetme korkusu kadar dokunaklı, acı bir şey yoktur. Aşığın aşkını devam ettiren de bu duygudur aksine. Yokluk hissinin varlığı dayanılmaz oldukça, O'nu dondurma, olduğu gibi saklama, tüm özgüllüğünü nesneleştirme isteği artar. Aynı yokluk hissinin varlığı, O'nu özgül, kendine has renkleri, davranışları ile eşsiz, benzersiz, ulaşabildiğimiz ama sahip olmadığımız bir özne de yapabilecekken, O'nu nesneleştirerek sahip olduklarımıza bir "kıymet" daha eklemek bizi daha çok mutlu edecek, tatmin edecek, sahip olduklarımız arttıkça, varlığımız daha da güçlenecektir. Daha güçlendikçe daha çok şeye de sahip olabileceğizdir. Mülkiyet toplumlarında bu öğretilir, böyle daha kolay yönetilir insan. Mülkiyet ve sahip olma duygusunu beslemek en kolayıdır zira. Bir kez hayatımızda ne kadar çok "mülk" dendiğimizi unuttuğumuzda ve buna alıştığımızda, bir kez, sahip olduklarımızla "öz güven" tanımı yapmaya başladığımızda, şu bilgi felsefemiz olacaktır; herkes aynıdır sonuçta, o da insandır bu da insandır ve bir kez sahip olduktan sonra bir mülk gibi normal olarak bir köşede unutulabilir de, olmadı değiştirilebilir de. Yeni gelen eskisinin yerini alır. Bu bilinçte, ilk olan zaten yeni gelenle değiştirilebileceğini çoktan bilmekte olduğundan, herkes mutludur bu ekonomide.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder