Yönetmen : Özcan Deniz, 2011 Türkiye
Oyuncular : Özcan Deniz-Deniz Çakır-Barış Falay
Sırf eğlence olsun diye de izledim ,yorgunluktanda...
"Son" yazdıktan sonra mutlu olunduğunu sanan, hayatın öyle mutlu gittiğini düşünen bir nesil olarak yetişmemiz için ellerinden geleni yapmıştı yeşilçam üreticileri...Beyaz atlı prens bekleyecektik nerdeyse ölene kadar, az kaldıydı inanacaktık sonsuzluklara...
Film de öyle başlıyor, beyaz atlı prens bulunmuş, evlenilmiş, ev,mülk,mal edinilmiş...Sevilen işler , görüşülen neşeli arkadaşlar, ortanın üstü bir standart...İstediği işi istediği yerde yapmaya çalışan, hayallerinin peşinden giden bir erkek ; veteriner, işini iyi yapmaya çalışan bir kadın; mimar.
Tam bir holywood romantik komedisi yapılmaya çalışılmış, özellikle ilk yarı da başarılı olunmuşda, komik özellikle erkeğin arkadaşları ile olan diyalogları.Kadının ise çokta bir hayatı yok bize sunulan.Öyle de birazda,yok...Kendi idealleri , hayalleri hep geri planda kalmak zorunda olmuş, beraber değil, hep "biri" için yol almışlar...Gün gelir kadın kendi hayatının da önemli olduğunun farkına varır, kendi hayallerinin de bir yeri olmasını ister hayatlarında, konuşulur, anlatılır, dinlenir, beklenir olmayınca da kadın gider...Ben bundan sonrasına takılıyorum filmde.Kadın gitti tamam, hatta resmi olarak boşandılar.Sonradan erkeğin gözünden bize anlatılanlar ; tamamen maçoluğu öven, kadının boşandıktan sonra bile kocasına sadık kalmasını isteyen, savunan, aksinin mümkün olmasını reddeden bir film çıktı ortaya...İyi bir beklentim yoktu aslen filmden ama boşanma nedeni olarak erkeğin yapmadıklarını gösterdikten sonra bize, kalan her şeyin kadına yüklenmesi , yeşilçamdan bu yana hiç bir şeyin değişmediğini gösterdi ki yeşilçamın kendine has bir hoş görülüğü, baştan belli olurluğu oldu her zaman...Hele hele erkeğin arkadaşının gelip boşandıktan aylar ve aylar sonra bile barışmaya ikna etmek için ya da daha bir hevesle barışmasını sağlamak için "karın" hala "senin karın" biliyor musun, gibi laflar etmesi, bardağı taşıran son damla oldu bende...Aylar geçmiş karısı hala, henüz kimse ile birlikte olmamış, kendisi de bir kadın koynuna kadar girdiği halde reddetmiş öyleyse herkes sadık, herkes ne çok seviyor birbirini , tekrar evlenebilirler...Karısını sevmemiş bana göre, hayallerinin peşinden gitmesine izin vermemiş, desteklememiş, unutmuş, yoldaş saymamış ama "sadık". Başkasına dokunmamış olması çok daha önemli onun ruhuna dokunamıyor olmasından...Aynı şekilde karısı içinde , başkası ile flört etmiş, düğün hazırlığına başlamış, ondan ayrılmış ama iyi ki de başkasına dokunmamış yoksa tekrar evlenmeleri ne kadar güç olurdu...
Kötüydü ve hala hep aynı şeyi söylüyorlar, en çok bu rahatsızlık veriyor...
Yasemin Mori'nin şarkısı çok yakışmış, Janset, Ragıp Savaş, Erdem Akakçe olmasaymış berbat olurmuş...
Filmlerde beni en çok rahatsız eden kurgu idealize edilmiş hayatlar gerçekliğidir. Hele bir de orta sınıfı her geçen gün daralan bizim gibi bir gerçeklikte bundan daha kötüsü olamaz.
YanıtlaSilArdından gelen ise daha da korkunçtur. Feodal değerler ile bezenmiş temelde yok sayma, ötekileştirme, mal görme anlayışlarının bu idealizmin içeriğine yedirilmiş olmasıdır.
Kadına reva görülen bu yaklaşım bütünen zaten insan olgusuna reva görülmemiş midir?
"Kadının kurtuluşu doğal toplumun kurtuluşudur" sözü umarım bir gün hayata dair gerçekliğini sunar da biz bu onursuzluğun lekesinden sıyrılabiliriz
Burada olman ne güzel Vuslat :-)
YanıtlaSilTek bir şey yıldırabiliyor insanı ; yalnız olmak dimi...
Yalnızlık bir süreçtir. Kalabalıklaşma eylemine evrilmeden önce zorunlu olarak taşınması gereken bir yük. Bu yükü taşıdıktan sonra aslolan diğer yüke doğru koşmak ise kaçınılmazdır: Ortaklaşmak...
YanıtlaSilDuyguda, düşüncede, inançta ve söylemde ortaklaşmak. Bu aynı olmak anlamında değil elbet. Ortak olabilmek anlamında. İşte o gün inan yılgınlık yerini devasa bir umuda devşirecek, hepimizin gözlerinde, sıcacık gülüşlerinde