Beğenmedim.
Charlotte Brontë'nin Villette karakteri |
Yan tarafta duran küçük siyah avuç içi kadar tabancayı, saçımı biraz öteleyerek şakağıma değdirdim.Soğuktu.Sonra yüzüme tekrar daha uzun gelen bir dakika boyunca baktım.Aynı beyaz çizgiden diğer gözümde de oluştuğunu gördüm, önemsemedim.Tabancayı kavrayışımı sıkılaştırdım.
Sağ işaret parmağımı, sertçe avcuma doğru çektim."
Zihnimizde görüntülerini tuttuklarımız bazen geçmişten bir sahne, bazen bir filmden kare, bazen bir rüyadan uzun süre hatırlananlar bazen de hayal ettiğimiz görüntüler olabilir.
Yukarıdaki "sahne" "hayal" örneğin. Gerçek olmasını dilemedim, hem gerçek olamayacak kadar düşünülerek hayal edilmiştir hem "dünya " gezegenini severim.Sırf bir gezegen olarak çok güzel olduğu için.
Sinemayı sinema yapan tüm sanatları içinde barındırabiliyor oluşu bir yandan da. Fotoğraf, müzik, şiir, edebiyat hepsine erişebiliyor olmanız, duyumsayabiliyor olmanız, dolayısıyla konuları ve bazı teknikleri ile insanlarda fikir ayrılığı yaratsa da sinemanın kendisi böyle bir ayrım yaratmıyor.Herkes sinemayı sevebiliyor kısacası...Ve bunu ; öğrenme oranı istatistiğinde ikinci sırada yer alan "görsel" olarak sunuyor olması tabi ki en büyük etkisi. İlk sırada "duyusal" yer alır merak edenler için. Duyusal ; korkarak, heyecanlanarak, üzülerek, sevinerek...(Eğitim alanında kim ne zaman nasıl yapmış bilemiyorum, bu nedenle itibar etmeyebilir siniz ancak yapılan bir araştırmaya göre; insanların %40 'ı duyusal olarak, yüzde 35'i görsel olarak, %25 'i de işitsel olarak öğrendiği ölçülmüş.)
Filmlerden herkes kendisi için olan kareleri saklar, onları taşır zihninde.Bazı sahneler ortaktır herkes sever, bazı sahneler özel ;
Burada Metin Akpınar, tekneden inen Filiz Akın'a öyle bir kur yapıyor ki hem gülerim hep eğlenirim hiç usanmam izlemekten. Türk sinemasının en güzel sarışınlarından Filiz Akın ( Emine ) ; en yakışıklı delikanlılarından Tarık Akan'ın (Ferit ) başrollerini paylaştıkları "Tatlı Dillim" filminde, sene 1972 yönetmen tabi ki Ertem Eğilmez, kendini Mine olarak tanıtan köy öğretmeni Emine, Ferit'i kıskandırmak için kendisine kur yapılması için etrafta salınır durur.O anlardan birinde sosyetenin çapkını Metin abi der ki :
- Ferit kim bu güzel hanım ?
- Mine Metin abi, baldızım.
Metin abi Mine'ye doğru eğilir:
- Tanrım , aman tanrım bu nasıl bir güzellik...Ama bu haksızlık.
- Merhaba.
- Buna hakkınız yok ; sizin güzelliğiniz karşısında şu baktığımız güneş bile sönük kalıyor.
Ferdi ( Tarık Akan)
Filmin sonu; Ferdi Alev'i kandırmış, seviyormuş gibi yapmış, küstürmüştür. Alev kendisini terk edince de aslında ne kadar çok sevdiğini anlamış, kendini yollara, denizlere vurmuştur...Hatalarını anlayan Ferdi'nin ailesi Alev'in evine gider O'nu barışmaya ikna eder ve hep beraber Ferdi'yi geri dönmeye ikna etmeye giderler .Bütün mahalle yaklaşık 20-25 kişi ; Alev,babası Münir Özkul, komşusu Zeki Alasya Ferdi'nin arkadaşları Kemal Sunal, amcası Metin Akpınar bir balıkçı teknesinde büyük bir yolcu gemisini takip ederler; yandaki gibi...Gemiden gemiye seslenirler Ferdi onların seslerini duyar, Alev'in gülümseyen el sallayışını görür veeee gemiden atlar, hava güneşli, Ferdi' de her zamanki beyaz pantolonu, açık kahverengi gömleği, balıklama suya dalar ayakları ters döner hatta. Alev bir etek bir bluz ayak üstü balıkçı teknesinden atlar, güzel bacaklarını görürüz Alev'in, aynı anda nerdeyse kafalarını sudan çıkarırlar ve birbirlerine doğru yüzmeye başlarlar ve suda sarılırlar...O küçük tekneden o koca gemiye seslenmeye mi gülümsersiniz, Ferdi'nin hüzünlü yüzünün Alev'in el sallayışı ile aydınlamasına mı...Ağır çekim denize atlamalarına mı yoksa başlarını sudan aynı anda çıkarıp, sarılmalarına mı ? Barışma dediğin böyle olur diye gülümseyerek izlerim her seferinde..." Standardın üstünde uzun boylu bir kızdı, hala da öyle...Standarttan çok daha sarışındı, hala da öyle...Beline varan uzun sarı saçları vardı, hala aynı uzunlukta. M.deyince aklıma hep yurdun o uzun florasanlı uzun koridorunda ayaklarının tümünü yere sert sert basarak hızlı hızlı yürümesi gelir.Şimdi yine moda olan dar paça kot pantolanları, kısa penye bluzlar giyerdi, zayıf, incecik "dalyan" gibi bir kızdı, hala da öyle...Gülerek konuşurdu ya da bana öyle gelirdi...Derdi arkadaşlar bana ; "M.dolabından saralleni aldı yine" Olsun derdim, olsun...Sagra'nın fabrikasından gelen orjinal saralle kavanozu bitiverirdi iki günde...Birbirimize çok uygun kızlar değildik, beraber paylaştığımız anlar sayılıydı; banyo sırasındaki konuşmalar, saralle kavanozu, biraz matematik final soruları , biraz da kağıt oyunlarıydı geceler boyu...Ben seyrederdim onlar oynardı...Üç oda uzağımda komşumuzdu işte...Ama hep sevdim ben M'yi, o koridordaki yürüme sahnesini hiç unutmadım..." Haftalardır, O'nun sadece gözlerini kırparak konuştuğunu, ayak parmağını oynatmasının koşmasına eş tutulduğunu düşündükçe...Bekledim, yazmadım, yazamadım bir şey...Bir şey olacak diye çok korktum, bekledim...Olmadı çok şükür...Bu sefer olmadı...Bu sefer O yaşıyor...
İnsanlardan kalan sahneler oluyor geriye en çok bende...Filmlerden kalanlar gibi...O'nun için yazıldı bu yazı...Lafın bu kadar dolaşması, ne diyeceğimi bilememekten. İsimleri düşündüğünüzde görüntüler geliyor akla , en azından benim öyle...Yürüyecek O, tekrar yürüyecek, insan ayak baş parmağını oynatabiliyorsa kesinlikle tamamını oynatacak demektir...Yaşamaz dedi doktorlar ama yaşadı...Kıpırdamayacak hiç dediler ama kıpırdadı...O zaman kesinlikle yürüyecek...Ben onu uzaktan seyredeceğim yine, öyle salına salına yürümesini, uzun sarı saçlarının sırtında zıplamasını, bana doğru gülerek ellerini kollarını savurarak konuşmasını yürürken...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder