03 Nisan 2019

Bir Öykünün Tamamı

Her şey o akşam oldu. Gündüz, Aladağ'ın arkasında akıyordu.Göbelli'de kıpkırmızıydı akşam. Hanım, dama çıkıp tarhanayı bez torbalara doldurmaya başladı. Bütün gün dalga dalga tütmüştü dam. Hanım'ın çıplak tabanları kavruldu. Tarhanayı parmaklarıyla havalandırdıkça, iştah açan bir ekşilik yayıldı havaya. Sonra serinlik... Dağlardan gelen kızılçam kokusu, tarhananın ekşiliğini aldı götürdü. Geriye nane kokan sofranın hayali kaldı. Bir ürperti dolaştı Hanım'ın sırtında. Oğlunu gördü. Oğulun kollarını, oğulun belini, sırtının oluğundaki teri, omuz başlarındaki kızarıklığı, kenetlenmiş çenesini, yanağındaki dal çiziğini, saçlarını, saçlarını... Bir hasretlik korkusu sonra.
Oğul, beyaz fasulye çuvallarını yüklenip bahçenin ortasına getirdi. Damda duran anasına göz ucuyla baktı. Fasulyeleri iki çuval bezinin arasına koyup sedir dalıyla ince ince dövmeye koyuldu. Zarından sıyrılan her fasulye için bir 'ıhlama' koptu içinden. Vur ha vur! İncitmeden, kırmadan, incilerin ışığını söndürmeden, fasulyelerden gelen her ses kulak vererek, kol gücünü dizginleyerek, vur ha vur! Ardından ikinci çuval gelecek, onun ardından üçüncü, sonra yarınki mahsul, ondan sonra kışlık... dört yıl sonra askerlik, bir kadın, arkasından bebeler, vur ha vur... bu güç bir gün bitecek! Kaç sedir dalı değişecek böyle, kaç çuval bezi yırtılacak, Hanım daha kaç akşam bakacak oğulun çıplak sırtına?
Hanım uzaklara dikti gözünü. Ötelerden baktı oğluna...
Oğul... bir kadının şakağındaki kirli kan damarı. Gerdandaki gösterişli beşibiryerde. Bahçenin en ulu ağacı. Yârin gençliği oğul. Evdeki sessizlik, köydeki uğultu, tütün kokusu, ter ekşisi, toprak sevdası oğul. Karanfil Dağı'nın gölgesi, Ecemiş'in taşkın suları, keçi boynuzunun ağdalı tadı... bir kadının dirsekli kaşı... Toroslor gibi delikanlı, taşağına kurban oğul!
Hanım, Saimbeyli'den gelen kamyonu fark etti. Kamyon onun için bir sesti önceleri. Hırıltılı boşboğaz. Su isteyen, it bakışlı şoför. Ağır ağır yaklaşan toz bulutu. Akşamı boğan egzoz kokusu... Her şey o akşam başka şekillerde oldu. Meğerki kamyon yoldan gelir, yola gidermiş, yük taşır terlermiş, kana kana su içer, cırmalayan kornasıyla selam verir, selam alırmış, güçlüymüş, gün gelir güçsüz düşermiş, kimi hızlı, kimi yavaş gidermiş, boş geçer, dolu dönermiş, boş geçer, dolu dönermiş...
Hanım, yazmasını çözüp bir daha bağladı. Sonra bir kez daha baktı kamyona. Kamyona, oğula, kamyona, fasulyelere... Oğul vurdukça... kamyon yaklaştı. Fasulyeler ayıklandığında kamyon da geçip gitmiş olacaktı. Kendi çevresinde dönendi. Bir ağrı girdi beline. Güçsüzleşti. Sonra ağrıyı kovdu. Yüreğinde çarpıntı. Damağında kuruluk. Ossaat elindeki tarhana torbalarını yere çalıp koştu. Yüklüğe vardığında geri dönüş yoktu artık. Bir yastık çıkardı, bir yatak, bir yorgan, iki fanila, bir yün don, apar topar bohçaladı çeyizden kalma bir çarşafa. Bir muska iğneleyecekti, caydı. Boynuz saplı çakıyı sokuşturdu. Kuru üzüm koydu biraz, bir iki torba tarhana, elmaları tıkıştırdı yıkamadan, yıkasaydım diye hayıflanarak... Eli çabuk davrandı. Kamyon yaklaşırken, oğul hâlâ fasulye dövüyordu, evde de kimsecikler yoktu. Ya herifi kızarsa? kızsın! söverse? sövsün! Koşa koşa çıktı bahçeye. Bohçayı bir korkuluk gibi bıraktı yolun ortasına. Kamyon öksüre öksüre yaklaşırken, oğul anasına bakakaldı. Hanım, belindeki ağrıyı avuçlayarak, koştu oğulun yanına. Yapıştı koluna bırakmadı: "Bu yaşa geldin, öğrenemedin fasulye dövmeyi, hepsi de kırılmış bak, hepsi de ziyan gitmiş!"
Oğulun gözleri közlendi. Anasının alnındaki çatalı, kaşındaki dirseği, ağzının kenarındaki çizgiyi buldu. Gülümsedi. Bohçaya kaydı gözü. Hanım'ın elini öpecekti caydı. Sarılıp anasının başını kokladı. Sanki bir sarmaşık çözüldü gövdesinden, yanık sırtını akşam serinliği tırnakladı. Her şey o akşam başladı. Oğul, kenarına bıraktığı gömleği sırtına geçirdi. Koştu, koştu, koştu... kamyonla burun buruna durdu. Bohçayı kaptığı gibi atladı kasaya. Çocukken sorduklarını tekkrar anımsadı. Aladağ'ın arkasında ne var ana?
Sema Kaygusuz'un Sandık Lekesi kitabından Oğul adlı öyküsü. 

2 yorum: