20 Kasım 2016

Dürnev'in Son Günü - IV

"Otur biraz istersen kızım. Kusura bakma seni soluksuz konuşturmak istemedim. Bırak istersen. Ben sonra da gelirim." Yüzünün giderek solması ürkütmüştü beni. Sesi her kelime de daha da kısılıyordu sanki. Sustu kardeşi. Silik mavi çiçeklerine bakıyordu fincanın. Hiç bir şey yapmamanın bahşettiği o dinginlik geldi, gözlerine kondu sanki bir an.

Mert kapının önündeki bankta oturmuş, ayağıyla topu bir aşağı bir yukarı itiyordu. Bir adam ahşap bir el arabasını iterek geçiyordu camın önünden. Bir kaç eğik alüminyum tencerenin, bir kaç demir çubuğun birbirine değen gıcırtısı sıcakta çınlıyordu. Tozluydu yollar. Sessizlik gibi görünen uğultuku bir bıkkınlık vardı.  "Çoğu insan açlıkla tutkuyu birbirine karıştırır. Çok da uzak değillerdir aslına bakarsan. Biri biraz daha geç doyar o kadar. Başkalarını kontrol etmeyi eğiterek öğretebilirsin insana ama kendini ancak kendinden öğrenebilir kişi. Kendini kendi yapanlarla tabi...  Bu da en zorudur. Bin değişik hayat hikayesi de okusa, bilse insan bin değişiğini kendine benzerinin, kendinde aradığı cevheri bulmaya yetmeyebilir. İnsanlar birbirine değe değe yaşıyor ve ne yazık ki her zaman iyiler iyilere değmiyor kızım. İnsan, tıpkı zehrin panzehirinin aynı kökten elde edilmesi gibi bir şey. Neyse. Sen benim kusuruma bakma. İnsan beni çok yordu. Ben bundan sonrasını tahmin ediyorum ancak sen istersen anlat kızım. Belki anlatman Dürnev'i özgür bırakır içinde. Onu affedebilirsin." Yüzünün ince, henüz oluşmaya başlamış çizgileri belirginleşmişti. Yirmi yaşın verdiği bütün tazeliği ve kararsızlığı taşıyordu yüzü. Ürküyordu anlatacaklarından.

"Onu mu kendimi mi bilmiyorum ki... O gün olmadan önceki gün beni aradı. Yarın öğlene doğru gidip çocukları almamı istedi. O eve yetişemeyecekmiş. Onu gördüm dün bir dükkanda galiba, gitmem bakmam lazım, dedi. Çok korktum. Anlamıştım. Yine de bir şey demedim. Yapma, diyecektim, demedim. Engel olabilir miydim, bilmiyorum! Kazadan bu yana her an, bırakmasaydım, gitseydim, o kaza olur muydu, beni dinler miydi, bilmiyorum, geceden gündüze hep düşündüm bir yere varamadım. Ablamdı. Eve gel çocukları al dedi, ben de aldım...

Sardunyalar açmıştı. Bir tanesini alıp evden çıktım. Az biraz tökezliyordum. Sol dizim her geçen gün kötüleşiyordu. Yaşam uzamaz yaşlılık uzar, diyorlardı bir filmde. Turuncu çiçeği, kalın yaprakları ile Halim pek hoşlanmazdı benim sardunyalarımdan. O gülcüydü. Özellikle de sarı. Bir dizi mi ne varmış eskiden, bir kovboy dizisi, Sarı Gül diye ve onun güzel sahibesini anlatır dururdun ya bana, sarı güllere ne gıcık olurdum sen anlattıkça... Sana kızgınım Halim. Oğlanı felsefe okuttun beni de bırakıp gittin...

Sen çok az tanıdın Dürnev'i ama tanıdın. Mahkemelerde çok az vaktimiz vardır ama önceden okuyacak anlayacak çok vaktin olmalı, sanık karşına geldiğinde kim olduğunu biliyor olmalısın fakat yüzüne baktığında yabancı olduğunu da unutmamalısın derdin ya, Dürnev'in birini öldürmek için evden çıkacağını aklıma getirmedim son ana kadar. Kaza raporlarına, görenlerin dediklerine bir daha baktım; belli ki ya bir yere koşuyormuş ya da birinden kaçıyormuş. Galiba kimse masum değil  bir ihtimalle karşılaşana kadar. Ben intihara odaklanmıştım. Ön yargıyla baktım biliyorum. O gün ölmeseymiş öldürecekmiş... Kız kardeşinin ağır bir sırrı var artık taşıyacağı. Ne ölmesine ne de öldürmesine engel olamadığı için kendini onunla gömüyor. Ben söylemeyi düşünmüyorum Adem'e. Madem Dürnev söylememiş. Ne dersin; hayat onu kendi kaderiyle mi sınadı Halim? Hayatındaki onca güzelliğe rağmen bir kötülüğü defedemiyor mu insan?

Ben? Ben yaşıyorum işte... Ağrımı sızımı bile seviyorum bazen. Oğlana sitem etmeye bahanem oluyorlar. Gelmiyor pek. Özlüyorum çok da, bir şey diyemiyorum. Zorla gelse bu sefer başka üzüleceğim, en iyisi özlemimle kalayım diyorum. Senin sürekli bu ağaçlarla olmanı kıskanıyorum biliyor musun? Kıskançlığımdan hep şikayetçiydin zaten. Yine de iyi idare ettin beni o konuda. Bir avukat sana gülümsese sen de bana gülümserdin. Biri sana değse sen bana değerdin hemen. Kendine beni hatırlatıyordun belki öyle kimbilir, şimdi düşünüyorumda. Çok severdim o halini. Ağaçlar diyordum; uzun bir doruk ağacı dünyanın halen bizden yana olduğunu hatırlatıyor bana galiba. Hafızasının kötülüklerin yanında güzellikleri de saklayabileceğine, yapraklarının her şarkıyı bildiğine, fırtınayla da gelse rüzgar, üzerinden geçip gideceğine inandırıyor beni. Muhteşem canlılar uzun doruklar. Düşünsene; yerçekimine rağmen göğe uzanan böyle bir azim ve derine doğru yayılmış yüzlerce parça, gitmekle kalmak arasında ne büyüleyici bir çelişki...
***

4 yorum:

  1. Oturup ikiden itibaren bir solukta okudum. Çok sevdim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :-) Teşekkür ederim Handa. İyi bir okurdan ayrıca hoş.

      Sil
  2. "Ne yazık ki insanlar birbirine değe değe yaşıyor ve her zaman iyiler iyilere değmiyor kızım."

    Tebrik ediyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim Fatih hocam. Tebriğiniz pek kıymetli. :-)

      Sil