11 Kasım 2016

Dürnev'in Son Günü - I

Dürnev Karagözlü o gün öleceğini bilse evden çıkar mıydı bilen yok. İki çocuğunu o gün servise Dürnev bindirmemiş, büyük oğlan küçüğün elinden tutmuş, kapının önünde bekliyorlarmış servis geldiğinde. Servis görevlisi küçük kızı çekmiş kolundan kaldırımdan atlamasına yardım etmiş, oğlan kendi gelmiş arkadan. Benim de aklıma servis görevlisiyle konuşmak çok sonradan gelmişti doğrusu. İlk günler yangına körükle gitmek istemedim. Adem karısını severdi, biliyorum. Herkes bilirdi. Kalıbına baksan kırkını geçmiş sanırsın ama daha yolun yarısındaydı. Gören avizeci değilde Mahmutpaşa'da toptancı olduğunu sanırdı. Pazulu, uzun, heybetli bir adamdı anlayacağınız. Yüzündeki yumuşaklık, gözlerindeki ışıltı tuhaf bile gelirdi. İri, özünün beyazına zıt kahverengi badem badem gözleri vardı. Bizim oralarda elma meşhur ama anam bana gebeyken çok badem yemiş, dermiş Dürnev'e ilk tanıştıklarında. Mahalleye geldiklerinde oğlan kucaklarındaydı. Kıza gebeydi Dürnev. Hani, nereden baksan dört yıl oluyordur geldikleri. 

 "Neden şaşırdın ki bu kadar?" demiştim Beren'e. "Üç yıldır bu serviste çalışıyorum abla dört, bilemediniz beş kez servisi beklemediğine rastladım Dürnev ablanın. Şaşırmam mı. Bir kere hastaydı, birinde yok evde dediler, birinde de minibüsün önü sıra çoktan çıkmıştı evden, babaları bekliyordu. Diğerini hatırlamıyorum ama her gün aynı saatte çocukları beklerdi. Büyüğü dedi, "evde yok abla annem". Ben de daha sormadım tabi. 

Ben dikkat etmemişim tabii o kadar. Nereden, neden edeyim ki. Son dört beş yıldır balkonda ki çiçekleri poyrazdan karayele taşımaktan, nasıl yaşatacağımı şaşırmaktan arada Halim'i gözlemekten başka bir şey yaptığım yok denebilir. Oğlan bizden önce bıkmıştı İstanbul'dan, haklıydı. Ben, Halim'i bekliyordum yine de. "Sabiha teyze gazete alayım mı?" "Yok oğlum, bugün ben çıkacağım, sağol." Pek dışarı çıkmazdım. Evimin sakinliğini yılların uğultulu adliye koridorlarından sonra oldukça seviyordum doğrusu. Ayda bir iki kez bizim balkonda toplanırdık mahalleden belli başlı kadınlarla, Dürnev'de gelirdi. Ben onların ondan bundan anlatmasını sever, onlar da benim, o kadın öyle yapmaz, ay aman bu adam kesin aldatıyor, o kız o çocukla ayrılalı epey oldu, yorumlarımı pek sever, pek gülerdi. Bazen hoşlanmasam da kendim de halimden, emekli ve mesleğinden soğumuş bir savcı için ne yalan söyleyeyim keyifli saatlerdi. Sayısız cinayet bir o kadar katil, ve ölmek isteyen insanlar görmüştüm. Öldürdüğü için ölmek isteyenler, öldüremediği için kahrolanlar, pişman olanlar, pişmanlığından esef duyanlar, hiç yaşamasa da ölmekten ödü kopanlar; hepsi insandı... Yaşamdan bıkmışlar fakat yaşamaya çalışmaktan usanmamışlar... 

Kollarım daha az ağırlık kaldırıyordu günler geçtikçe. Yüzüm hep kuru, gözlerimin feri az, ayaklarım yavaş, sızılıydı her geçen gün daha çok. Yetmiş iki yıldır bu dünyayı seyrediyorum, yine de doydum diyemiyorum. Kim diyebildi ki? Bazı şeyleri insanın kendisi bilmeyince kimse bilmiyor... Neden öldüğünü biliyor mu acaba insanlar? Dürnev'in ölümü bütün mahalleyi şaşırtmıştı. Ölümün doğası buydu. Bu kadar gelmesi muhtemel ama bu kadar şaşırtan başka bir ihtimal yoktur. Dürnev, iyi bir insandı. İyi insanların erken ölmesi başka başka üzüyordu insanı. 
devam ediyor...

4 yorum:

  1. Ooo, çok güzel, bayıldım bu hikâyeye, anlatımına. Keyifle okudum.

    YanıtlaSil
  2. güzel bir anlatım. Devamı çabuk gelsin:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sağol N.Narda. Senin beğenmen de ayrıca güzel. Yazdım, bitti:-)

      Sil