06 Ekim 2016

Kederin Sinema Hali: "Manchester by the Sea"

"Olabilir ama ilginç değil, diye yanıtladı Lonnrot. Diyeceksin ki, gerçeğin ilginç olma zorunluluğu hiç mi hiç yoktur. Ben de sana diyeceğim ki gerçek, bu zorunluluktan sıyrılabilir, ama varsayım asla. Senin önerdiğin varsayımda rastlantı payı pek fazla." 
-Ölüm ve Pusula, Jorge Louis Borges 


Sinema nedir? 19. yüzyılın sonlarından beri hayatımızda olan bu sihir ne menem bir şeydir? Bir kurgudan ibaret olduğunu bile bile, görerek duyarak ve dahi hissederek baktığımız o insanların yaptıkları gerçek midir ve ne kadar gerçek olabilir her şeyden önemlisi? Gerçek ve kurgu birbirinin zıddı gibi görünseler de asla birbirlerinin yerine geçemezler. Gerçek, olduğu gibidir, kurgu, yapılmış olan. Hayallerimiz dahalarla yüklüdür; abartılı, renkli, şaşalı, mutlu ya da kimi zaman acı verici, kederli. Kurguya baktığımızda orada olanın son tahlilde olmayan olduğunu biliriz. Gerçek olanın o anda, o canlılarla, o mekanda olmuş-bitmiş-yaşanmış ya da yaşanıyor olduğunu anlarız. 



İyi bir sinema filminden beklenen gerçeğe ne kadar yakın olduğu mudur öyleyse? Bir sevinci, acıyı, özlemeyi, sevmeyi, bir bakışı, bir anlamı, bir kadının dokunuşunu, bir erkeğin korkusunu, bir çocuğun gizini en iyi anlatabilen film midir, iyi sinema sizce de? Hayır, sinemanın sihri gerçeğe yaklaşmasında değildir. Bana sorarsanız hiç bir şey gerçek kadar kusursuz olamaz. Sinema, bizim, inanmak istediğimizi gösterebilme ve inanmak istemediklerimizin "yalan" olduğunu "bildirme" yetisine sahip olduğu için özeldir bana göre. Uçan periler, aniden açan çiçekler, uzay kahramanları, katiller, korkunç ölümler, ortaya çıkan cinayetler, sonsuza kadar gizlenen sırlar, mucizeler, olağan yaşamlar, küçük sevimli hikayeler, uzaktaki kasabalar, büyük şehirlerin zengin insanları, kaf dağının ardındaki her şeyi gösterebilir sinema bize... 


Yaşamın Kıyısında* olarak türkçeye çevrilmiş  Manchester by The Sea filmi de olağan insan hikayelerinden biri. Abisinin ölümü üzerine yeğeninin sorumluluğunu üstlenmeye zorlanan Lee, çevresindeki bir kaç kişi, yeğeni Patrick ve onun çevresi hakkında bir dram anlatısı. Lee, bulunduğu şehirden ve işinden ayrılarak, eskiden yaşamış olduğu abisinin kasabasına geri döner. Film ilerledikçe iç içe geçmiş hikayeler olduğunu, karakterleri bize anlatan gördüğümüz yüzlerinin altında onları oluşturan başka dramlar, başka hikayeler olduğunu görürüz. Lee ve Patrick'in davranışları sıradan, birbirini seven amca-yeğen ilişkisi. Komşularının, arkadaşlarının nezaketi, sıcaklığı, bir yakınını kaybetmiş sevdiğimiz için beklenen insani davranışlar. 


Film bize, bizim başımıza gelse çok daha farklı yaşayacağımızı düşündürten sahneler sunuyor. Oğulun babanın ölümünü karşılaması, amcanın ölümle yüzleşmesi, birlikte geçirilen zamanlar diyebileceğim, filmin büyüsünü bozmak istemediğimden detaylandırmadığım, zor sahneler. Kederin, acının ve üzüntünün yüzünü beklediğimiz pek çok sahnede bize göstermekten imtina ediyor. Cenaze sırasında, amcanın kendi geçmişindeki anılarında, yas dönemlerinde ve gündelik hayat devam ederken hatırlananlarda.

Özenli ve bilinçli bir şekilde sinemanın sınırlılıklarını unutmayarak bize sinema seyrettiren, filmin kendini kendisiyle sınamasına izin veren, karakterin başına gelen olayın kederinin kurguyla anlatılamayacağının altını çizen bir film Manchester by the Sea... Bu filmi özel yapan budur kanımca. 


Bir ihtimal de, oradaki kederin tarifini bize bırakıyor. Fakat her durumda sinemayı sanki bize baktırarak kurguya değil gerçeğe odaklanmamızı sağlıyor. Ben buna bayıldım açıkçası... Yönetmen bunu harika yazmış ve kurgulamış, oyuncular harika oynamış. 

Senaryo ve Yönetmen: Kenneth Lonergan
Oyuncular: Casey Affleck, Lucas Hedges, Kyle Chandler, C.J. Wilson,
2016, USA.
*Filmin adının Yaşamın Kıyısında olarak çevrilmiş olması tamamen içerikten bir çıkarım olmuş ve bence fazla klişe ve bu yüzden de olmamış. Filmin adı, Birleşik Devletler'in doğusunda bir kasabanın adından geliyor. Aynen kullanılmasının ne sakıncası vardı anlamadım.

6 yorum:

  1. Ya ben bu filmde çok sıkılıp arada sinemadan çıktım. Her kelime arası duraklamalarla içime afaganlar bastı. Oysa yavaş tempolu filmleri de çok severim ama daraldım bunda.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hahah! Çok sevimli geldi dediğin nedense. Oluyor işte böyle bambaşka bakışlar. Peki, benim bakış hiç bir şey ifade etti mi? Aa, öylemiymiş mi dedin, yok canım bence alakası yokmu? Ya da hiç biri :)

      Sil
    2. Ya ben hemen her şeye ağlayan ve duygulanan biriyimdir ama bu film bana zorlama geldi, niye dersen açıklayamam :) Adamın acısı diyeceğim ama eh o olay olmadan önce de matah değilmiş, hayat dolu da değilmiş, uyuşturucu ve içkiye gömülmüş bir tipmiş.

      Sinemanın güzelliği dedim senin yazdıklarını okuyunca, herkesin yüreğine farklı dokunuyor :)

      Sil
    3. Evet, öyle sanırım.:-) Ben adamın geçmiş yaşamını senin gibi değerlendirmedim mesela. Sevgiler, :-)

      Sil
  2. Biliyorsun ben filmi sevmiştim :) Sen de sevmişsin ama sevmekle yetinmemiş neden sevdiğini sende bıraktığı duyguyu bilince çıkararak, sözcüklere dökerek tanımlamışsın. Filmi severek izlediğim gibi filme dair yorumunu da severek okudum. Yorumuna katılıyorum ama anlatılan hikayedeki kederi de çok yoğun hissettim ben. Lee'nin film boyunca gülmeyen yüzü içime işledi örneğin. Son sahnede onun yüzüne birazcık o da belli belirsiz yayılan gülümsemesiyle mutlu oldum. Yoğun kederi günlük yaşamın sıradan dertlerinin komiklikleri içinde yoğurup hazmedilir hale getirip yaşama yeniden yer açan bir hikaye anlatıyor izleyicisine film. Yoksa Lee yaşayan bir ölü gibi kafasını kaldırmaksızın karanlık bir bodrum katında durmaksızın çalıştığı ama yaşamadığı bir hayatı sürüyor olacaktı. Ve Lee o geceyi yaşamadan önce çocukları ve karısıyla birlikte sıradan bir Amerikalının mutlu hayatını yaşıyordu... Görüntülerle, hikayeyle bütünleşerek daha fazlasını anlatan müzik seçimi ise filmin sevdiğim bir başka güzelliği... keder bu müzikle ağıta dönüşmüş adeta
    https://m.youtube.com/watch?v=k56EPiSDpVU Ayrıca yazıdaki başlık seçimi de güzel olmuş. Eline sağlık... :) Bi de benim bu Manchester'a gidip göresim var bu filmden sonra...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Nuray, sanatın kendisi keder ve hüzün verse de sanatın varlığı ve ona ulaşabilmek nasıl güzel değil mi? Yorumun kıymetli, teşekkür ederim. Müzikleri eklememek film hakkındaki görüşü eksik bırakabilir haklısın. Bence de çok iyi seçimlerdi müzikler. Film içindeki keder bence de hissediliyordu, ben aradaki bazı boşlukların ve gösterilen kederin anlatılma biçiminin senin de değindiğin örnekler nezdinde farklı anlatıldığını hissetttim. Ve bu gözüne sokmadan anlatabilmeyi sevdim. Verdiğin örnekler çok yerinde, ilk baştaki Lee'nin çalışma koşullarına çok dikkat etmemişim ben mesela.

      Ya, ben de görmek istiyorum orayı:))
      Yazları plajları ile ünlüymüş, pek güzelmiş. Hem, sonbaharda filan da o sokaklarda limanda dolaşmak ne hoş olurdu. Kimbilir, neden olmasın. Sevgiler,

      Sil