"Gelecekten kurtulmuş bir insan için korkacak bir şey yoktur " diyor Hasan Ali Toptaş, denemelerden oluşan Harfler ve Notalar kitabında. Gelecekten kurtulabilmekte, bugün sahip olduklarımızın bize sahip olup olmadığı ve yaşamayı seçip seçmediğimizle, ruhumuzun ne kadarını kaç fiş karşılığı masada bıraktığımızla ilgili en çok. "The Way" filminde baba oğlunu çıkacağı kutsal yolculuktan vazgeçirmek için " Ben yaşamımı seçtim, burada yaşıyorum" diyor. Oğlu da : " Bir yaşam seçemezsin baba, onu yaşarsın..."
"Wall-e" filminin, uzun zamandır odamda asılı duran afişindeki şu cümleye dalardım sık sık.
"Yedi yüzyıl boyunca üretildiği işi yaptıktan sonra, aslında ne için var olduğunu keşfedecek."
Yakın zamandan beri de gözüm sürekli kitaplığa takılıyordu. Yaklaşık üç yüz adetlik kitap, doksan beş-iki bin yılları arasında biriktirdiğim Varlık dergileri, en azından fazla almamış olduğum Cogito ve Doğu Batı dergileri...Okuduklarımı ayırsam karşıma çıkacak manzaranın korkunçluğundan, dikkatli bakamıyordum. Üstelik okuduklarımı bile sindire sindire, karalaya eskite okuyamamışken...Neler neler; Say yayınlarının psikoloji ve felsefe serisi az az okunmuş, ömrümün yarısını geçmişken hala A.Adler' in "Yaşamın Anlamı ve Amacı" okunmamış... Dünya klasikleri ; Ruslar, Fransızlar, İngilizler, en azından buradan daha fazla okunmuş. Proust'ın Kayıp Zamanın İzinde serisi, Server Tanilli'ler, Tahsin Yücel'ler, Saramago, Tanpınar ve Marquez'ler...Psikoloji merakıyla aldığım A.Adler, Jung ve Freud serileri... Albert Camus'tan Theodor Reik'e kadar on kişilik bir ekibin sosyoloji, psikoloji ve felsefe kimlikleriyle inceleyip yazdıkları "Aşkın Anatomisi' ni " ise, artık okumasam da olur.
Ve şiirler ; Edip Cansever'in iki ciltlik toplu şiirleri ve benim sadece belki de bir kez okuyabildiğim "Ben Ruhi Bey Nasılım'ı." ve niceleri.
Ve yıllar önce hemen okuyup getiririm diye arkadaşımdan aldığım M.Mungan'ın "Üç Aynalı Kırk Oda'sı." Artık okusam da iade edemem...Kendisini beş yıl önce buradan yolcu ettik...
Harfler ve Notalar'ın bir denemesinde Toptaş, Çağdaş Eleştiri dergisinde E.Cansever ile yapılan bir söyleşiden, altını çizdiği bazı cümleleri aktarıyor. Okudukça cümleleri bir yerlerden hatırladığımı düşündüm ve çok eskiden Varlık Dergisi'inde okuduğumu hatırladım. Ne yazık bayıldığım cümleleri bile unutabilen biri olarak kendimde şaşırdım bu duruma ama o cümleyi hayatımla çok ilişkilendirip, üzerinde düşünmüş olduğumdan unutmamıştım. Deneme metni ilerledikçe, Toptaş 'da aynen bu fikre kapılıyor. Ben bu cümleleri bir yerden hatırlıyorum diyor ve hatırladığı kitaba bakıyor, vaktiyle orada da aynı satırları çizmiş olduğunu görüyor.
Ve bu denemesini "Anlamadığım şu / ben neden bir otel katibiyim" cümlesiyle bitirince ben kitabı elimden fırlatıyordum. Yazının bu güzelliği, bana yazarla hissettirdiği bu yakınlık, bu hoş tesadüfün hazzıyla yine kitaplığa dalmıştım...Daha da canımı sıkan, elbet kıskanmak ne haddime lakin, Toptaş'ın Harfler ve Notalar'da bahsettiği yazarlar, hikayeler, alıntılar, türküler, sanatçılar, o kitaptan o kitaba geçişi, yıllar önce okuduğu kitaplardan paragraflar hatırlaması, adını duymadığım romanlardan , hikayelerden başucu kitabım diye bahsetmesi...Kendisi de diyor zamansızlıktan bahsederken; "işin kötüsü okumam gerektiği halde okuyamadığım kitapların adlarını ve yazarlarını bile öğrenemeyeceğim, kör noktada kalacaklar çünkü." Doğrudur ama yine de benim kitaplığa daldığımdaki hüznümü azaltmıyordu...
Okumak ve anlamak ve bilmek ve bulmak; nasıl, ne zaman ? Belki Neşat Ertaş vurdu son darbeyi ; "Ahmak aldatırmış dünyanın malı, çoğunu isteyen delidir deli.", " Bizim evimizi bir eşeğe yüklesen götürür ama keyfimizi tren katarları götüremez." diyerek...Belki de M. Cioran "Nasıl bir uçurum kusursuzluğuna ulaşmışım ki düşecek yerim bile kalmamış." diyerek...
İşte, Faust'un ruhunu sattığıyla, O'nunla, sürekli masada arttırılan "sahteliklerle" oturduğum son pazarlıkta, bu sefer oyunu ben kazandım...Alpacino'nun Şeytan'ın Avukatı'ında filmi başa döndürmesine izin vermedim...On yedi yıldır çalıştığım kurumdan ayrılıyorum böylelikle. Kapitalizmin beni unutması en fazla on yedi dakika sürecek biliyorum, umarım öyle de olur...İnsanlar sebebini sorduğunda, kitaplığa baktım ve karar verdim diyorum. Bu bana Truva filmindeki bir sahneyi hatırlatıyor; Helen, Paris'in babasına, Kral'a der ki:
" Benim yüzümden insanlar ölecek, kadınlar dul, çocuklar yetim kalacak. Bırakın beni geri döneyim." Kral ; " İnsanlar yüzyıllardır bir çok sebep için savaştı, savaşacak ta. Aşk, bu nedenler arasında en değerlisi, en güzeli olacaktır." der ve oklar çekilir...
Gelecekten kurtulma bu iki kelime bende oldukça olumsuz bir karşılık buluyor nedense. Aksine gelecek ile yaşamak, gelecek için yürümek ve dövüşmek, bu günü gelecek ile anlamlandırıp dünü gelecekten ödünç almak... Bunlar daha bir sevimli geliyor kulağıma.
YanıtlaSilokunacak o kadar çok kitap, dinlenecek o kadar çok müzik, izlenecek filmler, tiyatrolar, gezilecek sergiler, sevilecek milyarlar... Ama galiba hedefe ulaşabilmek kadar zevk verecek bir şey daha hedefe doğru tırmanmanın kendisidir. Ulaşamasak da yürümenin hazzı yeter belki de kim bilir?
Sevgiyle...
Merhaba Vuslat,
YanıtlaSilO cümle daha çok gelecek kaygısından bahsediyor bana göre, ben öyle anladım ya da öyle evirdim. Gelecek kaygısıyla mülkiyet telaşımızın benliğimizi çalmasından. Yoksa bugün yaptığımız her şey yarına ekleniyor zaten. O yüzden de "doğru" şeyleri yapabilmeliyiz elbette.
Bence de yolu yürümekte varmak kadar önemlidir.
Teşekkür ederim,
Aze yeni bir serüvene mi başlıyor acaba? Neden olmasın?
YanıtlaSil:-) İnşallah...
YanıtlaSil