Duygu AİDS hastası, bu nedenle sevdiği adama dokunamıyor, dokunmasına izi veremiyor. Bu çok hüzünlü bir hikaye konusu tabi ki, "neden bu konu etrafında ilk defa bir Türk filmi izliyorum " düşüncesi geçmedi değil aklımdan. Üstelik gerçekte Karadeniz kıyılarında bu tür hikayelerimiz hiçte az değil. Metin Duygu'nun hastalığı kapmasına neden olan kişiyi gördüğünde eski-yaşlı-sevgilisi zannediyor, babası olabileceğinin aklına gelmemesi filmin o ana kadar olan kurgusuna bakıldığında çok tuhaf geliyor insana. Bana öyle geldi...Diğer yandan; birbirlerine aşık olma süreci "az" anlatılmış bence, ne zaman aşık oldular dedirtti bana. Issız Adam filminde de aynı fikre kapılmıştım " Ne zaman aşık oldular bu kadar ?..." Sanırım benim aşk' tan ne anladığımdan kaynaklanıyor... Ama klişe olmayan, arkasında derin duygular olan sahneler de vardı ; Metin bakkaldan geldiğinde Duygu'yu banyoda zannediyor ve sofrada beklemeye başlıyor. Normalde beş bilemediniz on dakika sonra banyoda kimse olmadığını anlarsınız ama Metin gözlerini kapıya dikerek beklemeye devam ediyor. İçeri bakarsa olmadığından emin olacağı gerçeğine inat milyonda bir ihtimali kaybetmemek için sabaha kadar sandalyaden kalkmadan kapıya bakıyor...Bu bence de güzel bir aşk filmi sahnesi idi. Sonra sarılıp uyumaları, kahvaltı seramonileri , bazı not yaprakları...Hele senaryo yapraklarının kağıttan uçak yapılıp pencereden atılma sahnesi hem komik hem farklı hem güzel fikirdi... Kapıcı karakteri de çok iyi oturmuştu. Duygu karakterini oynayan Melike Güner iyi oynayamıyordu, Sezai Paracıkoğlu daha iyiydi ama O' da iyi değildi bence...Gerekli sahnelerde rolü anlatamadılar...
Kötü değil ama çok da önemli değil diyebilirim belki tek cümlede...Filmde Duygu hastalığı ile ilgili, insanların ne kadar acımasız olabileceğinden ne kadar ön yargılı olduğumuzdan ve yargılarımızı ne kadar da hesapsız savurduğumuzdan muzdarip...Çok ta haklı. Ben O'nu çok iyi anladım :
Uzun yıllar önce; yirmi yirmi bir yaşlarında iken bir arkadaşım ile konuştuktan sonra telefonu kapatıp şöyle dedim işyerinde : " Allah alla , elisa testi pozitif çıkmış D.'nin,". Birden etrafımdaki üç kişinin yüzü bembeyaz oldu neredeyse. Biri hemen yerinden kalktı. Diğeri arkasını döndü...Ben :" Elisa nedir, kan vermeye gitmişlerdi bir hasta için, O'nunkini kabul etmemişler" dedim...Açıklamayı aldıktan sonra ben de kalktım yerimden şaşkın şaşkın...Şöyle diyordu az önce odadan çıkanlar ; " Ben artık O'nunla yanyana çalışmam. Bende bana ne."
Ben arkadaşlardan " şaka yaptık iyimisin" telefonunu alana kadar yarım saat içinde daha ilişkimin düzeyini bilmeden, D.'yi tanımadan, konu hakkında hiç bir şey bilmeden , Elisa testinin HIV Pozitif için yeterli olup olmadığını bile bilmeden her hangi birileri değil, tüm gün yan yana oturduğunuz, üniversite sırası görmüş insanlar dahi bu şekilde davranabiliyor.
O nedenle filmde çok anlatılmasa da bu ve benzeri durumlarda ne kadar acımasız olabildiğimizi, ne kadar kötüleşebildiğimizi anladım ben...Film tabi daha çok "dokunmak", " dokunmadan sevebilmek" konularında durmaya çalışmış.
Dokunmadan sevilebilir mi ? Elbette. Tartışmaya bile gerek yok...
" Ne zaman aşık oldular bu kadar ?..." ben de hep sorarım bu soruyu, hiç anlamam!
YanıtlaSilDi mi ya! Tamam etkilendiler, hoşlandılar, keyif aldılar yan yana olmaktan da, onca gözyaşı dökülen günlerce konuşulan aşk neredeydi ben hiç göremedim...Kim kimin için ne yapmıştı ki...Bizden sonra gelenlerin aşkını anlamadığımı düşünüyorum çoğu zaman...
YanıtlaSilSevgiler,