10 Eylül 2010

Yazılanların Okunması...

Bir şeyi farkediyorum yazdıkça ; yazarların yazdıklarını okutması hiç te kolay değilmiş!...Bence yazmanın en zor süreçlerinden biri; birilerinin yazdıklarınızı okuyor olduğunun bilinmesi...

Herhangi bir yazar ne kadar emin görünse de tamamen kurgu olmasından yazdıklarının, insan kurgu ile gerçekliğin hangi sınırda ayrıldığından ne kadar emin olabilir ki!...Ya hayal gücü ? Biliyoruz ki hayal gücü yazarın hayal gücü; yazdıklarını nasıl hayal ettiğini, kurguladığını, olayları, karakterleri, sonları, başlangıçları nasıl hayal ettiğini düşünmemek, yazarın aklı ve duyuları hakkında yargılara kapılmamak mümkün değil ve yazarın bunları yazarken hayal ettiklerinin çırılçıplak okunuyor olduğunu bilmesi çok kolay olmasa gerek...Mesala J.C.Grange'ın yazdığı cinayet sahnelerini tasarlayabilmesini dehşetle karşılıyorum ben. Her şey zihinde başlar diyorum ve bu sahneleri tasarladıktan sonra günlerce uyunamayacağını düşünüyorum...Bu nedenle de dehşete düşmeden edemiyorum bazı kurgular karşısında...Bir arkadaşım söylemişti: etkilenmiştim oldukça; D.Asena "Kadının Adı Yok" kitabında yazarı sandalyeye çırılçıplak oturtuyormuş ilk yazılarını yazdığı dönemlerde...Hangisi daha zor; çırılçıplak oturmak mı, çırılçıplak oturduğunun bilinmesi mi, çırılçıplak oturmadığının
bilinmesi mi ?

Yazanın bilincindeki imgenin okuyucunun kendi öz bilincine aktarılmasını ve yeniden kavrayabilmesini  sağlayan yazı nasıl yazılırsa başarılabilir bu? Yazarın fikrinin akla hitap etmesi beklendiği gibi  yapıta okuyanın duygusal katılımı da beklenir...Oysa yazının (sanatın) çok da mantıklı olması beklenmemeli ! Eğer yazanın (sanatçının) dışa vurumu ise yazılanlar ve yazanın hayal gücü, anıları, fikirleri de olsa hepsi yazarın imgeleridir bence...Çıplak yada giyinik farketmemeyecektir ve ne yazdığı değil ne anlatmaya çalıştığı önemli olmalı...Dilin ne anlatmaya çalıştığı ancak nasıl anlattığı ile anlaşıldığından burda yazı, sanırım diğer sanat dallarından bir parça ayrılıyor...Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlığını buna tam bir örnek görüyorum;  mantıklı değildir, fantastik de değildir,  anılarından örülmüştür, ama anlatmak istediğini "tam" anlatmıştır.Ve sanatının (yazısının) kendisini direkt seyrettirmeden fikrini, düşüncesini aktarabilmiştir...Son dönemlerde ülkemizde sözü geçen, benim çeşitli yazınlarda rastladığım dünyada 1960'lardan bu yana konuşulduğunu öğrendiğim  bir kavram var: "kavramsal sanat" Çok kısaca ; düşüncenin de sanat olduğu, sanat yapıtının fiziki yapısının (resmin, heykelin, müziğin) fikri anlatmak için sadece bir form olduğu , sanatın bakmak olmadığı, anlamak olduğu üzerine kurulu gibi.Gibi, çünkü çok fazla fikrim yok ama incelenmeye araştırılmaya değer görülüyor bence, bir kaç örnek var ilgimi çeken :
"Ses" bir sanatsa "sessizlikte" bir sanattır...Yine bunu edebiyat ile çok bağdaştıramıyorum?!..,
Joseph Kosuth, "One and Three Chairs" isimli eserinde; bir katlanır sandalye, bir sandalye fotoğrafi ve bir sandalyenin sözlük tanımının büyütülmüş halini bir arada kullanmıştır.
Bu eser;  tanımı net olarak yapılamayan şey pratikte de bir şey ifade etmez (anlamı olmaz) fikrini anlatmaktadır. Her kavramsal sanat kişinin ilgisini çekmeyebilir ama anlatılmak istenen önemli olan form değil, verilen fikirdir.Kavramsal sanat fikir iyi olduğu zaman iyidir...

Fakat şu söylenilmeden geçilmemeli yine de ; sanat "anlaşılan" değil "algılanan" bir olgudur bence birazda. Müziği dinlediğimde anlamayabilirim, sesleri ayırt edemeyebilirim ama beğenirim yada beğenmem, bir resme baktığımda ışığı, perspektifi bilmeyebilirim beğenirim yada beğenmem, tat gibi, koku gibi algının dışında bir bilgi gerektirmeyebilir...Algı belki eserin anlaşılması için kişinin ilk etkilenmesini, ilginin çekilmesini sağlayan bir  yoldur ? 
Mesela ben; yazılanların okunmasının yazmak için ne kadar zorlaştırıcı bir süreç olduğunu ama  yazmanın bir amacının da okunması olduğunu, bunu bile bile yazarken imgelerin söylenmek istenenin aynen anlaşılmasının ne kadar çıplak yada değil, ne kadar kendinden ya da hayalgücünden olabileceğini anlatırken; şiir-düzyazı-gülmece-tragedya kullanıyor olmam yazının ne kadar iyi olduğunu değiştirmeyecek mi? Form söyleyeceğini iyi anlatmak için çok gerekli ve önemli bir yol değil mi?
Güzellik, estetik bu konunun neresinde?
Güzellik bir algı sorunudur diyoruz.Güzelle değil görenle ilgilidir, o zaman bir forma bakıldığında anlaşılması bakanın algısında saklı ise, forma odaklanmak, çok gerekli değil sanki ! Formların çok güzel, çok estetik, çok ince olması gerekmeyebilir, anlatılmak istenenle herkese aynı şiddette ulaşılabilmesi sağlanabiliyorsa eğer...Yoksa formun estetiği bu anlatma için gerekli olan tek yol mu?  Çok karışık...   
Edebiyat dışında anlayabiliyorum bu ilgi çekici tarzı ama edebiyat ile yanyana koyamadım henüz bir kaç örnek dışında...

2 yorum:

  1. Çok doğru noktalar var bu yazıda. Bir kere, yazdıkların okunma(ma)sı sendromu çok doğru, ve yazanın da elini bağlıyor çoğu zaman. Okunmayan yazının değeri yok diye düşündüm bir süre ancak sonra farkettim ki, sanat, sanat içindir, bu her zaman böyledir. Eninde sonunda onu okuyacak biri zaten çıkacaktır. O yüzden yazmayı bırakmamak lazım, kimse okumasa dahi.

    Diğer konuda da katılıyorum. Kavramsal sanat dediğin şey, yani fikrin (ya da bir başka açıdan derdin) anlatılmasıdır sanat. Nasıl olduğunun önemi yok. Zaten bienaller de o mantıkla varlar, tek bir konuyu farklı sanatlarla anlatmak güzelliği.

    Biçimsel konu çok önemli bir nokta bence de. Herhangi bir sıradan konuyu da anlatmak, sanat eseri olabilir, önemli olan üsluptur. Sinemada da, edebiyatta da, müzikte de böyledir.

    Vallahi iyi yazı olmuş.

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim.Yorum da çok iyi...

    YanıtlaSil