Kendine hâlâ Ah! İstanbul dedirtecek, iç geçirtecek kadar güzel bir şehir.
2013 yıl sonu rakamlarına göre nüfusu 14 milyon 160 bin 467 kişi. Son yapılan deniz doldurmaları ile yüz ölçümü 5 bin 315 kilometre kare. Buna göre her metrekareye 2,5 kişi düşüyor. İstiklal caddesinin günün ve dahi gecenin ortalama her saatinin görüntüsü buyurun:
İstiklal cad., Taksim |
17 yaşındaydım ilk geldiğimde. Heyecanlıydım, fakat daha çok üniversite başlangıcı için ki ben bölümümü Edirne'de zannedip yazmıştım. Gülmeyin, o kadar kötüydü işte o zamanlar okullar hakkında bilgilenmemiz. Saflığımdan utansam da unutmamak için yazıyorum; Yıldız Teknik Üniversitesini yazmıştım, nerede olur ki bu okul derken bakmıştım haritadan Edirne'de Yıldız dağları var. Olsa olsa buradadır demiştim. Gülmeyin ya! En azından bir mantık yürütmüşüm. Ayrıca hangi akla hizmet sen git, korunun, ha birde sarayın ismini okula ver. İstanbul Üniversitesi'nde de aynı bölüm vardı ama "yaşayamam ben o kadar büyük şehirde", diyerek seçmemiştim. Kısmet böyle bir şey... Geldim, okudum, yaşadım...
Bir sonbahar sabahı gördüğüm de bu hiç uyumayan kenti, bu nasıl bir kalabalık Tanrım! demiştim. Oysa o zamanlar henüz 9-10 milyon kişi yaşardı. Şimdi neredeyse iki katına çıkmış durumda ve hâlâ insan geliyor...
Gördüğüm ve yaşadığım şehirleri yazmak istiyorum. Artık biliyorum ki insan yaşadığı yeri giyiniyor bir şekilde. Doğduğu yeri hep taşıyor, yaşadığı yere de benzemeye başlıyor. Ve ben kendimi düşünürken, yaşadığım yerlerle ne kadar içiçe geçtiğimi fark ediyorum... Eğer şehirleri yazacaksam başka nereden başlayabilirdim ki! Elbet, kaosun başkentinden... 2014 Haziran gezi olaylarında türedi bu cümle, ben de çok sevdim: "Siz ona kaos diyorsunuz biz evimiz".
Köprüden ilk geçtiğimde ilk gören pek çok kişi gibi, pek tabii otobüste ayağa kalkmıştım, sanki 60 metrenin dibini görecektim. Aslında, daha önce İstanbul'a geldiğimi hatırlıyordum. 2-3 yaşlarında gelmiş olmalıydım. Annem ısrarla "İstanbul'a gitmedik, Adapazarı'na kadar gitmiştik", dese de ben o köprüyü hatırlıyordum işte. Bu da hayatımın gizemi olarak duruyor.
Okula kayıt kolay yapılmıştı da, ben Edirne'de okuyacağımı düşündüğüm için yurda başvuru yapmamıştım. Yurtkur binası Beyazıt civarındaydı o zamanlar, şimdi nerede bilmiyorum. Dedem, bir akrabamız ve ben Eminönü'nden Cağaloğlu'na yürümüştük. Dönüşte nasıl bir yağmur, nasıl bir telaş sokaklarda, varın hayal edin... Bir sigorta şirketinin amblemini hatırlıyorum. Gökkuşağı şeklindeydi. O an, o yağmurda ve telaşta yine de sevmiştim bu kaosu. O, renkli kocaman tabela ve hareket, burada güzel bir şeyler olduğunu da hatırlatmıştı bana. Şimdi yok galiba o amblem. Ve neden arabayla oraya çıkmadığımızı düşünüyordum. Neden arabayı taa köprünün öteki ucuna, Üsküdar'a bırakmıştık ki? Neden o yağmurda ıslanmıştık. Sonradan anlıyorsunuz hep bunları...
Yurt olmayınca üç dört ay Bostancı'dan Maslak'a gidip geldim. Yani, o zaman ki sabah ve akşam trafiğinde ve toplu taşımayla 1,5 saat gidiş ve bir o kadar geliş. Galiba, yanılmıyorsam. Çoğu vardır azı yoktur, onu biliyorum.
Sabahları insanlar ayakta uyuyorlardı. Bildiğin tutacaklardan asılıyorlar ve uyuyorlardı. Düşecekler diye ben telaşlanır, başlarında bekler gibi dikkatle onları izlerdim. Bu süre içinde her gün, "Okul biter bitmez giderim ben buradan. Akıl kârı değil burada yaşamak, bahçeli villa verseler kalmam," derdim. Amma velakin, hem ne uzun yaşadım hem ne severek yaşadım... İlk altı ayda kaçtınız kaçtınız, hele öğrenciyseniz, hele gençseniz, ha eroin ha İstanbul. Daha farklı değildi... Şimdi hâlâ yine de özlüyorum. İçimde bir yer, "delimisin Allah aşkına", deyip yukarıdaki resmi hatırlıyor, bir başka yer "Güzelsin be kadın, bin günaha bedelsin", deyip aşağıdaki resmi hatırlıyor. Öyle denirdi benim ilk yıllarımda; "Bir fahişe gibidir İstanbul, satın alabilirsin ama asla sahip olamazsın"...
Gördüğüm ve yaşadığım şehirleri yazmak istiyorum. Artık biliyorum ki insan yaşadığı yeri giyiniyor bir şekilde. Doğduğu yeri hep taşıyor, yaşadığı yere de benzemeye başlıyor. Ve ben kendimi düşünürken, yaşadığım yerlerle ne kadar içiçe geçtiğimi fark ediyorum... Eğer şehirleri yazacaksam başka nereden başlayabilirdim ki! Elbet, kaosun başkentinden... 2014 Haziran gezi olaylarında türedi bu cümle, ben de çok sevdim: "Siz ona kaos diyorsunuz biz evimiz".
Köprüden ilk geçtiğimde ilk gören pek çok kişi gibi, pek tabii otobüste ayağa kalkmıştım, sanki 60 metrenin dibini görecektim. Aslında, daha önce İstanbul'a geldiğimi hatırlıyordum. 2-3 yaşlarında gelmiş olmalıydım. Annem ısrarla "İstanbul'a gitmedik, Adapazarı'na kadar gitmiştik", dese de ben o köprüyü hatırlıyordum işte. Bu da hayatımın gizemi olarak duruyor.
Okula kayıt kolay yapılmıştı da, ben Edirne'de okuyacağımı düşündüğüm için yurda başvuru yapmamıştım. Yurtkur binası Beyazıt civarındaydı o zamanlar, şimdi nerede bilmiyorum. Dedem, bir akrabamız ve ben Eminönü'nden Cağaloğlu'na yürümüştük. Dönüşte nasıl bir yağmur, nasıl bir telaş sokaklarda, varın hayal edin... Bir sigorta şirketinin amblemini hatırlıyorum. Gökkuşağı şeklindeydi. O an, o yağmurda ve telaşta yine de sevmiştim bu kaosu. O, renkli kocaman tabela ve hareket, burada güzel bir şeyler olduğunu da hatırlatmıştı bana. Şimdi yok galiba o amblem. Ve neden arabayla oraya çıkmadığımızı düşünüyordum. Neden arabayı taa köprünün öteki ucuna, Üsküdar'a bırakmıştık ki? Neden o yağmurda ıslanmıştık. Sonradan anlıyorsunuz hep bunları...
Yurt olmayınca üç dört ay Bostancı'dan Maslak'a gidip geldim. Yani, o zaman ki sabah ve akşam trafiğinde ve toplu taşımayla 1,5 saat gidiş ve bir o kadar geliş. Galiba, yanılmıyorsam. Çoğu vardır azı yoktur, onu biliyorum.
Sabahları insanlar ayakta uyuyorlardı. Bildiğin tutacaklardan asılıyorlar ve uyuyorlardı. Düşecekler diye ben telaşlanır, başlarında bekler gibi dikkatle onları izlerdim. Bu süre içinde her gün, "Okul biter bitmez giderim ben buradan. Akıl kârı değil burada yaşamak, bahçeli villa verseler kalmam," derdim. Amma velakin, hem ne uzun yaşadım hem ne severek yaşadım... İlk altı ayda kaçtınız kaçtınız, hele öğrenciyseniz, hele gençseniz, ha eroin ha İstanbul. Daha farklı değildi... Şimdi hâlâ yine de özlüyorum. İçimde bir yer, "delimisin Allah aşkına", deyip yukarıdaki resmi hatırlıyor, bir başka yer "Güzelsin be kadın, bin günaha bedelsin", deyip aşağıdaki resmi hatırlıyor. Öyle denirdi benim ilk yıllarımda; "Bir fahişe gibidir İstanbul, satın alabilirsin ama asla sahip olamazsın"...
Ortaköy camii, Ortaköy, Beşiktaş |
Ne güzel anlatmışşın İstanbulu:)
YanıtlaSilTeşekkür ederim:) anlatması güzel de yaşaması zor...
SilSelamlar,
sevgiye aitti bir yanımız bu serüvende
YanıtlaSilsus sakın varamam deme
oraya evet evet oraya bir çakıl taşı koy
Haliç'in mavisini ve de
tk
"salkım salkım tan yelleri estiğinde
Silmavi patiskaları yırtan gemilerinle
uzaktan seni düşünürüm istanbul
bin bir direkli halicinde akşam
adalarında bahar
süleymaniyende güneş
hey sen güzelsin kavgamızın şehri"
...
yoğunluğuna ve onca kirletilmişliğine rağmen seviyorum İstanbul'u :)
YanıtlaSilO da öyle bir şehir işte:)
Silne kadar doğru: başkaları kaos diyor ben evim!
YanıtlaSilbenim de en sevdiğim şehir istanbul.
en büyük hayalim ise bu şehirde sadece onu çok seven insanların yaşaması.
öbür türlüsü hem istanbul'a hem de o insancıklara ıstırap çünkü.
Sen de çok güzel bir noktaya değinmişsin Ege. Bence de artık ancak sevenlerin katlanabileceği ve geliştirebileceği bir hale geldi İstanbul.
SilSevgiler,
"Artık biliyorum ki insan yaşadığı yeri giyiniyor bir şekilde."
YanıtlaSilBu cümleyi çok sevdim. İstanbul'u fetheden Fatih'ten sonra onu yeniden fethetmek ve ona sahip olmak zor. Her şeye rağmen ve hatta kaosunu bile seviyorum İstanbul'un.
Teşekkür ederim. Sizler gibi yazarlardan böyle duymak güzel.
SilNe tuhaf değil mi, on kişiye sorsanız en az dokuzu şikayet eder İstanbul'dan ama hepsi sever." Yine de seviyorum", der. :-)
Umarım daha rahat bir kent olur ilerde...