Ölümü düşünmek... Niye burada olduğumuzu düşünmek... Madem buradayız, amacımızı düşünmek, her olanın kendimiz için ya da başkaları için sebebi olup olmadığını düşünmek, hissettiklerimizin bize kattıklarını, bizden aldıklarını düşünmek, acı çektiğimizde biteceğine inanmak, acı çekmemizin gerekliliğine inanmak, mutlu olduğumuzda yaşamı sevmek olmadığımızda sevmemek, kazık çakmaya çalışmak, en büyük olmaya çalışmak ama hep düşünmek... Her ne olursa olsun, yarın ne olacağını asla bilememek ama ihtimallerden birinin "ölüm" olduğundan emin olmak...
Hep sona doğru bir şekilde yuvarlanmak... Her şeyi yaparken hep yaşamayı unutmak, yaşamayı es geçmek... İnsanın tek yaptığı zaten var olana "yaşama", hep isimler bulmaya çalışmak. Felsefeler üretmek... Kendi felsefesini doğrulamak uğruna yıllarını harcamak ama sonunda zaten var olan, zaten binlerce yıldan beri var olan bir gerçeğe, belki başka bir isim yüklemek... Başkalarının ispatladığına çağının getirdiği, bulduğu başka bir isim vererek dünyaya yeni bir anlam kattığını sanmak, keşfettiğini sanmak zaten var olanı... İsimlerin, tanımların, düşünce akımlarının, öyle ya da böyle isimlendirilmesinin, acının tarifinin, sevincin tanımının ne önemi var... Hiç bir şey insanın güdülerini, var oluşsal problemlerini değiştirmedikten sonra... Değiştiremez, adı üstünde varoluşsal problemler onlar. Var olduğumuz için varlar... Dünyaya geldiğimiz için düşündüğümüz kaygılar, endişeler.
Hep sona doğru bir şekilde yuvarlanmak... Her şeyi yaparken hep yaşamayı unutmak, yaşamayı es geçmek... İnsanın tek yaptığı zaten var olana "yaşama", hep isimler bulmaya çalışmak. Felsefeler üretmek... Kendi felsefesini doğrulamak uğruna yıllarını harcamak ama sonunda zaten var olan, zaten binlerce yıldan beri var olan bir gerçeğe, belki başka bir isim yüklemek... Başkalarının ispatladığına çağının getirdiği, bulduğu başka bir isim vererek dünyaya yeni bir anlam kattığını sanmak, keşfettiğini sanmak zaten var olanı... İsimlerin, tanımların, düşünce akımlarının, öyle ya da böyle isimlendirilmesinin, acının tarifinin, sevincin tanımının ne önemi var... Hiç bir şey insanın güdülerini, var oluşsal problemlerini değiştirmedikten sonra... Değiştiremez, adı üstünde varoluşsal problemler onlar. Var olduğumuz için varlar... Dünyaya geldiğimiz için düşündüğümüz kaygılar, endişeler.
Dünyaya yeni gelen bebeğin gördüğü ilk şeye olan şaşkınlığı neyse, ölen insanın celladını gördüğünde olan şaşkınlığı odur. Ne kadar bilge olursa olsun. Bütün bir ömür tüm bilinmeyenleri keşfetsede asla varoluşsal problemlerini aşamayacak... Ta ki vazçegene kadar. Ta ki, neden sorusunu bırakıp yaşıyor olduğunun farkına varana dek. Tanrı niye burada olduğumuzu düşünmemizi isteseydi cevapları verirdi kesinlikle. Bilmemiz gereken en büyük cevabı zaten verdi: gün olacak geri döneceksiniz... Tek istediğimiz hakim olmak; hayata, sonsuzluğa, bilgiye, tanımlara, tariflere, insanlara,geleceğimize... Hayat hakimi olacağımız, sahibi olacağımız bir şey olsaydı, milyonlarca yıldır "biri" mutlaka olurdu. Gelecekte tüm insanlardan özel olan biri olacaksa ya sen bilemeyeceksin, ya da olmayacak demektir bu. Öyle ise...Varsa Tanrı, zaten O'dur tek hakim... Hayat sadece ait olacağımızdır, ancak o çembere, o döngüye ait olursak sonsuz olabiliriz, yani "yaşarsak varlığımızı", çok önemliyse sonsuz olmak... Bir papatya çiçeğinin varoluşunun hikayesinden öte değildir insanınki. Onun bir derdi yoksa bizim de yoktur... İnsanın kendini farklı sanması kendi aptallığıdır.
Belki de saçmalıyorumdur. İşte bütün mesele de bu ya, kim ispatlayabilir saçmaladığımı ya da saçmalamadığımı...
Belki de saçmalıyorumdur. İşte bütün mesele de bu ya, kim ispatlayabilir saçmaladığımı ya da saçmalamadığımı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder