30 Temmuz 2015

Beddua

Dün akşam bir haber okudum, şimdi bulamıyorum. Her açıdan aradım, yok yok. Hatta yanımda arkadaşım da vardı, ona da okudum. İkimiz birden sinirlendik, üzüldük. Hatta, yerel bir yazılı basındı. Hep kaydederim böyle şeyleri, onu etmedim işte.  Ulusal basına nasıl yansımaz diye de kendi kendime düşündüğümü hatırlıyorum. Şimdi de tamamen kaldırmışlar. Resmen silmişler. Erzurum ya da Erzincan'dı, Yirmi dört Suriyeli ve Afgan, devlet korumasına alınmış çocuk ortadan kaybolmuş. Böyle diyordu haber. Yirmidördü birden yok olmuş. Bir bilgiye göre, içinde il bürokrat ve emniyet mensuplarının da olduğu organ mafyasıyla ilişki kuruluyordu, başka bir bilgiye göre çocukların IŞID'e satıldığı yazıyordu haberde.
Ey buna izin verenler ve göz yumanlar! Bütün sevdiklerinizin ölümünü görün öyle ölün inşallah. Uzun, yalnız ve karanlık olsun geceleriniz. Ölmek için dua edin... Kendiniz gibisinden başkası olmasın etrafınızda. 
Öl insanlık! Öl biran önce de dünya da kurtulsun çocuklar da. 

Geçen gün bir arkadaşım İstanbul BB'sinin komisyon raporlarını gönderdi. Anladımki hak, hukuk, hepsinden öte insanın kendine saygısı bitmiş bu ülkede. Savunanlar utansın! 

Bir akaryakıt istasyonun yapılabilmesi için mevcut plandaki fay hattı haritadan silinmiş komisyon kararıyla. Bir taraf, bu; akla, mantığa ve hukuka aykırıdır diye oy kullanmış. Diğer çoğunluk taraf, kabul edilmiştir diye el kaldırmış. En küçük bir sarsıntıda o istasyon patlarsa vebali boynunuza olsun ey çoğunluk! Tüm ölenlerin günahları sizde kalsın, yedi kat cehennemde yatın inşallah! Huzur olmasın mezarlarınızda, karanlığınız uzun ve daim olsun... 
Öl insanlık, öl de kurtulsun dünya...



not: Arkadaşım bugün bulmuş gazete haberini. Buyrun burada.  (10.08.2015)

27 Temmuz 2015

Gölgede Kalanlar

"Bu şehrin ne çatılarını ışıldatan ayları sayabilirsin,
ne de duvarlarının gerisine gizlenen bin muhteşem güneşi."  
-Saib-i Tebrizi (Bin Muhteşem Güneş)

buyulugerceklik.com
Galata Kulesi, İstanbul foto; Erhan S.,


24 Temmuz 2015

İnanç

Nereden biliyorsun yürümeyeceğini?
Çünkü inanmıyorum. 

21 Temmuz 2015

Kupon Kupon Yaşanan Hayatlar: "Canım Kardeşim"


Bu muhteşem müzik Cahit Oben'e ait. 1973, Ertem Eğilmez yönetmeliğindeki Canım Kardeşim filminin müziğidir. Cahit Oben, En Büyük Şaban, Linç gibi film müziklerinin de bestecisidir. Ondan başka pek çok şarkı ve bestesi, 'eurovision' şarkı yarışması adaylıkları vardır. Filmin bıraktığı etkide müziklerinin de etkisi olduğuna eminim. Canım Kardeşim filmi, bence, Türk Sinemasının en iyi dram filmidir. Gösterildiği yıllarda çok etkili olmasa da, günümüzde sinema eleştirmenlerince de en iyi dram kabul ediliyor.

Filmin küçük başrol oyuncusu Kahraman Kıral, bu film ve Ömer Lütfi Akad'ın ünlü üçlemesi Gelin ve pek çok dram filmlerinde oynamıştır. Sanırım hüzünlü ve zayıf bakışlarından, genelde hasta çocuk rollerindedir. Yetişkin olarak filmi yoktur. Filmde Abdullah isimli bir eşek vardır ki, kesinlikle oyuncular arasında sayılmalıdır. Kemal Sunal'ın kısa ama harika bir rolü vardır. Kendisi o yıllarda henüz sinemada yer almaktadır, ama hemen fark ediliyor. 

Filmi iyi yapan çok ağlamanız, çok üzülmeniz, çok acıması içinizin değildir bana göre, kapitalizmin kötülüğünün aynı güçle halen devam etmesidir... Bitirilen tarım politikalarının, köyden kente göçün, sermayenin avucuna bırakılan ucuz iş gücünün ve sağlanamayan barınma ihtiyacının yerine bir nevi rüşvet olarak sunulan gecekondu yaşamının bitmemesidir...

19 Temmuz 2015

Gerçek Nedir ki?

foto: Alan McFadyen
Çok eski tartışmalardan biridir: Gerçek Nedir ki? Kim tam olarak bilebilir rüyada olmadığımızı şu an? Düşümüzdeki kelebek ya gerçekse falan filan... Bu arada falan filan çok iyi şarkıdır; buyrun... "Manzaraya daldım ses çıkarma, gerçek can sıkar beni uyandırma." 
Carl G.Jung, kendimizi ve etrafımızı algılama yeteneğimize bilinç, algılayamadığımız, kafa yorduğumuz, henüz oralarda ne olduğunu bilmediğimiz kısıma psikoloji biliminin bilinçdışı dediğini, kimilerinin Tanrı, kimilerinin Şiva, doğa, gaia gibi farklı tanımlar bulduğunu söylüyor. Ona göre daha bileceğimiz çok fazla şey var. Bence gerçek de onlardan biri. İnsanlar, Carl G.Jung'ın kolektif bilinç olarak ortaya koyduğu; inanışlar, kültler, hevesler, hazlar, modalar, statü peşinde koşmalar, alışkanlıklar, başkasından alınan inançlar, reklamlar, popüler kültür, tüm izm’ler, tüm ideolojilerden oluşan kitlesel zihinle de gerçeği oluşturabilirler.  Bir bakarız benim gerçeğim senin de gerçeğindir. Ve bu öyle yazıldığında anlaşıldığı gibi kolay kaçılabilir, baş edilebilir bir oluşum süreci de değildir. Şu yanda gördüğünüz fotoğrafta hangi kuş gerçektir ki? Ne fark ediyor ki rüyamızın ya da yaşadığımızın gerçek olup olmadığını bilmememiz ile? Önemli olan hangisini algılayabildiğimiz olduktan sonra.
“Gerçek nedir ki? Gerçekler söylenince artık hatırlanacak ne kalıyor ki geriye. Bakın siz gerçeksiniz ben ise yalan. Yalan; meleksiz bir cennet gibi.” - Firuze, Neredesin Firuze (2004) filminden.
Bazen bir hikaye okursunuz, bir film izlersiniz ya da bir masal dinlersiniz ya da yaşadıklarınız hep bir masal, hikaye, filmdir. Hepsinde tek bir gerçek vardır,  o da hikayede kendimizi koyduğumuz yerdir.

Fotoğraftaki kuş dişi bir yalı çapkını kuşudur. Hikayesi ilginizi çekecektir. Burada.

13 Temmuz 2015

Abbas!

Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalb ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumana,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.
                                                    -Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956)

(şiiri tanımama ve sevmeme vesile olan Şenay'a selam olsun.)

Cahir Sıtkı, Abbas şirini askerdeki emir erinden etkilenerek yazmış. Buyrun bakın ben de Savaş Ay'ın yalancısıyım; Der ki hikaye: Cahit Sıtkı emir erini seçmek için listeleri tararken Abbas oğlu Abbas adına rastlamış. İlgisini çekmiş isim, çağırmış tanışmış, Mardin Midyat'lı bir gençmiş. Şair gel zaman git zaman emir eri ile yer içer, oturur sohbet eder, hal hatır sorar olmuş. Genç, samimiyeti, çalışkanlığı, canla başla koşuşturması ile ve de bozuk türkçesi ile Cahit Sıtkı'nın çok hoşuna gidermiş. Bir geceki muhabbetlerinden birinde Cahit Sıtkı, "Benin Beşiktaş'ta bir sevgilim var, bilir misin Beşiktaş'ı, alıp getirir misin onu bana", demiş hatta gencede, o da ciddiye alıp sabah hazırlanmış getirmek için... Bu şiir bu gençle olan muhabbetlerden çıkmışmış... 

10 Temmuz 2015

İstanbul II: İstanbul İşi

Kentlere isim yakıştırmayı seviyorum. Mesela, ilerde yazacağım Barcelona Renkli, Roma Aşk, Madrid Ankara, Las Vegas Para,  Los Angeles Fakirsiz, Porto Şirinköy, gibi. İstanbul da, önceki yazıda dediğim gibi Kaos'dan başkası olamazdı.

Hani, doğrudan köy kadar küçük bir yerleşimden gelmemiştim bu şehre ama, bana yine de çok karışık geliyordu. En çok insanların telaşı, hızı, koşuşturması aklımı alıyordu. Sanırım dört beş yıl sonraydı. Bir gün bir an Üsküdar iskelesinde durdum. Sırtımı denize verip vapurlara binmek üzere olan insanlara baktım bir beş dakika kadar. O anı hiç unutmadım. Tam anlamıyla bir insan seli akıyordu. Kimi büyük vapurlara, kimi küçük motorlara, kimi sağdaki teknelere kimi bilet kuyruklarına, incelen bir nehrin kolları gibi denize dökülüyorlardı...

İstanbul'u İstanbul yapan nedir biliyor musunuz? Yaşıyor olması. Sizden başka, sizden ayrık ve dahası sizi hiç umursamadan yaşıyor olması. Canlı bir organizma gibidir, hiç uyumaz. Hızlıdır, acımasızdır, soğuktur, başı diktir, mağrurdur. Hep kendi başınızın çaresine bakmak zorundasınızdır, onun sizin ne yaptığınızla ya da yapmadığınızla hiç ilgisi yoktur.

"...Her şey akıp gider bir katı hüzün kalır 
Her zaman geceleyin kalır o, bazen gündüzün kalır
...
Ben de bu dünyaya geldim geleli 
Ölmezsem, öldürmezsem 
Kim benim farkıma varır?..."
Malatyalı Abdo için Bir Konuşma, Turgut Uyar 

Belki biraz Turgut Uyar'ın dediği gibidir, her şey akıp gider, geriye hep hüzün kalır İstanbul'da...


O zamanlar Maslak Beşiktaş arası bu kadar kalabalık değildi. Kanyon, İş Kulesi, Metrocity, Mashattan, Zorlu Center binaları yoktu mesela. Dolayısıyla da onların trafiği. Fakat trafik olmayınca araç da çok olmuyordu. Maslak kız yurdunun önünden Yıldız kampüse gidecek arkadaşlar 'otostop' çekerdi genelde. O kadar öğrenci sabah dokuz dersine nasıl yetişsin yoksa... Yaşlı bir amca vardı, aramızda epey alay-panik konusu olmuştu. Şimdi muhtemelen rahmetli olmuştur, o zaman bile yetmişlerinde vardı. Her sabah Sarıyer yönünden gelir, tam takım elbise giyinik, papyonlu hatta, 'otostop' çeken arkadaşları alırdı. Biz genelde "ne komik bir adam",der gülerdik.  Nesi komiktiyse, şimdi hiç anlamıyorum. Hayat da bu ya zaten değil mi, geçmişin şimdiden farklı olması, gelecekte de farklı olacağı gibi... Kızlar arasındaki muhabbette genelde; "yetmiş yaşında adam, ne zarar gelir ondan, rahatça gidiyoruz işte arabayla", şeklindeydi.
Hemfikirdik artık, sabahları evinden bizim için çıkıyordu. Şimdi düşünüyorum da, kendine iş edinmiş dahi olabilir. O kadar masum değildi tabii, özellikle öne oturan kızların omzuna, koluna, bacağına dokunmaya çalışır, sürekli güler bir şeyler anlatırmış. Benim okul Maslak'da olduğu için rastlamıyordum, bunlar anlatılanlar. Bir gün bizde arkadaşlarla sırf meraktan ona 'otostop' çekmiştik ama. İnanın hatırlamıyorum arkada mı önde mi oturuyordum, sanırım arkada, önde oturan arkadaşım epey zorlamıştı amcayı, çok suskun ve soğuk durarak. Sanırım biraz da korkmuştu. Beşiktaş, Yıldız'da inince yine de gülmüştük,

Bu anlatılası bir hikaye mi emin değilim. Adam, papyonu, arabası, kızların kimisinin korkusu, kimisinin gülmesi nedense hep aklımda. Neredeyse yirmi yıl olmuş, hala unutmadıysam anlatılmayı hak ediyordur öyle değil mi? Hatta bunun İstanbul ile ne alakası var? Hangi şehirde 'otostop' çekmek zorunda ki insanlar? Hangi şehir size bu kadar hızlı öğretir ki hayatı? Hep bunlar İstanbul'un işi işte... 

07 Temmuz 2015

Öyle Geçiyor İşte

Bugün fark ettim; iyi yazabilmek için düşüncelerimizi terbiye etmeyi bilmemiz gerekiyor. Bir de hızlı yazabilmek. Yok yok, hızlı yazmak şart değil. Bir an düşünce hızında yazabilirsek kafamızdan geçenleri ve harika dediğimiz fikirleri, birden kağıda dökülüverseler mesela diye geçirdim aklımdan, böylelikle harika şeyler yazmış olurmuşuz gibi geldi, ama değil. O işler öyle olmuyor. Harika demişken, herkes kendinin harika bir şey yaptığını düşünebilir zaman zaman. Kimileri, belki hep öyle düşünüyordur, vardır öyle manyaklar. Kim her zaman harika bir şeyler yapabilir ki? İnsanız sonuçta Konuyu dağıtmazsak iyi olur.
Harika bir şeyler yaptığımızı sandığımızı söylüyordum.

Kış yaklaşıyor. Vivaldi'nin kış bestesini dinlemek istedim. Buyrun, güzelmiş. Geçenlerde Vivaldi'yi sevmediğimi yazmıştım, hatırlatmayın çünkü unutmadım. Sevmek nedir ki? Sevmekte mutluluk gibidir, bazen seversin bazen sevmezsin. Mutlu olman için şartlar ortadan kalktığında olmadığın gibi, sevmemek için şartlar ortadan kalktığında da sevmezsin bu kadar basit.
Hayır, hayır o işler öyle değil dediğinizi duyar gibiyim. Valla ben bilmem o kadarını, herkesin sevmesi kendine, ben şu an Vivaldi'nin Kış'ını sevdim. Ayrıca Yaz'a geçtim o daha güzelmiş. Buradaki kritik; şu an ne dinlemek istediğime kendim karar vermiş olmam. Ben sevmiyorum dediğim zamandaki sevmeme sebebim, herkes seviyordu ve sanki benim de sevmem gerekiyordu. Sonradan yani şimdiler de bakınca bu bilinçsizce sevgiydi beni sevdirmeyen. Yoksa, insan bir şeyi ya da birini, sevmek gibi sevmişse hep seviyordur... Hangi şart değişmiş olursa olsun, sever...

Harika bir şeyler yaptığımızı sanıyoruz bazen diyordum. Şimdi herkes dinleyecek, susacak, herkes bu fikrin arkasından gelecek sanıyorsunuz, olmuyor. Bir arkadaşım var mesela; solfasol dergisini çıkarıyorlar. Bazen bazı yazdıklarına bakıyorum şimdi herkes anlayacak her şeyi, şimdi değişecek pek çok şey, şimdi kimse evinde oturamayacak diyorum. Değil koşma çıt yok. Aman canım sende Aze, bir yazı mı dedin! Amma safmışsın diyenleriniz olacaktır. Hak veririm. Bu aslında dergiyi size tanıtmak için uydurulmuş, kendimin de inanmadığı bir örnekti. Fakat biz ne zaman okuduklarımızın hiç bir hareket yaratmadığına inanır olduk ki, onu da bilmiyorum. Konuya dönersek; evet, neler var kılımızı kıpırdatmadığımız ben de yazı diyorum. İşte mesela;  Başkent'in göbeğinde yüz kişinin bir anda öldüğü habere bağlantı verecektim, bunun için bile kılımızı kapırtdatmadık diye, 'google' ın bile farkındalığı düşük. 'Ankara da 100 kişi' yazdım aramak için, ne bileyim, hemen çıkar haber en tepede diye, 'Ankara'da 100 kişilik düğün salonları' haberleri çıktı alt alta. Beşinci ya da altıncı haberdi, burada. Aklıma Behzat Ç. geldi. En güzel o söylüyor:  Geçmiyor...  Alakasız gibi mi geldi, bana çok alakalı geldi. Geçip gidiyor sanıyoruz bir şeyleri, yaşayıp unutuyoruz, hayat devam ediyor sanıyoruz. Neleri alarak geçiyor, nerelerimizi koparıyor biz izin verdikçebiliyor musunuz? Ruhumuzu. O sonsuz olduğuna inandığımız parçamızı... Öyle geçiyor işte... 

04 Temmuz 2015

Herkes Kafasında Düşünür

Kendi kendine değil, kendi kafasına göre de değil, kendinin bilebileceği şekilde düşünür herkes. Yaşadığımız şey sadece kendimize benzer.
***
Fethiye, kayaköy
Fethiye, Kayaköy (terkedilmiş rum köyü)
Bu sene çok yaprak var yerlerde, ezmeden yürünmüyor. Zamandan mı şehirden mi bilemiyorum... Bu sebeple bile zor bence iyi olmak; ezmeden geçmek
zor epeyce. Düşünsen işin içinden hayatta çıkamazsın; ölü ya da canlı mı olduklarını... Tanrı'nın kesinlikle insanlara garezi varmış. İnanmıyor
musunuz? Ya şu nedir öyleyse; henüz önünüzde, bir sınır dahi koymadığınız uzun yıllar olduğuna inandığınız çocukluk dönemlerinde hiç kendinizi, hayatı, etrafınızı, olanı biteni sorguladığınız düşündüğünüz oluyor mu? Oluyor muydu? Olmuyordu tabii. Hem nereden bileceksiniz, hem hiç bu konuda, yani çocukların uzun uzun dertlenip düşündükleri konusunda yazan çizen görmedim, okumadım. Çocuklar sadece hayatı yaşar. Sanki birazdan hayatları bitecekmiş gibi yaşarlar, oysa daha yeni gelmişlerdir. Onları kandırmak kolaydır, inandırmak kolaydır, henüz sizin bildiklerinizi bilmeme lüksüne sahiplerdir çünkü. Zaman geçtikçe, hayattan gitme vaktiniz yaklaştıkça -bir kuralı olduğunu varsayalım- düşünecekleriniz artar. Artarak devam eder. Uzunmuş gibi geleceği, geri dönecek gibi geçmişi düşünürsünüz. Yaptıklarınızı yapmamayı, olmamış olmasını dilersiniz ama, yine yaşasanız aynı anı yeniden yine aynı şeyler olacağını da bilirsiniz. Üstelik bugünün kararlarını verebilmek için bütün bunları aynen bu şekilde dikkatli bir şekilde düşünmeniz gerektiği de doğrudur. Karar almak için geleceği, emin olmak için geçmişi düşünürsünüz. Yok mu şimdi Tanrı'nın bir alıp-vereceği insanla yani. Yaşadıkça daha gamsız, daha tasasız olmamalı mı insan? Madem dünyadan ayrılmanıza doğru gidiyorsunuz, nedir bu dünya telaşı diyemiyor insan, bunu bile düşünüyor... 
***
Bir gün biz insanlar yok olacağız, canlı organizmaların evrimsel döngüsünün bu olduğu söyleniyor eğer değişmezse. İşte o zaman dünya kendiliğinden, sakin, huzurlu yaşamına geri dönecek...
fethiye, kayaköy
Fethiye, Kayaköy (terkedilmiş rum köyü)

01 Temmuz 2015

Zor Olan Hayat Değildir

ve sevda darağacında,
elimi çeksem senden olacağım, çekmesem 
kendimden…

   -Cemal Süreya