07 Mayıs 2013

Yeni Dünya 24: Halley'in Evi

Her şey Andressa'nın başının altından çıkmış olsa da kızamıyorum ona. Onun gidişine bir ay kalmıştı ben de bazı okullara bakmak için Chicago'ya geçmeye karar vermiştim. Hem ordaki dil okulu buradakinin üçte biri fiyatıydı. Dünyayı onun sana gerekli kıldıklarının baskısı altında değil de, senin oldurabildiğince yaşayabilmek güzel bir duygu. Bizim gibiler için çok uzun süreçli olmasa da...

Mart sonu yurtta öğrenci devir-daimi olacağını biliyorduk. Yurdun yüzde doksanı Uzak Doğulu'ydu ve onlarla aynı mekanda yaşamak, tanımıyorsanız kültürü, hiç kolay değildi. Ben bir Amerika'lının evinde pansiyoner olarak kalmayı hiç tercih etmesemde Andressa beni ikna etti. Vay efendim deneyim olurmuş yaşam biçimlerini daha yakından görürmüşüz. Eh, aynı paraya tek kişilik odalarda kalacaktık bir yandan. O giderse ben de giderim fikriyle, "peki", dedim.

Bayan Annabel bir ayımı az kaldı kabusa çeviriyordu, otuz gün diye birbirimizi idare ettik. Sigara içtiğimi -bahçede tabii- forma yazmış olmama rağmen, okumadım, bahçede de içmemeye çalış mı der, gece 09'dan sonra gelmemeye çalışın mı, köpeği sakın dışarı kaçırmamaya çalışın mı der,- ki kaçırdım; felaketti- mutfakta hiç bir şey pişirmeyin, beni bekleyin mi, der, dedi de dedi... Andressa zorlanmıyordu neden bilmem, ben deli oluyordum... Hepi topu yumurta haşlamak istiyordum yahu! Eh ama neden eve çıkmıştım ki! İşte hep bu Çinliler yüzündendi; birileri kadının fırınını az kalsın yakayazmış oda bize tehbih üstüne tembih ediyordu velhasılı...
Halley, olur kendisi.

Yine de bana doğum günü pastası alıp geldiği için, kutlama yaptığı için, son gün bizi kahvaltıya götürdüğü için ve köpeği Halley'in sevimliliği aşkına kızgın değilim bayan Annabel'e.

Belediyenin sağlık kuruluşunda sağlık görevlisiydi. Sabahları altıda evden çıkıyor, akşam beş gibi geliyor, bize yemek hazırlıyor, on gibi odasına çekiliyor, asla geç değil ama erken, on-on beş dakika televizyonun sesini duyuyorduk, sonra ışığı sönüyordu. Bir ay boyunca salondaki televizyonu yemek saatleri dışında açmadı. Kızlarından bolca ama kocasından hiç bahsetmedi. Annesi öldükten sonra eve öğrenci almaya başlamıştı, bir kızını hemşire yapmış, diğerini aynı yolda okutuyordu. Cuma akşamları gelen kızına, okulun ne kadar pahalı olduğunu, az para harcamasının gerekliliğini ve Halley'in yaptığı yaramazlıkları anlatırdı. Bu rutinini hiç aksatmadı. Bir pazar günü kiliseye gelmemiz dışında bizden özel bir şey istemedi. Ha bir de benden, ayda bir gündüz vakti gelen hayvan hakları koruyucusunu Halley'in iyi, sağlıklı ve mutlu olduğuna ikna etmemi istedi. Etmiştim nuhtemelen.

Sitenin havuzuna girdiğimizden, bahçede çimenlerde oturduğumuzdan, benim güllerin dibine sigara izmariti gömdüğünden, geceleri alarmı öttürmemenin bir yolunu bulup bahçeye çıktığımdan, kocasına ne olduğunu sormamak için kendimi nasıl tuttuğumdan hiç haberi olmadı. Bir akşam yemek masasındayız; Dubai'nin ne kadar modern ama Türkiye'yi öyle bilmediğinden bahsediyordu. Ben de yanlış düşündüğünü anlatmaya çalışırken birden aklıma geldi, tam ağzımı açacağım karşımdaki Andressa gözümün içine içine bakıp; "sorma, sorma," dedi. Nereden anladıysa?! Yüzümde aman iyi be! gülümsemesi, sustum. Bir daha da yeltenmedim. Ölen kedilerinin dahil resimleri duvardaydı da babanon yoktu, ne de bir kere olsun çocukların babası demişti, halbuki anlatmayı seviyordu. Filipinlerden göçme hikayesinden evi almış olmasının zorluklarına kadar dinlemiştik. Hâlâ bir merakım budur Annabel için. Tatile çıkarsan ortadoğuya doğru, gel bize demiştim; gelirse soracağım.
Teşekkür ederim Annabel...

25.04.2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder