21 Mayıs 2018

Aykız'ın Kolyesi IV

"Aman Tanrım", demiş çocuk. "Kolyelerimiz, kolyelerimiz bu yüzden kelebek şeklinde." "O tamam da", demiş kadın, "Neden aynaları vardı?" "Çünkü", der yaşlı,"Ahh anlamak için ne kadar beklemişiz... Bu beyaz yürüyen otlar bir kabuğun içinde yok oluyordu, sonra da oradan bir kelebek olarak çıkıyordu. Çember, karşılıklılık, birbirini tamamlama, bulma, yansıma, düşünsenize! Bu döngüyü anlayabilmemiz için kolyelerimiz aynalardan oluşuyordu. Yedi yaşında ne öğretiyorlardı bize; kendi içimizi görebilirsek diğerlerini görebilirdik, diğerlerini görebilirsek kendimizi görebilirdik. İşte ayna bu..." Tekrar sustular. Aynı yoldan, kendi adımlarını takip ederek daha hızlı yürümeye başladılar. Ay silikleşmiş, gün parlıyordu. Renklere güneş vuruyor, daha canlı parlıyorlardı. Şelalenin küçük çukuruna kadar konuşan olmadı.

Henüz büyümemiş, cinsiyeti kadın olacak olan kendi kendine konuşuyor gibiydi, "Aykız yedi yaşında biraz değişmeye başlamıştı aslında. Şimdi düşünüyorum da; onu kandırmak, ikna etmek çok kolay olurdu. Sanki biz ay ülkesi inanlarını, temel güdülerimizi, nasıl bir canlı olduğumuzu hiç bilmiyor gibiydi." "Mesela?" dedi kadın. "Yani, tanıyor da tanımıyor gibiydi. Biz şakalar, komiklikler yapsak çok iyi anlıyor gülüyor, e sen de öylesin, komiksin dediğimizde, kendinin öyle olduğunu anlayamıyordu. Bir arkadaşı ona kötü davrandığında küsmüyordu, dert edinmiyordu çok fazla ama biri bize kötü davransa, hemen kavgaya tutuşuyordu." Köye yaklaşmışlardı. Bir kaç kişi etraflarına geldi, hal hatır sordu. Nereye gittiklerini bilen yirmsisekiz toplantısı sorumluları nehrin kenarında oturuyorlardı. Onlara yaklaştılar.

Uzun bir yoldan, sonunda varmış olmanın dinginliğini taşımıyorlardı. Hala şüpheler, tedirginlikler, yarım bilinenlerin belirsizliği yüzlerinde suya bakıyorlardı. Su akıyordu taşların, otların, düşmüş ağaç dallarının üzerinden. Bir yanından bir yanına üç atlı arabasının sığabileceği nehir sadece akıyordu bütün olup bitenin karşısında. Çocuk anlatmaya başladı. Yirmisekiz toplantısı sorumluluları yüzlerini döndüler ona.  "Kolyelerimiz kelebek şeklindeymiş çünkü bir kelebek olarak ölüyoruz. Doğmadan önce, üç renkli meyvesi olan bir ağacın yapraklarını yiyerek bir kabuğun içine giriyoruz ve orada kelebeğe dönüşerek ölüyoruz, ta ki, eğer bir kadının avuçlarına düşene ve kabuğumuz onların avuçlarında kırılana kadar, ölmüş olarak kalıyoruz. Döngüyü yaşlılar başlatıyor, onlar kendilerini nehre bırakarak nehrin kabarmasını, ve ağaçlarda duran beyaz kabuklu ölü kelebeklerin nehre ve oradan kadınların avuçlarına düşmelerine neden oluyor." Yaşlı devam eder. "Kelebek kolyelerimiz aynadan çünkü yaşlıların ve ölmüş kelebeklerin bu döngüyü hatırlaması için tek yol bu. Aykız'ın kolyesinde bir şey eksik olmalı, bu yüzden nehre geri dönemedi..." Cinsiyeti kadın olacak olan genç atlar söze, "Galiba ben anlıyorum neler olduğunu; Aykız nereye gideceğini bilmiyordu bilse giderdi, neden gitmesin ki eğer vaktinin geldiğini düşünmüşse giderdi nehre. Gitmedi, çünkü aynasında bir şey eksikti, ona bu döngüyü gösterecek parça eksik olmalı." Yirmisekiz toplantısı sorumluluları ayağa kalktılar. Rüzgarın sesi nehrin akışına karışıyordu. Su, güneşin altında inatla ve kararlılıkla akıyor, hayatın hızını her canlıya hatırlatıyordu. "Bilinenler olanları anlamaya yetti mi?", sorumlulardan biri sormuştu bunu. Kimse cevaplamadı. Kimse cevaplamasa da bilinen sorulardan biriydi bu.

Aykız, babasının kolyesinin kendi içine bakan kısmını yaktığını kimseye söyleyememişti. On sekizinci yılı dolmadan annesinin kalbinden düştü düşeli, kendi içini bilmek zorundaydı. Yoksa yirmisekiz toplantısında kendini anlatamazdı diğerleri gibi. Çok çabaladı, mümkün olduğunca çok insanın hikayesini dinledi, çok insanı tanıdı, gençleri, çocukları, yaşlıları izledi ama ne öğrendiyse eksik kaldı. Diğerlerini anlamasının kendisini anlamasına yeteceğine inanıyordu inanmasına da, yine de anlayamıyordu. Ne inanmak ne de bilmek kendini anlamasına yetmedi. Aynasının kendi tarafına bakan kısmının yokluğunun yerini kimse dolduramadı. Son bir şey kalmıştı, aynasının peşinden gitmek. Bir sabah uyandı. Babasının gitmesini bekledi. Onun kolyesini alıp ateşe tuttuğu aynı yere durdu. Önce elini uzattı, ateşin alevlerinin aynayı geri vermesini hayal etti. Sonra, biraz daha uzattı elini, sonra kolunu, canı yanıyordu. Acı geçecektir diye düşünüyordu. Daha da uzattı gövdesini, beli tutuştu önce, göğsü, karnı, omuzları ve saçları. Acının dönüşümü çok kısa sürmüştü, bir an kalbi yerinden çıkacak gibi olmuş, ardından kırmızı ve siyah renkler birbirine karışmış, bütün renkler gözlerinin önünden gitmişti. Siyah ve beyaz noktalar uçuşuyordu gözlerinin önünden artık, sıcak etkisini şaşılacak derecede yitirmiş, acı hissetmesini sağlayan bütün hücreleri tek tek küle dönüşmüştü sanki. Evet, küle dönüşüyordu. Doğum nehrinin sularının serinliğini hayal etmeye çalıştı. Ağaçları, annesinin kalbinden düştüğü anı hatırlamaya çalıştı. Annesinin yüzünü gördü, sular geçiyor sandı saçlarının arasından, kollarından, yüzünden, ne mavi ne de yeşil olan serin sular...

-Bitti.-
Not: Haliyle okumaya Aykız I' den başlanmalı :-)  Aykız, etiketine tıklayarak hiyayenin tamamına ve başına erişebilirsiniz. 

14 Mayıs 2018

Yüzde Üç


'Netflix' İnternet televizyonu artık Türkiye'de yayın yapıyor, kullananlar vardır. Kendisi aynı zamanda yapım şirketi, sadece kendi kanalında gösterilmek üzere ürettiği dizi ve filmleri de var. Bunlardan biri "Yüzde Üç". Bir bilimkurgu dizisi. Rastgele buldum ve ilk sekiz bölümünü iki günde yuttum. Amerikan yapımlarından bıkkınlık geldiği için tümüyle Brezilya bezeli bu yapım, bu özelliğiyle bile dikkatimi çekmişti. Yönetmen, Pedro Aguilera İspanya doğumlu, oyuncular Brezilya'dan, distopyanın geçtiği ülke Brezilya, fakat konu bütün dünyanın sorunu: insanın bitmez tükenmez hırsı ve ihaneti. Üstelik çok temiz ve anlaşılır bir İngilizcesi var. Pratik yapabilmek adına da tavsiye edilir. Ayrıca her iki sezon bölümleri de yayınlanıp bittiği için olsa gerek başka İnternet sitelerinde de bulunabiliyor dizi.


Hikaye zamanımızın dışında karanlık bir geleceği işaret etmekle birlikte, en önemli orjinalliği konunun tamamen günümüzde olup bitiyor olması. Dünyada ana geçim kaynakları olan su, toprak, gübre tükenmiştir ya da çoğu yerde tükenmek üzeredir. Bir ülkeden bir grup bilim adamı büyük bir adada yeni bir yaşam inşa etme projesi başlatırlar. Tüm alanlardaki son teknoloji buraya taşınır. Sulama sistemleri, su, toprak, yeni kaynak üretme gibi, yaşam için gerekli tüm detaylar baştan planlanır, programlanır. Bu yatırımı yapan, yani parayı veren küçük bir kesim bu bölgeye taşınır ve geride kalan büyük çoğunluk kısıtlı kaynaklarla yaşamaya mahkum edilir. Dünyanın bir yerinde açlıkla, soğukla, sıcakla ve hastalıklarla mücadele edilirken bir diğer bölgesinde en konforlu yaşam sürekli gelişen bir teknolojiyle devam etmektedir. Ancak yeni bölgede kaynak tasarrufu için doğum yasaklanmıştır ve her yıl eski yerleşimden yirmi yaşına basmışların yüzde üçü refah bölgesine seçilerek alınmaktadır. Böylelikle bir tarafta bırakılmış, o şekilde yaşamaya zorlanmış yüzde doksan yedilik kesimden bir grup, insan olarak iyi yaşamaya hakkı olduğunu ispatlayarak diğer tarafa geçmeyi haketmek zorundadır. Dizi, bu seçim, süreç ve sonucu anlatıyor. Zeki, keyifli ve yaratıcı bir hikaye. 

07 Mayıs 2018

Bozgun

Aşklar I

-Bozgun-

Kent ayaktaydı. Ayaktaydı ve göğün oradaydım. Çevrilmişti sular.
Sokaklar, dağ yolları. otlar eğilmişti. Eğilmiş ve yitikti.
Kuşsuzdu gök. Gitti geldi atlılar alanlarda. Düştü gölgesi silahların. 

Yarı yüzlerini çıkardı çocuklar pencelerden.
Dirimin yarı yüzleriyle baktılar. Boştu evler, kapı önleri, karınca yuvaları. 
Bozgunun içinden bağırdım sana. tutulmuş sokaklardan. 
Kulelerden. Sesim döndü geldi. Bulmadı seni. 
Anladım başlamıştı yıkımımız. Sürgüne ve köleliğe.
Uzak ağzından. Çılgın etinden. Gök basılacak, köprüler atılacaktı.
Bırakılacaktı boralar. Sesler sürecekti. Bizim ayrılığımız için. 
Yalnızlığımız için bizim. Kanın adına.

Böyle bağırdım sana bir ucundan göğün. Geçip fırtınaları. Soğuk silahları.
Baktım durdum boralar, kuleler, kuzgunlar geçti. 
Döndü rüzgar gülleri. Yeni insanlar, eğrik otlar kalktı.
Kent ayaktaydı. Değişmiş gibi yeryüzü. 
O zamandı gördüm yüzün dolaştı dağ üstlerinde. Yaktı sönük ateşleri.

Geldi.
...

İlhan Berk, Aşklar şiirinden. Toplu Şiirleri II 

01 Mayıs 2018

İşçi Bayramı Kutlu Olsun

Sabah evin kapısına iki çocuk geldi. "1 Mayıs işçi bayramınız kutlu olsun abla", dedi. Sizin de kutlu olsun dedim.

1994, Ulus, Ankara. foto: Hasan Erdoğan

Türkiye'de 4857 sayılı iş Kanunu'nun 71.72.73. maddeleri çocukların çalışma yaş ve şartlarını belirlemiştir. Buna göre, 15 yaşın altındaki çocukların çalıştırılmasını yasaktır. Yalnızca, "14 yaşını doldurmuş, ilk eğitimini tamamlamış ve devam etmek isteyeceği eğitime engel olmayacak şekilde bedensel ve zihinsel hafif işlerde çalışmaları mümkündür", denir. Bu çalışma da günde 7 saati, haftada 35 saati geçmemelidir.

Maden ocağı, kablo döşemesi, kanalizasyon, tünel inşaatı gibi işlerde 18 yaşın altındaki çocuklar çalışamaz. Sanayi sektöründe ve  gece işlerinde 18 yaşın altındaki çocuklar çalışamaz.

Türkiye genelinde (2012) 6-17 yaş aralığında 15 milyon 247 bin çocuk vardır. 
Bunlardan 6-14 yaş aralığında, 304 bin, 15-17 yaş aralığında 2 milyon 287 bin 500 çocuk işçi vardır.
Çalışan çocukların %68.8’i erkek, %31.2’si kızdır.
Çalışma alanlarına göre;
-%45 tarım sektörü
-%31 hizmet
-%24 sanayi sektörüdür.

Bu sayının içinde sokakta çalışan/çalıştırılan çocukların sayısı yoktur. Kayıt altına almak eksik ya da mümkün olamadığından sokakta yaşayan/çalışan/çalıştırılan çocuklar çoğunlukla tahmin edilememektedir.