01 Haziran 2016

Bir Öykü: Mantar

Sıska adam kafenin döşemesine yığıldı. Karnına o güne denk hiç tatmadığı denli şiddetli bir ağrı saplanmıştı. Bedeni, bir dizi istem dışı kasılmayla sarsılıyordu. "Ölüm böyle bir şey herhalde," diye düşündü. "Fakat bu son olamaz. Henüz çok gencim. Bir zamanlar popüler olup yıllardır doğru dürüst iş yapamamış bir kafenin döşemesinde üzerimde şortum, ayağımda Crocks'larla bu şekilde ölmek fena halde utanç verici." Yardım istemek üzere ağzını açtı, fakat ciğerlerinde çığlık atamaya yetecek kadar hava yoktu. Bu öykü ona dair değil.
Sıska adamın yanına koşan garson kızın adı Galia'ydı. Kız, garson olmayı hiç bir zaman istememiş, hep öğretmen olacağını hayal etmişti. Fakat öğretmenlikte para yoktu, garsonlukta para vardı. Çok da yoktu aslında, sadece kirayı ve diğer masraflarını karşılamaya yetecek kadar. O yıl Beit Berl Üniversitesi'nde özel eğitim dersleri almaya başlamıştı. Okula gittiği günlerde kafede gece vardiyasında çalışıyordu. O gece kafenin kapısından içeriye bir köpek bile girmemişti ve kız, bahşişlerin yarısından bile daha az kazanıyordu, fakat okul onun için önemliydi. "İyi misin?" diye sordu yerde yatan adama. Adamın iyi olmadığını biliyordu ama yine de sordu, utancından. Bu öykü ona da dair değil.
"Ölüyorum", dedi adam. "Ölüyorum, ambulans çağır." "Faydası yok," dedi barda oturan ve gazetenin ekonomi sayfalarını okuyan esmer tenli kel adam. "Ambulansın buraya gelmesi yarım saat alır. Bütçelerini kırpa kırpa kuşa çevirdiler. Hafta boyunca günlerden pazarmış gibi çalışıyorlar artık." Adam bunu söylerken bir yandan da sıska adamı sırtladı ve "Ben götürürüm onu acile. Arabam dışarıda," diye ekledi. Böyle yaptı çünkü iyi bir adamdı ve garson kızın bunu görmesini istiyordu. Boşanalı beş ay olmuştu ve o zamandan bu zamana güzel bir kızla yegâne muhabbeti, bu yarım yamalak cümleden ibaretti. Bu öykü ona da dair değil.
Hastane yolu boyunca trafik tıkalıydı. Arabanın arkasında yatmakta olan sıska adam duyulması neredeyse olanaksız bir sesle inliyor ve esmer tenli kel adamın yeni Alfa Romeo spor arabasının döşemesine salyalar akıtıyordu. Esmer tenli kel adam boşandığında arkadaşları ona aile tipi Mitsubishi'yi satıp yerine bir bekâr arabası almasını önermişlerdi. Kızlar kullandığın arabaya bakarak senin hakkında çok şey anlarlar. Mitsubishi şöyle der mesela: Bitik vaziyetteki boşanmış adam son kancığın yerine yeni bir cadaloz arıyor. Alfa Romeo spor araba şöyle der: Klas bir tip, kalbi genç, macera peşinde. Arka koltukta kasılmakta olan sıska adam da bir tür macera sayılırdı. Kel adam şöyle düşündü: "Ben şimdi ambulans sayılırım. Sirenim yok ama diğer arabaların bana yol vermesi için klaksonumu öttürebilir, kırmızı ışıklarda geçebilirim, aynı filmlerdeki gibi." Bunu düşünürken gaz pedalını neredeyse sonuna kadar kökledi. O esnada beyaz, Renault marka bir minübüs Alfa Romeo'suna yandan bindirdi. Renault'un sürücüsü dindardı. Emniyet kemerini takmamıştı. Kaza yerinde can verdi. Bu öykü ona da dair değil.
Kazadan kim sorumluydu? Gazı kökleyip dur işaretini hiçe sayan emser tenli kel adam mı?Aslında kazanın sorumlusu o değildi. Emniyet kemeri takmayan ve hız sınırını aşan minübüs sürücüsü mü? O da değildi. O kazadan tek kişi sorumluydu. Bu insanları neden yarattım? Bana hiç bir zararı dokunmamış takkeli bir adamı neden öldürdüm? Aslında var olmayan birine neden acı çektirdim? Esmer tenli kel adamın evliliğini neden mahvettim? Bir şeyi yaratmış olmak insanı sorumluluktan kurtarmıyor. Hayatta, olan biten karşısında omuz silkip Tanrı'ya bakabilirsin ama burada mazeret bulamazsın; öyküde Tanrı sensin. Kahramanın başarısız olmuşsa sen öyle istediğin için olmuştur; başına kötü bir şey gelmişse sen öyle istediğin için gelmiştir. Onun kanlar içinde yerlerde yuvarlanmasını izlemeyi sen istemişsin. Karım odaya girip, "Yazıyor musun?" diye soruyor. Bana bir şey sormak istiyor. Başka bir şey. Yüzünden belli, fakat aynı zamanda beni bölmek istemiyor. İstemiyor ama böldü bile. Evet, ama önemi yok, diyorum. Bu öykü yürümüyor. Öykü bile değil, kaşıntı gibi bir şey bu. Tırnağımın altındaki mantar gibi. Karım neden söz ettiğimi anlamış gibi başını sallıyor. Anlamıyor. Yine de bu; beni sevmediği anlamına gelmiyor. Bu öykü, bize dair. 
-Etgar Keret, Tuhaf dergisi, Mayıs 2017
Çeviri: Avi Pardo

8 yorum:

  1. Yazma sıkıntıları işte. Okurken tam içindeydim ama benimle de ilgili değildi :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :-) Merhaba Momentus. Yazan yazanın halinden anlıyor tabe:-)

      Sil
  2. Bence bu oyku bana dair, cunku evet her bir kisi hakkinds kafamda ayri hikayeler yazabilirim.
    O yuzden cok hoslandim bu oykuden. Bencil es haricinde,

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bencil eş işte:-) Bu arada sayende AÖF sosyal hizmet sınavında sayende bir soruyu bildim. Yaa:-) Sen bir yazında taşikardi oldum demiştin, tarif etmiştin. Senin anlattıklarının tersini tarif eden bir tanım vardı. baktım Bradikardi diye bir şey var bir de Taşikardi, dedim taşikardi olmadığına göre Bradikardi'dir :-))
      Teşekkürler. Arkadaşlar ne için var değil mi?

      Sil
    2. Oooo super!

      Bradikardim de vardi bir ara. Cok huzurluyken kalbim yavas atmaya baslamisti :))
      Gelsin puanlar!

      Arkadaslar bize ogretmek icin burdalar!

      Sil
    3. :)) Şeker kız Candy. Ömürsün vallahi.
      Evet, nerdeyse hiç çalışmadan güzel puan alacam gibi. Genel kültür, arkadaşlar filan idare ediyoruz:)

      Sil
  3. öyküye nasıl da kaptırdım, ne güzelmiş, sağol Aze...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, güzel bir öyküydü. :-)
      Sevgiler Ayşecim...

      Sil