29 Mayıs 2016

"Camdan Kalp"


Bir önceki akşam iyiydim, ama dün akşam hiç öyle olmadı. Bir soğuk; koca bir boşluk vardı evde. Yeleğimi giydim, zayıflamışım biliyor musun? Yeleği giyince anladım, desem daha hoş bir cümle olabilirdi sanki ama değil, tartılıyorum arada. İyi mi kötü mü bilmiyorum; bir sakız var evde bir de boş, kareli defter yaprağı. İkisi de faydalı şeyler. Sağol.

Çok öğreniyor insan, bazen istemediklerini bile öğreniyor. Bir bakmışsım kaçtığın insan oluvermişsin. Bir bakmışsın hiç farkettirmeden hayat, yaşamını sen yapmış. Hani; her gün gözüne sokulan bütün özlü sözler bir milim fayda etmemiş de yaşayarak öğrendiklerin olmuşsun. Öyle bir şey.

Babamla hatırladığım bir anımı sormuştun bana, söyleyeyim: İki ya da üç yaşlarında olmalıyım. Sabah erken saatler, annem uyuyor, ben uyanığım, hala öyle ya çocuklar; annelerini uyutup uyanık kalabiliyorlar. Babam işten gelmiş, iş dediysem alt kattaydı yeri. Kafamı kaldırıyorum odaya girince, muhtemelen gülümsüyorum. Öyle ya, hangi çocuk gülmez. Yatağa doğru eğilip kırmızı bir şey fırlatıyor bana. İçinden küçük paketler dağılan bir kutu; hala var o çikolatalardan. Babam öldü, dedem öldü, anneannem öldü hala üretiliyor o ya, şaşmalı mı bilmem. Hani şu bir kutunun içinde bir sürü paket olanlardan, hani tipitip sakızına benzeyen küçük paketlerin bir kutunun içine konmuş hali. Sen muhtemelen bilmezsin tipitip sakızlarını. 

20 Mayıs 2016

Hayret

@John Stanmeyer, sinyal arayan Afrikalı mülteciler
Durduğum yer benim değil iken,
gidebilecek bir yerimin olmaması ne acı;
gidebilecek bir yerim yok iken hâlâ
ve inatla durmayışım ne gaflet
nihayetinde ölmüyorken yaşıyor olan insanın,
yaşıyorken öldüğünü bilmemesi bu,
bu ne tuhaf bi’ hayret.
-Turgut Uyar

17 Mayıs 2016

Rus deyince?

Masadakilerden Kudret Abi hariç diğerleri kardeş. Beş kardeş. Baba edebiyat öğretmeni bütün çocuklarına şairlerden isim bulur. Sait, Nazım, Orhan, Aziz ve tabii Turgut. Nazım, adına yaraşır solcu, yeri gelir evlenmesine üzüldüğü abisine minareden şiir okur. Nadir Sarıbacak'ın oyunculuğuyla döktüren bir karakter. Anne babanın depremde kaybedilmesi ile ömrü kardeşlerine bakmakla geçmiş en büyük ağbi balıkçı Sait, Serkan Keskin. Pavyon şarkıcısına aşık, evde inanç özgürlüğünü savunan imam kardeş, Turgut, Tansu Biçer. Senaristi ve yönetmeni Onur Ünlü'dür ki şiir camiası kendisini şiirlerinde kullandığı Ah Muhsin Ünlü adıyla tanır. Ben, İtirazım Var, Sen Aydınlatırsın Geceyi, Beş Şehir, Güneşin Oğlu, gibi filmlerini, ve de şiirlerini çok severim. 

Beş Kardeş dizisi her şeyiyle bildik hikayelerin üstünde, akıl açıcı, harika bir absürd komedi dizisiydi. Ne yazık yaptığı göndermeler, konular, konuların anlatımı bizler için sakıncalı bulunduğundan on üç bölümden fazla ilerleyemedi. Olsun, gün olur devran döner, çünkü dünya yuvarlak. 

İşte, güle güle mutlu olduğum sahnelerden... 

14 Mayıs 2016

"Hiç Yanılmamışız"


Ayrılık Sevdaya Dahil 

açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın

rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan

ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
her şey onunla ilgili
...
yalnızlık
hızla alçalan bulutlar
karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozları yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
eflatuna çalar puslu lacivert
bir sis kuşattı ormanı
karanlık çöktü denize
yalnızlık
çakmak taşı gibi sert
elmas gibi keskin
ne yanına dönsen bir yerin kesilir
fena kan kaybedersin
kapını bir çalan olmadı mı hele
elini bir tutan
bilekleri bembeyaz kuğu boynu
parmakları uzun ve ince
sımsıcak bakışları suç ortağı
kaçamak gülüşleri gizlice
yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu
ölü bir gezegenin
soğuk tenhalığına
benzemesin diye
özgürlük mutlaka paylaşılacak
suç ortağı bir sevgiliyle

sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızlığa bile
rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
hâlâ kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessüm-
zehir zemberek aşkımız

-Atilla İlhan

11 Mayıs 2016

Yemiyoruz Kuzum

yeğenler
Birinci sınıfa başlayan yeğenim annesine; "Sen kalkma kalkma, uyanma, ben kendim binerim servise", demiş. Ana yüreği pek üzülmüş, gözleri dolmuş da, teyzeler yutmaz! Biz de geçtik o yollardan diyeceğim de, oradan başlamamıştık.

Yolunuzun ve kalbinizin ışığı hep sizinle olsun canlar...






08 Mayıs 2016

Şefkat ve Gelecek

buyulugerceklik.com
©Daniel Nilsson daha fazlası için
Güzel annelerin güzel günleri kutlu olsun.
Çirkin anne yoktur, kuzguna yavrusu da şahin görünürmüş. Ki, bence kuzgun çok güzel bir hayvandır. Kuzguni siyah denen renge bayılırım mesela.

Diyeceğim başka bir şey:

Annelerin kutsallığına inanmıyorum. Doğurmanın gücüne, değerliliğine, anlamlılığına inanıyorum fakat her hangi bir şeyi kutsal kılmanın onu körelttiğine, mümkün olmayan bir "saf iyilik" fikrine ittiğine inanıyorum.

Neden çocuklar sadece onları doğuranlara aittir? Ya da şöyle sorayım; Neden, bir şekilde bakıma ve korunmaya muhtaç kalmış çocuklar aç, aciz, cinsel, duygusal, fiziksel ve ekonomik ihmal ve istismar altında iken, kadınlar, -doğurmuş olanlar özellikle- evdeki bir kaç çocuğuna sabahları güzel kahvaltı hazırlayıp, akşamları masal okuyor olabildiği için kendilerini "iyi birer anne" sayıyor, saymalı?

Hatırlatmak isterim ki, gelecek sadece "sizin-bizim" olan çocukların omuzlarında yükselmeyecek.
Anlamakta zorlanıyorum; geleceğimiz dedikleri çocuklar hakkında ve üzerinde bu kadar pervasız, acımasız, korkak, zalim olmasını insan ırkının...

Doğurmak, kadınlara özgü muhteşem bir "güç". Bir yavruyu doğuran kadının onu korumaya, eğitmeye, ruhsal ve fiziksel sağlığından sorumlu olmaya çalışması, gönüllü ve istekli olması hatta hayatının anlamı ve yegane görevi sayması çok doğaldır.  Yavrudan sorumlu olan babanın da tabii. -Baba kavramı biraz daha ilginçtir. Afrika'nın bazı ilkel kabilelerinde çiftleşilen erkek değil, varsa kadının erkek kardeşi babalık görevlerini üstleniyor. Yoksa, kadın tek başına ebeveyn oluyor.- Bu bakımdan bir şekilde mahrum olan çocukların, toplumun geleceği için diğer kadın ya da erkeklerin bakım ve şefkatinden de mahrum olması, yetmediğinde devletin bundan geri durması, annelik ve babalık tartışmalarında bir sakatlıktır bence. Anneliğin bir güdü olmadığına dair bir kaç makale okumuş olmakla birlikte, dünya üzerindeki herhangi bir kadının anne ya da değil, bir tek çocuğa dahi kötülüğü olduğu müddetçe, biyolojik ve doğal bir güdü olduğuna inanmam. Öyle olsaydı, tamamen aciz bir insan yavrusunu -kendi geleceğini- koruma güdüsü de olurdu.

Benim çocuğum oldu, ama doğmadı. İki kız kardeş ve bir kaç yeğenin büyümesine çok yakından tanık olmam ve katkıda bulunmam biliyorum ki  "bazı anneler" için çocukları anlayabilmem ve sevebilmem bakımından yeterli olmuyor. Sizleri anlayamadığımızı düşünen anneler, bilmem siz beni anlayabiliyor musunuz; şefkatim kanımdan olmalarından ileri gelmiyor. Onları seviyorum, korumak ve kollamak istiyorum çünkü çocuklar...  

05 Mayıs 2016

El Kaldıranlar...

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan'ın  06 Mayıs 1972'de gece yarısından hemen sonra idam edilmesinin senato tarafından onaylanması.


* TBMM'de gerçekleşen idam görüşmeleri ve oylamalar, BDS yayınlarının 1988 Mayıs baskısında "Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, İdam Görüşmeleri" adlı kitapta yayınlandı. 

02 Mayıs 2016

"Düş Görebilirsin Uykuda, O Kötü."

                                       
Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu!
Düşüncemizin katlanması mı güzel
Zalim kaderin yumruklarına, oklarına
Yoksa diretip bela denizlerine karşı
Dur, yeter demesi mi?
Ölmek, uyumak sadece!
Düşünün ki uyumakla yalnız
Bitebilir bütün acıları yüreğin,
Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun.
Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü.
Çünkü, o ölüm uykularında
Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından
Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu.
Bu düşüncedir felaketleri yaşanır yapan.
Yoksa kim dayanabilir zamanın kırbacına?
Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine
Sevgisinin kepaze edilmesine
Kanunların bu kadar yavaş
Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine
Kötülere kul olmasına iyi insanın
Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken?
Kim ister bütün bunlara katlanmak
Ağır bir hayatın altında inleyip terlemek
Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa
O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya
Ürkütmese yüreğini?
Bilmediğimiz belalara atılmaktansa
Çektiklerine razı etmese insanları?
Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi:
Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor
Yürekten gelenin doğal rengini.
Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar
Yollarını değiştirip bu yüzden
Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar.

-William Shakespeare / Hamlet