30 Eylül 2016

Bilmece

Hiçbir şey gelmeyecek bundan böyle.

bir daha ilkbahar olmayacak.
Herkese kehanetidir bin yıllık takvimlerin.

Ama yaz, ve hani derler ya,
"yazdan kalma" diye, onlar da olmayacak-
artık hiçbir şey gelmeyecek.
asla ağlamamalısın,
der bir şarkı.

Onun dışında
bir şey
diyen
kimse yok.

-Ingeborg Bachmann
 (Hans Werner Henze'ye, Ariosi dönemi için.)

27 Eylül 2016

"İncirlerin Altına"

Bir Dostu Ölü Götürmek

Boş bulunup gülersen
Bir ölünü görünce 
Ocağa tütsü atarsın
Pencerene sürme çek

Ölünün babasıyla
Uzunca bir rakı iç
Anmadan eski günleri
Bırak biraz ay doğsun

Dört arkadaş bir olup
Tahta kutu içinde
Ölünüzü götürün
İncirlerin altına

Dönersen ıslık çalarsın
Yol uzun, su karanlık
Otur bir çardak altına
Bırak biraz yağmur yağsın

1979, Ergin Günçe


Gülseren Y., Yusuf G., Sibel K., Aynur E., anısına.

25 Eylül 2016

Tekerrür*


Pişman Değilim

Pişman değilim, seslenmiyorum, ağlamıyorum
Her şey geçer ak elmalıkların üstünden bir sis gibi
Altın rengine bürünüp, solup gidiyorum
Bir daha geri gelmeyecek gençliğim.

Sen, bir daha çarpmayacaksın öyle
Kalbim! Ayazların üşüttüğü, öyle serin…
Ve bu akağaçların kumaşı ülkesi bile
Artık heves vermiyor gönlüme yalınayak dolaşmak için.

Serseri ruhum benim! Gittikçe daha az
Canlandırıyorsun ateşini dudaklarımın
Ey benim kaybolan diriliğim,
Deliliği gözlerimin ve taşkın ırmağı duygularımın.

Artık daha az şey ister oldum dileklerimde
Ah ömrüm benim! Yoksa seni bir düşte mi gördüm?
Sanki sessiz bir bahar sabahı erkenden
Dörtnala geçip gidiyormuşum gibi düş renkli bir at üstünde.

Hepimiz, hepimiz tükeneceğiz bu dünyada
Sessizce dökülüyor akçaağacın yapraklarından bakır
Sonsuza dek kutlu ol sen, sonsuza kadar yüksel
Bir çiçek gibi açıp, sonra öleyim diye geldin buraya

- Sergey Yesenin 

Yukarıdaki videoda dinlediğiniz şarkı bu şiirin rusçasıdır. Görüntülerdeki sarışın genç şiirin sahibi S.Yesenin'dir. 1925 'te henüz otuz yaşındayken kendini asarak intihar etmiştir bir otel odasında. Şarkıyı söyleyen ise  Rus şarkıcı Aleksey Pokrovski...

*Tekrarlanma (TDK)

22 Eylül 2016

Atları Saklı Güzel Atlar Ülkesi: Kapadokya

Bizler Kapodokya diyoruz, İngilizce adı "Cappadocia"'den çevirerek. Büyük bölümü Nevşehir ilinde olan bu, 'tuhaf' şekilli kayalıklar vadisi Kırşehir, Aksaray, Niğde ve Kayseri'ye kadar yayılmış durumdadır. Hırıstiyanlık için çok önemli yerler olan bu bölge, Hırıstiyanlığın ilanı ile ilk Hırıstiyanların Romalıların zulmünden kaçıp saklandıkları yer altı şehirleri, mağaralar, dehlizler, inşa edilen kiliseler, yaşam alanları ile korunmuş bir bölge. Parslar (Persler), yani şimdi İranlılar olarak bildiğimiz ülke, aşağı ülke anlamına gelen "Katpatuka" diyormuş. Bazı kaynaklarda 'katpatuka' kelimesinin Güzel Atlar Ülkesi, anlamına geldiği yazıyor. Bence bölgenin yerlileri güzel atlar ülkesi, dışarıdan gelenler aşağı ülke diyordur. Biz gittiğimizde atlar pek görünmüyordu, hele de güzellerini hiç görmedik. Yine de eskiden varmış gibi geldi bana.


buyulugerceklik.com

Kapadokya bölgesine giderken daha önce görülmedi ise hemen herkesin yaptığı gibi biz de Türkiye'nin tuz ihtiyacının yüzde kırkını karşıladığını öğrendiğim o beyaz, kocaman düzlüğü görmek için mola verdik. Girişinde tuz kremleri, tuz heykelleri, ve benzeri bir şeylerin satıldığı uçsuz bir beyazlık. Bizim büyük Tuz gölümüz. Tuzun üstüne yürüyüp sonra yemeği düşünmek tuhaf doğrusu... Alan soğuk değil, sıcak hiç değil. Tuzun sertleşmiş hali. Bana çok ilgi çekici gelmedi şahsen. 

Oradan vadiye doğru salınıyorsunuz. Kapadokya gezisi için Ürgüp'te ya da Göreme'de kalınabilir. Peri bacaları ve ilk hırıstiyanların bıraktığı yapıları görmek için bu yöreler en yakın yerleşim yerleri. Tuz gölünü geçtikten sonra yol üstünde Derinkuyu yer altı şehri ilk durağımız oldu. Korku; insana neler yaptırabilir, hele de can korkusu diye merak ederseniz örneklerinden biri; Derinkuyu yer altı şehridir denilebilir. İktidarını tehdit eden her türlü gücü yok etmeye çalışan insan erki hiç bir çağda değişmiyor. M.Ö. 3000'li yıllarda yapıldığı tahmin edilen bu yapı-şehir, yerin sekiz kat altına kadar iniyormuş. Ören yeri kabul ediliyor ve müze ziyaret kurallarına tabi. yerin sekiz kat altına kadar iniyormuş bu şehir fakat hepsi ziyarete açık değil. İyi ki değil, yoksa merakıma yenilip inebilirmişim ama çıkamayabilirmişim, beni yeterince gerdi aşağısı. Diğer arkadaşlar sakindi fakat bazı kanallardan geçerken aşağı doğru indikçe ve yeryüzünden uzaklaştığımı hissettikçe nefesim kesilmeye, paniklemeye başladım. Bu türden endişeleri olanlar dikkatli olsun derim. Onca insan ve önümüzde rehberler olsa da bazı anlar "kayıp mı oldum", hissine kapılınabilir. Diğer yandan panik olacak bir rahatsızlığınız yoksa görmeye değer bir yer. İçeride; kiler alanları, mutfak, salon, havalandırmayı sağlayan derin bir kuyu ve buraları birbirine bağlayan yollar var. Bütün bunlar bölgenin tüflerle, yani volkanik küllerle kaplı, kolay şekillenebilir kayalardan oluşmasıyla mümkün olmuş. Ve girişi bir köstebek deliğini andıran bu şehirde sizi hiç kimse bulamayabilir, yerinizi bilen bile. Şu, temsili resim sanırım ne demek istediğimi tam olarak anlatacaktır. Buradan bakınca yine korktum bak. 


buyulugerceklik.com



Derinkuyu yer altı şehri. 
Ben bile sıkıldım yazıyı okurken. Böyle gezi mi olur! diyesim geldi. Yazdığım kadar sıkıcı değildi emin olun. Masal gibi bir yer Kapadokya; hem üstü hem de altı yerin.

Derinkuyu yer altı şehrinden çıktıktan sonra otelin bulunduğu ve Kapadokya'ya adını veren coğrafi güzelliklerin en yoğun olduğu  ve kalacağımız yer olan Göreme'ye geldik. Milli parkın da olduğu bu belde halkı neredeyse peri bacalarında yaşıyor. Çoğu otel olarak düzenlenmiş, eskiden ev olarak da kullanılıyormuş. Beton yapılar az sayılır ve Ürgüp ve Avanos'u içine alan bir bölge UNESCO Dünya Mirası listesinde. Böyle mirasları var işte insanlığın halen, yine de.

Pek adetim olmamakla birlikte kaldığımız oteli özellikle tavsiye etmek istiyorum: SOS Cave Hotel . Harika bir konaklama yeriydi. Bir kere yeri şehrin tam ortasında ama aynı zamanda sakin bir köşesinde. Seyir terasından sabahın altısında havalanan balonları rahatlıkla izleyebilirsiniz. Kahvaltı bol, lezzetli. Odalar yeterli büyüklükte, temiz, pak. Ve işletmeciler nazik, yardımsever ve tok gözlü. Bir eksiği belki, ortak oturma alanı odaların ortasında kalıyor ve geceleri geç vakte kadar oturulursa uyumak isteyenler için sıkıntı olabilir. Biz gittiğimizde akşamları serin olduğundan sıkıntı olmadı. Göremeyi merkez alarak, Ürgüp'teki üç güzeller peribacalarını, aşıklar vadisini ki burasını çok sevim ben. Adından ötürü değil de bacaların yerleşim alanının büyüklüğü ve tepeden görünüşleri insana başka gezegene bakıyor hissi veriyordu.  Uçhisar kalesi, Göreme Milli Parkı ve bıradaki büyüklü küçüklü peribacalarının içine yapılmış kiliseler, manastırlar, evler... Avanos' taki çömlekçiler, Ürgüp'teki şarap satıcılarını ve hatta Asmalı Konak dizisinden kalan köşkü de katabilirsiniz güzergahınıza ilginize çekiyorsa. Önceden planlayıp yerlerine bakmanıza hiç gerek yok. Hemen her otelde bulunacak haritalar ile rahatlıkla bir kaç günde her yer dolaşılabilir. Tabi arabayla. Bölgeler arası toplu taşıma olsa da istediğiniz zamanda ve detayda gitmek zor olabilir. Veyahut günübirlik turlar ile çözülebilir. Belki sadece foto eklesem daha keyifli olabilirdi hikaye gibi bir his var içimde. Bir iş zamanında yapılmazsa böyle zor oluyor işte. Velhasılı, buyrun size perilerin diyarı...


Balonları çekmek için yeterli makinem yoktu. Bunları çekmek içinse uykuya düşkün olan ben, sabah altıda otelin çatısındaydım. Sonra bir baktım fotoğraf çekmeye çalışmaktan gelip geçen balonları kaçırıyorum. Bıraktım. Binmeye çok cesaret edemedim, biraz da pahalı bence ama izlemesi çok çok keyifli. İlla binecekseniz bir sabah da sadece izleyin, öylece bakın derim.


Bir geniş vadi perilerin evleri ile.


Burasının adı huzur yolu gibi bir şeydi galiba, tam hatırlamıyorum ya da ben öyle demiş olabilirim. Çok kalabalık olmasaydı, hele de yalnız yürüyebilirseniz gerçekten öyle bir alan.


Tam bir karasal iklimi var. Gündüz çok sıcak akşamları serin. Ama güneş batarken bir tuhaf, ayrı bir güzel görünüyorlardı.


Şaka şaka, atlar vardı. Vadinin uçsuz bucaklığına da çok yakışıyorlardı. 

19 Eylül 2016

Eylülün Kabahati

Hayata kızıp durmanın bir manası yok. Nihayetinde bize hiç bir şey vadetmedi.

Belki de eylüle kızmalı. Hep o varken oldu pek çok şey ne de olsa. Gülseren eylülde gitmemiş miydi. Anneannem, babam, benim çocuklarım ve Tarık Akan. Bilmem kaçıncı filmini izliyorum geri gelmiyor. Bendeki de  ne umutmuş kardeşim, dile dile bitmiyor!... Dediydin ya hani, 'keşke senin kadar umutlu olsam.' Olma. Umut pandoranın kutusundan çıkan son kötülükmüş, olma... Velhasıl, herkes eylülde gitmiş olduğuna göre, eylüldedir kabahatin aslı.

Sabah uyandım ölüm, akşam oldu bitmedi gitti, gün de haberler de... Dişlerim neredeyse bitmiş. Bir yıl çalışsam anca bir çene kazanacağım kendime, değer mi diye düşünmüyor değil insan... Kolum acıyor diğer yandan, iğneden herhalde. Ankara iyice soğudu, camı kapatmalı ya, kalkmaya mecal kalmamış. Hani el kol kalkmaz derler ya bir yerden sonra, öyle bir şey galiba. Bu, 'hasretinle yandı gönlüm', şarkısı nasıl bir şey böyle; sinirlerimi bozuyor, dinlemek de dinlememek de...

Filmler ve hayat gelmiyor mu sizin de aklınıza bugün? Birbirlerine benzetir kimileri ya, ne saçmadır. Bir kere hayatın ihtimalleri ile filmlerin ihtimalleri bir mi Alla'sen. Filmlerin insanları bellidir, yönünüzü nereye çevirirseniz çevirin değişmez, oysa hayatta her şey mümkündür, ölümdür tüm olasıkları sonlandıran. Sadece filmlerde daha kısa sürer ihtimaller, hayatta uzun. Olacak olan bir gün mutlaka olur, sadece zaman alır. Belki zamansallıkları benzer birbirlerine bu bakımdan. Ve zamanlı oldukları için kıymetlidir. Düşünün bir, bazı uzun filmlerde sıkılıyoruz, işte, hayat da gereğinden uzun olsaydı sıkılırdık, zaten üşengeç olan insan ırkı iyice tembelleşirdi. Diyelim sonsuz zamanım olsaydı,  ne sevmeye ne gülmeye ne de gidip görmeye zaman ayırırdık. 'Nasılsa bir gün yaparız', derdik. Gördünüz mü; ölüm bizi nasıl terbiye ediyor... Melih Kibar'da ne güzel işler yaptı, gitti...

Heidegger zaman; insandır, diyor. Yani aslolan zamanın kendisi değil, Dasein'ın zamanlılığı, zamansallığıdır, diyor. Gelecek kapalı bir kutudur, henüz yoktur ve tarihi mümkün kılan ölümdür, diyor. Bilemiyorum, henüz hem fikir değilim kendisi ile. Bana fazla kibirli geldi fikirleri, insanı pek çok şeyin, zamanın bile merkezine koyması misal. Yine de sabretmek gerek, hayat bitmeden anlaşılmaz hiç bir şey. Ne de olsa, ancak zaman neyin efsane neyin gerçek olduğunu söyleyebilir, öyle değil mi? Misal, üç kadeh şarap içtim, henüz yeterince saçmalamadığımı düşünüyorum, oysa inanıyorum ki saçmalayınca çok iyi bir yazı çıkacak ortaya. Çıkmadı gitti... Olmadı gitti... Biliyorum, benden sebep çoğu. Lakin, dayanamıyorum insanın kötülüğüne, hani dayanmak neyse de, kabullenemiyorum... Bu şarkı da güzel...

Biraz da masal yazayım, o daha keyifli...

16 Eylül 2016

Tüh ki ne Tüh!

Bugün değildi be Ferit, bugün değildi... Daha çok vardı... Hele sana daha çok vardı...
Ah, hayat hiç iyiye gitmeyecek artık belli, Ah, gitti çocukluğumun mutluluğundan bir şeyler daha...
Ah, neşelerim, hüzünlerim, aşklarım, şarkılarım, gülmelerim, ağlamalarım...
Ah üzüldüm ne üzüldüm... Ah hiç tanımadan ne yakınmışız... Ah, görmediğine de yanarmış insan...


Allah gani gani rahmet eylesin... 

13 Eylül 2016

Periler Ülkesine


Periler ülkesinden geçerken; yediğimiz içtiğimiz bize, gördüğümüz, anladığımız size. Arkası yarın... 

04 Eylül 2016

Kuşlar Uçtu

Tam iş yerinden çıkacağım kapı çaldı. Bir adam; sarışın kızıl arasında, uzun boylu, yeşil, kendine yakışan bir tişört ve haki renkli standart bir şort giymişti. Şık görünüyordu. Yanında genç bir kadın vardı;  esmer, hafif çekik gözlü, zayıf, beyaz bir tişört alelade bir pantolon giymişti. "Geç ya da gel böyle", gibi bir şey diyordu adam kadına ben kapıyı açtığımda. Bunu deyişinden mi biraz, hal tavır  görünümlerinden mi bilmem, kız, babasına hiç benzemiyor, diye geçirdim içimden ben. "Buyurun", dedim sonra da."Çevirmenlik ofisi mi?, dedi önce, sonra,  "Merhaba, biz evleniyoruz, eşim Kazak, bu belgelerinin tercüme edilmesi gerekiyor." dedi.
***
Saate baktım, geç kalmıyordum, normal bir hızla bindim trene. Son hastaydım randevu verilen, geç kalırsam bir kaç hafta daha beklemem gerekecekti. Yer vardı, oturdum. Karşımda genç bir kadın vardı; otuzlarında ya var ya yoktu. Pastel, toz pembesi bir göz farı sürmüştü, griye çalan bir kalem çekmişti farın üstüne, tıpkı gözlerinin rengi gibi. Açık mavi, karanlıkta gri olacak olduğu belli iri, hafif dışa çıkık gözleri vardı. Çok güzeldi.  Yanında, tanıdığı olmadığı aşikâr bir erkek oturuyordu. Adam kördü.
***
Hastanenin kapısından girdim. Genç bir erkek yanındaki kadının yanağını sımsıkı öptü, güldü sonra. Kadın da gülüyordu. Bir şeye seviniyor gibiydiler. Bir şey dedi kadın, "ağzını burnunu kırarım"' dedi erkek gülerek. Kadın da gülümsüyordu.
***
Hastaneden çıktım.  Bir kuş bir dala konmak için uçuyordu. Bir başka kuş da aynı dala doğru geliyordu. İkisi de daldaydı, ama birbirlerini görmediler. Kuşlar uçtu, hayat kısaldı. Bir acı bir başka acı buldu kendine, kendini sökmek için. Olmayan bir yaş aktı görünmeden kimseye; daha ıslak, daha sıcak, daha tuzlu. Bir tren hızlıca geçti. Bir adam indi trenden, aynı trene bindi bir kadın. Birbirlerini görmediler. Bir keski indi göğüse doğru, ne kan akıyordu ne de bir iz kalmıştı görünürde.
***

01 Eylül 2016

Oha!

Başka söyleyecek sözüm yok.

Necmiye Alpay bugün, dünya barış gününde, barış çabaları sebebiyle tutuklanmıştır.

Dünya Barış Günü kutlu olsun. Kim kaldıysa.!