05 Mayıs 2013

Yeni Dünya 23: Güney'den Kuzey'e

"Andy", Pasifiğin hafızası olmadığı için orada yaşamak istediğini söylemişti. Ben, Chicago sokaklarında hiç kimsenin beni tanımadığını ve benim hiç kimseyi tanımadığımı bilerek, bu üç milyonluk koca şehirde Garcia Marquez'i düşünüyordum. Onun Yüzyıllık Yalnızlık'da dediği; "İnsanın yaşadığı toprağın altında ölüleri yoksa, o adam o toprağın insanı değildir." Bana da öyle geliyordu sokaklarda insanlara bakarken. Kendimi dalları ve kökleri olmayan bir ağaç gibi hissediyordum. Havada asılı duran kocaman bir ağaç. Uçabilen bir ağaç. Hasan Ali Toptaş'ın Ben Bir Gürgen Dalıyım hikayesini hatırladım. Nasıl olmalıydı bilmiyordum; aşık olduğunuz kafenin önünden mi geçmelisiniz, terk edildiğiniz sokağa mı çıkmalı arada yolunuz. Dostunuzla ilk tanıştığınız yer mi olmalı yürüyüş yaptığınız. Yıllarca hep aynı çay bahçesinde mi buluşmalısınız. Alışkanlıklar ve hatıralar mı sizi güvende hissettiriyor yaşarken? Aynı şehirde hem üzüldüğünüz hem de sevindiğiniz anılarınız var oysa. Andy bu yüzden mi hafızası olmayan bir yerde yaşamak istiyordu bilmiyorum ama hafızası olmayan bir yerde yaşamak istemediğimi düşündüm. İnsan bir şehri ona kendini hatırlatıyor ise sevebiliyordu sanki... Ne tuhaf, oysa bazen birilerini kendimizi hatırlatmıyor ise sevebiliyoruz...


kaynak: google
Eskiden, çok eskiden, anneannem bize börek yapardı, beş altı çocuk sininin etrafına toplanır, en sevdiğimiz şeyi yemek için beklerdik. Erkekler, benim sonradan keşfettiğim, büyük bir börek parçasını alır sininin altına saklardı,saklarmış yani. Önce tepsideki bitirilir sonra da saklanan yenirdi. Tepsideki bitince herkes sakladığı böreği yerken sulu gözlerle anneanneme bakardım. Sonra ben de öğrendim. Chicago benim için şimdi, sininin altına sakladığım börek gibi. Anlatmak için heyacanlanıyorum ama bekliyorum, California'dan biraz daha bahsetmem gerektiğini düşünüyorum, daha San Diego'nun sıcağından, Halley'in evinden bahsetmem gerektiğini düşünüyorum ama bu arada Chicago'yı biriktiriyorum...

Güney-batı'dan kuzey-doğuya gelince, kuzey insanı olduğumu farkettim. Diyorum ya hep, insan nerde doğduysa, nerede oluştu ise derisi kabuğu orayı görünce varlığını hatırlıyor. Kuzey insanıymışım ben, soğuğu karanlığı, koyu renkli kiremitli, küçük pencereli evleri seviyordum. Californiya' yı çok sevemememin nedenini kuzeyi görünce anladım... Oralarda Holywood haricinde beni şaşırtan bir şeye rastlamamıştım. Şimdi, burada, şaşırıyorum. Ahh Chicago diyorum. Blues ve cazın başkenti... Soğuk ve rüzgarlı Chicago... Mayıs ayında donduğunuz Chicago... Herkes şehrin kışının uzun olduğunu söylüyor. Bence, uzun ve soğuk, uzun ve rüzgarlı , uzun ve çetin bir kışı var...


kaynak: google

Chicago,
15.05.2013

4 yorum:

  1. Bir şehre adım attığın andan itibaren o şehre ait hisler ve düşünceler de birikmeye başlıyor. Bence hatıraların, hafızanın olmadığı bir hayat istesek de mümkün değil. Dikkatle okudum bu güzel yazıyı; ama yer yer beni aştı. O yüzden umarım yorumumda bir sakatlık yoktur. Sevgiler.

    YanıtlaSil
  2. Hiç bir sakatlık yok. Hatta sende ince bir noktaya değinmişsin. Gördüğün anda bir anın oluyor zaten. Ben daha eski anılardan bahsettim o kadar..
    Sevgiler,

    YanıtlaSil
  3. Sanırım yeni yerlere gidip görmek, o hafifliği hissetmek çok güzel, geri döneceğin evin olduğu sürece :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, o hafiflik, güzel kelime. Ve geri döneceğin bir "evin" olması çok güzel. Sevgiler Handan,

      Sil