29 Mart 2016

Serçeler...

Manzaralara verilen romantik anlamlar bizi biraz da viran eden. Oysa  bu fotoğrafta sadece Ay, Jüpiter ve Venüs bir arada görülmektedir. (kaynak) Hepsi bu; gökyüzünde bulunan üç gezegen. 

"Huzurunu yaşadığı günde bulamayan insana kurtuluş yoktur.", demiş Yusuf Atılgan. Ben yıllardır böyleyim; ya geleceğin kaygısı, ya geçmişin kaybolmayan örselenmeleri... Hayat hiç sürpriz yapmadı bana. Ucunu gördüğüm hiç bir yol yön değiştirmedi. Hiç, birden kapı çalmadı. Olmayacak olmadı hep... Ya peşinden koştuklarıma kavuştum, ya hayal kırıklıklarıma ağladım, verdiklerine şükrettim ama sürpriz olmadı... Hep koştum. Delicesine. Soluk soluğa kaldım, yoruldum, düştüm, yine de bırakmadım. Tutanamayanlara hep kızdım. Hayatın bir ucundan olsun tutmak istemeyenleri ne anladım, ne kabullendim. Onlar; nasıl olur da bu kadar pervasız olabilirlerdi... Çünkü, ben bırakırsam, biliyordum, yuvarlanacağım yer çocukluğum olacaktı. Dedemin yeşil gözleri, anneannemin sıcak elleri. Artık aynı yerden akmayacak derelerin serin suları...  Alabileceklerimin peşinden de koştum, hiç umut vaat etmeyenlerin de. Yalan yok, sevildim de, sevdim de, ama hep biraz eksik kaldı, eksik bıraktım, geçmişi silemeyen her insan eksikti benim için. 

Ankara soğuyor, pencerenin demirine serçeler kondu. İki yıldır ekmek kırıntıları koyarız, özellikle kışları. Sanırım onları arıyorlar, ama evde ekmek yok, veremedim bir şey. Tarık Akan'ın töreni var televizyonda. Bir arkadaşı hem konuşuyor hem ağlıyor. Ben de. Çok içimi yaktı bu yüz yüze dahi gelmediğim adam,(uğurlar olsun) sanki masumiyetimden bir parça daha koptu. Sanki gidenlerle ölünmüyor ama, kalanlarla da yaşanmıyor gibi... Genco Erkal 'yaşamak' şiirini okuyor şimdi. Elli kere okudum bu şiiri, yine de ciddiye alabildiğimi sanmıyorum yaşamı... Zamanın zalimliğine meydan okudum, her seferinde kaybettim. Şimdi, artık, kabullendim; sen kazandın zaman. Aldıklarını geri vermeyeceğini biliyorum, artık savaş bitti.


"Örselenir, zedelenir ne kadar kollasan / Bu büyülü nakışlar bir tutam toz olacak" 
-B. Necatigil

26 Mart 2016

"Her Neyse..."

Ben Ruhi Bey Nasılım

I

Gördün mü hiç suyun yanmasını tuzda
Gördüm ben bu yaşam boyu iniltiyi
Büyük bahçelerin küçük içinde
Saksılardan birinde
Gördüm de
Uyurken uyandırılmış gibi
Beni bir sardunya büyüttü belki.

O ben ki
Bir kadında bir çocuk hayaleti mi
Bir çocukta bir kadın hayaleti mi
Yalnızca bir hayalet mi yoksa.

Ne peki
Yere dökülen bir un sessizliği mi
Göğe bırakılmış bir balon sessizliği mi
İşini bitirmiş bir org tamircisinin
Tuşlardan birine dokunacakken ki
Dikkati ve tedirginliği mi.

Bekler mi beni
Her yanı, ama her yanı çocuklar gibi gülümseyen
Bir sürü yaz gününün içinde
Acaba bekler mi beni
Uykularım, o sonsuz uykularım
...
Korkmuyorum artık solmaktan
Solmaktan ve solgunluktan
Gelmişim nerelerden böyle
Kurumuş bir dere yatağı gibi
Ya da pek kurumamış da
Baygın, hasta ya da cançekişen
Çırparaktan yüzgeçlerimi dip sularında
Ya da yer tahtaları, muşamba, örtük perdelerin kasvetini
Yorgun düşerek taşımaktan
Ve ne çıkar ayırmasam kendimi
Suların büyük içkilere kavuştuğu koylardan.
...Ama sessizlikten başka ne bulmuşlar
Önemsiz bir iki anıdan başka
Ya insan kılığında ya da bir dekor taşkınlığında
Sorarım ne bulmuşlar
Çoktan yeni bir umuda dönüşmüştür onlar da
Anılar.

Oysa bambaşka şeyler olmalıydı ağaçta
Kazılmış, oyulmuş yerlerinde ağacın
Buruk mayhoş, daha çok da bir zehir tadındaki
Bir şeyler olmalıydı. Ve sanki
Yıllar var ki saklamışım orda ben

Saklamışım anlaşılan
Odasında yapayalnız doğuran bir kadının
Dışa vurmak istemediği
Ya da pek gereksinmediği
O iniltiyi andıran
Duyurulmayan her şeyi

II

Ve her şey hızla yetişti sonra
Sarı bir günün kahverengi yarınına.
Yıkılmış bir ağacın üstünde yıllarca oturdum da
Gözleri avına benzeyen bir avcıydım sanki
Ağaç da çürümüş zaten
Kazımış, oymuş bir yerlerinden gelip geçen onu
Ağaç mı, içi yıllarla dolu bir kutu mu
Çözmek için mi acaba içlerindeki bir gizi
-Gizi mi, bir giz gereksinmesini mi-

III

Ve her şey dönüştü işte
Kahverengi bir çarşambadan
Sapsarı bir cumartesiye.

Ansızın bir rüzgar çıktı demin
Çölde yanıt arayan alaycı bir rüzgar
Kolalı bir örtü gibi acıtıyor yüzümü
Yakıyor gözkapaklarımı da
Toplayıp getiriyor anılarımı bir bir
Uzun yolları hiç sevmeyen anılarımı.

(Kaç türlü girilirdi anılardan içeri?
1 - İşte bir zambağın özsuyunun içilişi gibi
2 - Süt emer gibi bir memeden
Bütün renklerin ve bütün kokuların bir anda bilinişi
3 - Dibini kazıyor alanlar: dünyanın iç çekişi.)

(Ansak mı anmasak mı
Yeri mi şimdi değil mi
Bir tren yolculuğunda ve her yerde
Her şeyin ya da hiçbir şeyin hiç mi hiç çekilmezliğini
...
Ansak mı anmasak mı acaba
Yeri mi şimdi, değil mi
Sırasını bekleyen bir kadının, hasta
Gereğinden fazla abartılmış yüzünü
Besbelli iğrenirdiniz
Çevirirdiniz gözlerinizi yer tahtalarına
Bir duvar saatine ya da kapıya
Telefona bakardınız, tırnaklarını incelerdiniz uzun uzun
Kısaca
Kaçınmak isterdiniz o yüzden -ama bitmedi-
Gördünüz, görüverdiniz bir daha
Sıyrılmış acılardan ansızın
Sevecen, durgun, sade

O yüzü
Belki de, orada, acele
Karar verdiniz
Bir anneniz olsun isterdiniz böyle
Ve belki sarılıp öpmek isterdiniz onu
Her neyse...
...

-Edip Cansever, 1976

20 Mart 2016

Ha Shakespeare Ha Sen

"Onun onulmaz bir korkak olduğunu o an anladım. Geveleyerek kendine dikkat etmesini söyledim ve dışarıya çıktım. Korku içindeki bu adam, korkak sanki benmişim, Vincent Moon değilmiş gibi sıkıntı veriyordu içime. Tek bir insanın yaptığı, sanki bütün insanlar tarafından yapılmış gibidir. Bu nedenle, cennet bahçesindeki söz dinlemezliğin bütün insanlığı kirletmesi haksız sayılmaz; gene bu nedenle tek bir Yahudi'nin çarmıha gerilmesinin insanlığı kurtarmaya yetmesi de haksızlık sayılmaz. Belki de Schopenhauer haklıydı; ben bütün öteki insanlarım, her insan bütün insanlardır. Shakespeare bir anlamda o sefil John Vincent Moon'dur."
- Jorge Louis Borges, Kılıcın İzi

17 Mart 2016

İnsanlar da iyi...

Bugün merdivenlerde kör bir kadın ile karşılaştık. Ben iniyordum o çıkıyordu. -Ayağımı yere sert basarım ben, önce topuğumu basıyorum galiba.- Bugün de topuğumu yere basmamla onun çığlık atması bir oldu. Özür diledim, korkutmak istemedim, üzgünüm dedim. Gülümsedi, bugünlerde daha hassasım seslere karşı, sorun değil, bombadan herhalde, korkuyorum, dedi...

14 Mart 2016

İyiyim iyi, bir şey yok.

Bugün Ankara'da bir aracı bomba ile patlattılar.
Yakınında bulunan insanları öldürmek için.
Hatta, belediye otobüsüne yakın patlattılar aynı anda daha çok insanı öldürebilmek için.
Ben iyiyim.
37 insan öldü. Onlarcası da hastahanede.

2003 yılında da çalıştığım binaya bombalı araçla saldırı olmuştu. O zaman da bir şey olmamıştı eh, şimdi yazdığıma göre.

Bir zaman aralığı belirlemeli diyorum. Mesela, şu kadar süre buraya yazmazsam bilin ki artık iyi değilim. İyilik meselesi de değil, bir şey değilim artık, yani yokum kısaca. Nasıl mı yok, yok işte, bildiğin yok.  Düşüncem bu meseleyi, yani süreyi. Netleşince yazarım buraya. Bize ne de diyebilirsiniz tabii, olsun ben düşüncem.

Bir şey daha geldi aklıma o gün de düşünüp anlamadığım; şu aşağıda gördüğünüz resim binanın önü, -valla dışarı çıkınca bana bu kadar kötü görünmemişti, ben öne değil binanın arkasına doğru koşmuştum gerçi-,  neyse konuyu dağıtmayalım. Dediler ki o zaman haberlerde; binanın önünde yirmi dört araç yanmış. On bir kişi  ölmüş.
Ölenlerin üçü içeriden onu biliyorum, ya geriye kalan sekiz kişi, onlar nereden. Yanan yirmi dört araçtan mı, ışıklarda bekleyen yayalardan mı, caddede o an bulunan insanlardan mı.
Öyle işte.



11 Mart 2016

Yürüsene Olum!

Amed, Eylül-2016, Av. Hasan Erdoğan

"...ona şaşıyorum,
biz sanki hiç tanrı görmedik
hadi hiç görmedik diyelim
çok doğru
tanrı da mı hiç görmedi bizi..."

- Arkadaş Zekai Özger
Çelişkili Kötü Şiiridir' şiirinden. 







                                                                                                                

05 Mart 2016

Sevgi

"Sen öğretmenini sevmiyor musun?"diye sordu bu sene ilkokula başlayan küçük kız dördüncü sınıftaki kuzenine. Kuzen ödevlerini yapmak istemiyordu, küçük yapıyordu. Adamın küçük oğlu babası ile küsmüş. Küs oğlunu bir gece, hayatından endişe ettiği için,  bir kaç kez aramış babası. Oğlu ve eşi bir müddet sonra cevap dönmüş; mesajla. "Biz iyiyiz." yazmışlar. Yüzüme baktı gözleri nemli; "belki ben iyi değildim, öyle değil mi", dedi. Karısı geçen yıl vefat etti adamın. Ölmeden kısa süre önce küs oğlanın karısıyla büyük oğlanın düğününde kavga etmişler. Ertesi akşam, üst katta uyuyan küs oğlan çok öksürmüş, sabaha kadar yatakta oturmuş anne. Sabah gelin evden çıkmış annesi küs oğlanın yanına... İlkokula  başlayan küçük kızın bir küçüğü, dört yaşında, annesinin memesinin yeni doğan tarafından işgal edilmesini hazmetmeye çalışıyordu. "Okulda neler yapıyorsunuz?"dedim. "Yüzümüzü boyuyoruz, kedi resmî yapıyoruz, kağıttan yuvarlak kesiyoruz, boyuyoruz." "Ne renk boyuyorsunuz?" "Meme rengi," dedi ciddiyetle. "A, öyle mi, ilginçmiş. Ee, yazın plaj ne güzel oluyor değil mi?" dedim ben de aynı ciddiyetle.  "Evet, ben kumdan meme yapacağım yazın." diye devam etti ortanca. "İyi peki, hadi uyuyalım. Kucağıma gelcek misin?" "Tamam, uyuyalım. Ben de memeyi uyutayım; uyusunda büyüsün meeme, uyusunda büyüsün..." 

02 Mart 2016

Posta!

                         02 Haziran 1958 
Doçentim;
Mektubunuzu aldığım gün "İnce Memed"'in üçüncü baskısı çıktı. Bu da bir iki ay içinde biteceğe benziyor. Benim bugünlerde çok işlerim oldu. Bu yılki Yunus Nadi mükafatı romandı. Kırk roman geldi. Çoğu güzeldi. Ben okudum. İçlerinde o kadar güzeller var ki, hele birkaç köy romanı var ki, şimdiye kadar böylesine iyileri bizde yazılmadı desem yeridir. Juri 28inde toplanıyor ayın. Bana gelince benim yeni roman ilerliyor. Büyük işe giriştim. Onun için umudum büyük değil. Bir denemede böyle olsun... Derken ömrüm denemelerle geçecek. Yok, bundan sonrası doğru düzgün roman olacak. "Sazlık" yahut "Akçasazda Bir Tümsek" üç cilt. Kocaman, yani destan. Şu burnumun büyüdüğüne gelince, atıyorlar. Büyüdü ya, o kadar değil. Neden öyle diyorlar biliyor musunuz? Eskisi gibi meyhanelere gitmiyorum. Kapı kapı değneklemiyorum. Vaktim yok. Kimseyi evime çağırmıyorum. Evimin adresini çok kimseye vermiyorum. Siz burada olsanız bu hal hoşunuza giderdi ama çoklarının hoşuna gitmiyot. Bence bu burun meselesi değil, vakit meselesi... Neyse onlarla uğraşacak değilim. Sizleri çok özledim. Dünya gözüyle bir daha görsem, diyorum. Başka bir şey istemiyorum. Bir yanımda ıpıssız bir boşluk var. Ne yapacağımı bilemiyorum. Artık ilk defa, doğru dürüst bir şeyler yazabileceğimi hissediyorum. Çok selam. Baki selam.

Hiç sormadım tercüme kolay oluyor mu? Bana uzunca yazsanız ne olur?
Göğçeli 

Sözcükler dergisi özel sayısı: Edebi Mektuplar. s.55, Mayıs 2015, Yaşar Kemal'den Güzin Dino'ya* mektup.

Güzin Dino, çevirmen, yazar. Ressam, karikatürist, yazar, yönetmen Abidin Dino'nun karısı. Hani şu, mutluluğun resmini çizmeyen ressamın...