29 Ağustos 2015

Distopya

Bir distopya geldi aklıma. Bir ırk düşünün; tıpkı bizim dünyamıza benzer bir gezegende yaşıyor. Bizim sularımıza benzer suları, ırmak, deniz, göl gibi su yatakları var. Bizdeki gibi toprakları, elementleri ve mineralleri var. Oksijenle besleniyor, şeker, protein, vitamin temel beslenme girdileri.

Dişi ve erkek cinsleri var, memeli dediğimiz gruptalar, doğurarak ürüyorlar. Ve yine bize çok benzer olarak az yavruluyorlar, uzun sürelerde yavrular kendilerine bakabilir, kendilerini koruyabilir ve gezegen üzerinde tek başına yaşayabilir hale geliyor. Uzun süre dediğim, bize benzer yine, on beş-on sekiz yıl sürebiliyor.

Fakat bizden çok önemli bir farkları var; bu ırk, yavrularını bizim gibi kendinden görmüyor. Bu yüzden de doğal felaketlerde, kendi aralarındaki kavgalarda, ülkeleri ya da şehirleri arasında olan büyük kavgalarda önce yavrularını kullanırlarmış. Mesela, bir kavgadalar ateş edildi, hemen onlara koşun derlermiş, yavrularda bir şey bilmediklerinden; silahtı, kurşundu, ölmekti, koşarlarmış. Çoğunlukla oyun zannederlermiş zaten. Veya kendi aralarında, kendi evlerinde kavga ediyorlar; büyükler birbirine kötü sözler söyledi ya da ne bileyim bir şeyler fırlattılar, birbirlerini yok etmek istiyorlar ve bu yüzden de birbirlerine vuruyorlar, kendilerini tutamadılar çok öfkelendiler diyelim, o zamanda yavruladıkları bu küçük varlıkları ortalarına alıyorlarmış, öne atıyorlarmış. Sesleri önce onlar duyuyormuş, birbirlerini ittiklerinde önce yavrular itekleniyorlarmış ve böylelikle yetişkin ırk daha az zarar görüyormuş.

Yiyecekleri azaldığında önce kendileri yiyormuş, kalırsa yavrularına veriyorlarmış. Bu yüzden pek çok yavru evlerin dışında kendi başlarına çalışmak zorunda kalıyorlarmış. Daha yetişkin olmadan yiyecekleri az geldiğinden ya da başka çeşitli ihtiyaçları için bazen yetişkin ırktan daha fazla çalışırmış bu yavrular. Kendilerini doğuran ya da doğurmayan diğer yetişkinler bunu pek önemsemezmiş, hatta bazen kendileri çalışmaz, yavrular daha fazla gelir elde edebiliyorsa onları çalıştırırlarmış.

Bizden en büyük farkları, bu gezegende her yavru kendini üreten dişi ve erkeğe aitmiş. Eğer o dişi ve erkek kendi yavrusuna kötü davranıyor, ya da kendi yavrusunu bakamayacak kadar gezegende geri kalmışsa bu diğer dişi ve erkekleri hiç ilgilendirmezmiş. Kural böyleymiş. Bu, gezegen var olageldiğinden beri böyle olduğu için hiç birine tuhaf gelmezmiş.

Düşündümde, nasıl bir ırk kendi ırkına karşı bu kadar zalim, kendi ırkının devamlılığına bu kadar kayıtsız, umursamaz ve hain olabilir... 

26 Ağustos 2015

Hayvanat Bahçesi Müdürlüğüne

Nasıl öfke duyuyorum bazen: Ey sen, be insan diyorum, sırf orada konuşma hakkı sana tanındı diye bunca yalan, bunca mesnetsiz iddia, bunca yargılama, kendine bakmadan başkaları hakkında atıp tutma, en kötüsüde hitap ettiğin insanları bile isteye gerçeklerden uzaklaştırma ve bundan zerre kadar pişmanlık duymaman... Nasıl kızıyorum buna müsaade edişimize.

Bir insanı dinlemek için nelere dikkat edersiniz? Uzun zamandır tanıyorsunuzdur, konuştuğu konuda bir ünvanı vardır, konuyla ilgili kurumda çalışıyordur, iyi giyimli-eğitimli görünümlüdür, bir şekilde kişi o koltukta oturuyordur, hemen her konuda fikri vardır kendisine verilen imkanlarla -gazete köşesi, tv programı-, sık sık karşınıza çıkıyordır, bir nevi mecbur kalıyorsunuzdur.
Hepimizin zaman zaman karşısına çıkacak cevaplar.

Özellikle uzun zamandır tanıdığımız hatta arkadaşımız olan kişiler katılmayacağımız sözler ettiğinde, suskunluk ya da bir iki karşı çıkış kelimeleri ile geciştiririz. Oysa arkadaşımız olarak, tasvip etmediğimiz bir konuyu onay görmüş gibi algılaması daha kötüdür, ki aslında her iki taraf da birbirini o kadar iyi tanıyor ise bu oyunu anlar. Bu biraz daha farklı bir tarafı aslında diyeceğim konunun.
Benim demek istediğim; her ses, konuştukları konuda çok iyi oldukları, en önemlisi haklı oldukları, doğru oldukları için duyuluyor değildir. Sadece oradadırlar. Rastladığım pek çok gazete köşe yazarı gibi. Sizin benim yazdıklarımız, çoğunun yazdığından daha anlamlı, estetik ve iyi edebiyat olabilir, fakat onlar o köşeyi bir şekilde kapmıştır. Bazı yazılar okuyorum, aşağıdaki makaleye istinaden diyor, bakıyorum ekte bir gazete haberi var. Ben şurada burada bu mesleği şu kadar yıl yaptım, o konuda çok net söyleyebilirim gibi cümleler okuyorum, bakıyorum -bildiğimden ben de- baştan aşağı yanlış. Nadir bir kaç haberci hariç gazete haberlerine inanmayı uzun zaman önce bıraktım. Hemen bütün politikacılar; kendilerine konuşma imkanı verildi diye olur olmaz yalanlar, halkın zekasına saygı duymama, dünden bugüne çarpık söylevler vesaire. Benim oyumla ya da değil, sırf onlara konuşma hakkı tanındı diye, inananı kandırmaya devam, inanmayana yeni yalanlar bulma hakkı nereden böyle?!

Tam olarak bizden değil, ama en çok bizden. Düşünmeden, oraya nasıl geldiklerine bakmadan, orada olmayanların ya da konuşma hakkını elde edememiş olanların aptal olmadığını düşünmeden, her ceketinin önünü ilikleyeni adam sanmamızdan ileri geliyor. Fakat hırsızın da kabahati var. Hitap edilen kitle pür dikkat sizi dinliyor ise, öncelikle doğruyu söyleme, eyleminizi ve bilginizi haktan ve gerçekten yana kullanma sorumluluğunuz vardır. İnanmasınlar, aptalız zaten biz, okumuyoruz ki, düşünmüyoruz ki, gibi söylemler hırsızı haklı çıkarmaz.

Şüphe etmez, vicdan merhamet ve gerçeklik süzgecinden geçirmez isek, olaylar olduğundan daha farklı anlatılabilir, biz de onu duyarız.  

23 Ağustos 2015

Kuşlar...

"benden sonra kuşlara iyi bakın.."  -Nilgün Marmara

foto: Av. Hasan Erdoğan, Kayaş-Ankara / Mart 1991

20 Ağustos 2015

Kardeş Şehirler

Cupramontana, İtalya
Şehirlerin de kardeşleri oluyordu sahi değil mi? Ben de unutmuşum. Bu sabah yol kenarında kardeş şehir tabelasını görünce hatırladım, bizim kasabanın kardeş şehri de yine bir Akdeniz ülkesindeymiş. Haritada gördüğünüz gibi, İtalya'nın ortasında, kıyıya yakın sayılabilecek bir yerlerde, bizim kasabanın nüfusuna yakın bir kalabalıkta küçük bir kasaba, Cupramontana. Bu vesile ile az biraz araştırdım, bu kardeş şehirler ne işe yarar, ama pek kayda değer bir şey bulamadım. Kardeş şehirler gerektiğinde birbirlerine yardım ediyormuş falan filan. Oysa kardeş şehir ilanı için bürokratlar bir araya geliyor, geziliyor, yeniliyor, içiliyor, imzalar atılıyor, kardeşiz
Kalkan, Türkiye
artık nidaları yükseliyor.
Mesela bu sene Kalkan'ın çok turiste ihtiyacı varmış, gelirlermi çağırsak... İstanbul'un da bolca kardeş şehri varmış. Acaba bu kardeş şehirler savaşta birbirlerine ateş etmiyorlar mı? Ya da bizim Surlu'lar gitseymiş keşke; Tennessee, Amerika imiş  onların kardeş şehri. Halep, Humus, İdilip, Şam'ın kardeş şehirleri nerede ki şimdi acaba? Mesela, İspanya Toledo'nun kardeş şehri Damascus'muş,  Benim bildiğim çağırmadılar Damascus bombalanınca. Ne anladım ben böyle kardeşlikten... Ağustos, 2014

17 Ağustos 2015

Belimdeki Balık

Adana'da olmalıyız, öyle gibi hissediyordum. Dar, Arnavut taş kaldırımlı, taş evlerden oluşan bir ara sokaktan geçiyorduk. Şafak vakti ya da akşam henüz güneş batmıştı.Yakın arkadaşım Aylin ile bir mağaradan içeri girdik, yokuş aşağı yürüyoruz. Sıradan bir mağara değildi. Burası bir maden ocağı idi. Kömür madeni olduğunu düşünüyordum rüyamda ama yerler altın renginde kumlarla kaplıydı. Bir yandan etrafımıza bakıp bir yandan yürüdük. Ben, "burada çalışmak ne kadar zor olmalı", değil mi dedim. O da, "evet", dedi. Etrafta işçiler vardı ama bir yandan da yok gibiydiler. Yüzleri ya da sesleri belirgin değildi. Yürüdükçe yürüyorduk biz sadece, hep aşağıya doğru. Bazı pencereler vardı ama pencereler bir yere bakmıyordu. Arkaları karanlık, sanki taşlara açılıyorlardı.

Birden nereden çıktığını anlamadığımız bir balık bluzumdan içeri girdi. Belimde oynaşıyordu ve ben çığlıklar atıyordum. Tam hatırlamasam da, ya balık olduğunu bilmediğimden, ya da bilsem bile belimde hareket edip durmasından tedirgin olmuştum ve kendi etrafımda dönüp duruyor, onu düşürmeye çalışıyordum. Uyandığımda elim belimdeydi ve halen bir kıpırtı hissediyordum. Uyanmamıştım, bir zamandan başka bir zaman geçmiştim, eminim. 21.09.2014

14 Ağustos 2015

Yumuşak, Temiz ve Mis Kokulu

Hiç keyfim yok. Olsun da istemiyorum. Olmasın; mutlu olabileceğim bir çevrenin artık varolacağına dair umudum yok denecek kadar az çünkü.

Bu yazıyı çok beğendiğim bir el emeğini tanıtmak için planlamıştım. Hayatımızı, bırakın hayatımızı bir sonraki öğünümüzü düşünemememize sebep olan "kötüye", "kötülere", inat planıma devam etmek istiyorum. Benim inadımdan kime ne elbet. İnattan ziyade bir savaş bu; bakmazsam görünmez, duymazsam bağırmaz, gitmezsem yaklaşmaz derler bazı metafizikçiler. Gerçek mi diye kontrol ediyorum diyelim bu savı. Laf aramızda ben de inanmıyorum; siz nerede kime bakıyor, duyuyor, hangi sevinçli olayı yaşıyor ya da başlatıyor olursanız olun, diğer her şey olmaya devam eder.
Ve o, olmaya devam eden şeylerin müsebbihi olmadığımızı düşünürüz, çünkü orada değilizdir. Büyük bir yalandır bu zira. Bu, kocaman yalana sahip çıkarak yaşamak, elbet daha kolaydır insanların hırslarına, daha daha daha çok istemelerine aynı anda kurban edilmiş yüzlerce, binlerce İNSAN'ın sebebi olmaktan... 

Yumuşak, temiz ve mis kokulu şeyler bunlar. Baktıkça insanın yiyesi geliyor ama yemelik değiller. Dokununca böyle elinizin, yüzünüzün, teninizin üstünde gezdireseniz geliyor.Sıcak bir kuş kanadı gibi. Aşkın, bir işi güzel kılan en önemli kriter olduğunu düşünüyorum. Aşkla yaptığınız hemen her şeyde o heyacanı da hissedebiliyorsunuz. Bu minik sabunlarda da öyle. Arkadaşımın çok sevdiği bir işi, yığınla ödev yüklendiği bir okul programı ve elbet özel yaşamı var. Eh,bunca işin arasında bu uğraş ancak aşkla yapılır herhalde...

Buyrun, sizi onlarla başbaşa bırakıyorum. Köpük Dükkanı adresinde fazlası da var.







11 Ağustos 2015

Ah!

Eğer, "ah" varsa herhangi bir dünyada, ve bu ah yerde kalırsa,..., demekten çok korkuyorum... 

Kardeşini bir HİÇ uğruna kaybeden bir abi! 

08 Ağustos 2015

Kelimelerle Sıkılmış bir Yumruk: "Dünya Ağrısı"

"Sinan irkildi. Mürşit gerçek hikayeler böyle yapar insanı diye düşündü. Gerçek hikayeler romanlara, filmlere benzemez. Anlatıldığı an ihtimal olmaktan çıkar. Oysa romanların, filmlerin güzelliği buradadır, korkunç şeylerin sadece ihtimal olmasında."  Dünya Ağrısı

Hayatımızın olmasını istediğimiz bir hali vardır, bir de tabii olduğu hali. Bizim gibi gelişmekte olan, doğunun kolektif kültürünün hakim olduğu, inançların gündelik yaşam kurallarını ve biçemlerini belirlediği toplumlarda bireylerin geleceği pek de öyle kendilerinin kararına kalmaz. Kendilerinin karar verdiğini sananlar dahi, ailelerinin, toplumun iş alanı beklentisi gibi şimdi detaylandırmaya gerek olmayan pek çok sebeple kendileri belirlememişlerdir hayatlarının gidişatını.

@anonim
Mürşit'te geleceğinin yönünü istemeye istemeye başkalarının eline bırakmış bir adam. Eline aldığında iyi olan bir işi, kendisini seven ve sayan bir eşi, bir erkek  bir kız iki çocuğu olan binlerce insandan
biri. Küçük, yoksul bir kasaba. Bu yandan değil de o yandan geçen kedilerin dahi konuşma konusu olabileceği kadar sıkıcı bir çevre. Bir gün mutlaka altın da çıkacağı düşünülen bir maden ocağı, karın geçit vermediği köyleri ve uçurumları olan geniş topraklar. Yine de Mürşit için hayat olmamış ekşi bir elmadan ibaret...

Bu bir şanstır daha çok: Bile isteye eğitim almak. Çalışıyor olmaktan sevinç ve gurur duymak aynı anda. Aşık olabilmek, sevilmek gönülden. Ve senden başka gözünün gördüklerinin ve sevdiklerinin de sana benzer olması. İnsan hayatta şanslı ya da şanssız olabilir. Aynı hayat için de bazen şansı yer de değiştirebilir. Belki hatta, kendi şansını kendi  yarattığı dönemler olabilir.
İnsanı varoluşundan sıkan şey sanırım, gitmediği yolun ardından gereğinden fazla bakması... Ve o bakışla, geri çekemediği kendinin dışını çuval gibi koltuğa bırakması; geçip giden yaşamı izlemesi için, içini ise oracıkta öldürmesi. 

05 Ağustos 2015

Başlangıçlar ve Sonlar: Dünya Ağrısı

Dünya Ağrısı
Yazar: Ayfer Tunç
Can Yayınları, 1.basım, Ocak 2014, Istanbul

Başlangıç: Bir süredir rüyasında hep Cumhur'u görüyor. Dinozor kılığına girmiş, korkutucu, akıl almaz ölçüde çirkin. Yani otuz küsur yıl önce nasıldıysa öyle. "Boynuzların var," dedi dün gece gördüğü rüyada. Cumhur "Boynuzsuz şeytan olmaz," diye karşılık verdi.

Ve Son: Gece oldu. Herkes odasına çekildi. Lobide kimseler kalmadı. Mürşit, Kibar'ın odasına girdi, tuttu kolundan, zorla avluya çıkardı. Önüne bir kadeh rakı koydu. Tanıdığından beri ilk kez gerçek bir yakınlık oldu aralarında.
"Söylesene..", dedi. "Niye giriştin adama durup  dururken?"
"Durup dururken değil,", dedi Kibar.
"Neden peki? Ne yaptı sana?"
"Gitti.." dedi. "Onun yüzünden."
"Kim gitti? Nereye gitti?"
Cevap yok. Ağlamaklı bir yüzle içini çekti Kibar. Mürşit anladı meseleyi. Genelev basılınca jandarma Kibar'ın sevdiği kadını da götürmüş olmalı. Hıncı, acısı bundan olsa gerek.
Beraber içtiler o gece, konuşmadan. Kibar konuşmaya alışık değildi. İçkiye de alışık değildi, daha ikinci kadehte kustu. Mürşit tek başına devam etmedi. Şişeyi merdiven altındaki eski buzdolabına koydu, eve gitti.
Ayfer Tunç
Şükran oturma odasında, divandaydı, dizi seyrediyordu. Mürşit'i görünce şaşırdı.
"Erken geldin."
"Geldim," dedi Mürşit.
Şükran "Otel doluymuş ha?" dedi.
Mürşit cevap vermedi.
"Afferin benim oğluma," dedi Şükran. Özgür'ü uzun uzun övecekti ama Mürşit'in yüzünde gördüğü aynı acı yüzünden sustu.
"Açmısın? Yemek koyayım mı?"
Mürşit cevap vermedi. Yatak odasına gitti. Erkut'tan aldığı kitabı açtı.
İnsan bir uçurumdur. Cumhur öldü mü kaldı mı, bilmiyor.

not: yazının açıklaması için. 

02 Ağustos 2015

Güncelleme Yapılıyor, Kapatmayınız

"Kurduğumuz tüm hayallere rağmen değişmeyen dünyanın şerefine!"

Yeni terimler, yeni anlamlara gelen kelimeler giriyor hayatımıza her geçen gün. Toplum değişiyor, gelişiyor gireni ile çıkanı ile. Olumlu ya da olumsuz herkesin topluma bakışına göre. Sosyolojinin temel öğretilerindendir; hiç değişmiyor dediğimiz toplum dahi, kültürel girdisi-değiştireni olmasa dahi, değişir, çünkü çıktıları olur. İnsanları bir şeyleri unutur, alışkanlıkları değişir, eskilerin yaptıkları önemsenmez, yeniler başka türlü yapmaya başlar vesaire, ve toplum her durumda değişir. Ama hızlı ama yavaş.
İnsan da öyle. Ölene kadar güncelleme halindeyiz, o yüzden de kapatmamak gerekiyor. (Bu cümle anlamsız bir benzetme oldu bence başlıkla, aman olsun.)

Her gün kafamdan bir yazı konusu geçiyor buraya yazmak için; kitap, film, deneme, gündelik olaylar. Yazamıyordum fakat. Önce okumadığım 'blog'ları okuyayım öyle, diyorum mesela. Sizlere kızıyordum, ne çok yazıyorsunuz bea ya! Her gün, hah tamam bitirdim diyordum gene birileriniz bir kaç yazı eklemiş oluyordu. Geride kalanlar var mı artık bakamadım, bugün bitti. Sonra, kendi okuyacaklarım, çalışacaklarım vardı, onlar hala bitmedi ya, azaldı biraz. Sonra da, bazen yazmam lazım diyorum, diyordum, bazen de ne anlatacam bea ya, onca anlatan olmuş ne değişmiş ki... 

Haftaya okul açılıyor. Kendimi yeni döneme güncellemeye çalışıyorum.
Ne çabuk geçti tatil. Küçükken böyle dermiydim, yani ortaokul ya da lisede hatırlamıyorum. Demiyor olmalıyım, çok isterdim ben çünkü bir an önce başlasın, okula gideyim evden. Arkadaşlarım dalga geçiyor şimdi, bazıları yani. Bitirip iş peşinde koşacaksın sanki, nedir bunca telaş, aman bir derse de girmeyiver, diyorlar. Ama ben kim istiyorsa tavsiye ederim; iş hayatından sonra tekrar üniversite çok haz veren bir duydu. İşin özü; para kazanma telaşının ve mecburiyetinin olmaması bir bakımdan, öte yandan başka şeyler. Var tabii benim de maddiyat telaşım, sanmayın ha zenginim felan, fakat ilk üniversite yıllarım gibi değil elbet. Yirmi yıl sonra, öğrenmekten keyif aldığım bir bölümde yüksek lisans keyifli, verimli, onu diyorum. Ama zor ha. Bu tarafla ilgili daha var anlatacaklarım fakat tutmalıyım kendimi, uzun şimdi, başka yazıda.

Umutsuzum ülkeden yana. Bütün bu okul aşkımın beni saran enerjisine rağmen kendimden yana da. Bakıyorum da etrafıma, insanlar ne çok emin kendinden, dediklerinden, olmuşlardan, olanlardan ve olacaklardan. Oysa kime sorsan, şüphe tek gerçektir, der. Bunu ne anlıyorum ne saygı duyabiliyorum. İnsanlardan yana da umutsuzum. Görmemiş, bilmiyor olmanın lüksünü istiyorum bazen, utanmadan, şımarıklıkla."Matrix'i görmüş gibi hissediyorum, orada başka bir yerde başka bir dünya olduğunu biliyorum ve bu beni çok sinirlendiriyor. Çok canım sıkılıyor!... 

Sevmedim bu filmi, sanırım kitabı güzel, öyle hissettim. Fakat müzikleri dinlenilesi.