19 Ocak 2013

Yeni Dünya 12: Para var Kar da var

Bir gün dersten bir çıktık, dışarda ciyak ciyak sesler. Aylardan Aralık, üzerimde kısa kollu bir tişört, 'California' coğrafyasında o bile fazla, kulağımın dibinden bir kar topu geçti. Yere düşünce bir daha baktım...  Bizim millet heyoo diyerekten bir tepecikten kayıyordu, orta yere de bir kardanadam oturtmuşlardı bile. Hey büyük Allahım! paranın gözü körolsun! Okulun bahçesine yığın yığın kar getirtmişlerdi.


Bu coğrafyaya hiç kar yağmıyor. Kışın yağmur zor düşüyor. Şimdiler de kuraklık ile mücadele ediyorlar hatta. Ülkenin doğusunda eksi otuzlarda şehir içi yolları karla kapanırken, palto üstüne palto fayda etmezken burada ince bir montla kış gelir geçer. Ama para, hayatta pek çok şeyi mümkün kılabiliyor... 



Bizim çinliler epey eğlenmişlerdi. Kore, Tayvan, Çin birlik olup az sayıdaki japonlara savaş açmışlardı. Kim kazandı beklemedim başlarında. Çin Tayvan'ı sevmiyor, Kore (güney) Çin'i sevmiyor, hepsi birden Japonya'dan nefret ediyor. Japonya'nınsa umrunda değil. Ocak ayında gelen bir Türk arkadaşım vardı. Etmiştik iki Türk küçük kasabamızda. Dedim; "Ne fena, birbirlerinden hiç hoşlanmıyorlar, Çin Tayvan'ı ülke olarak kabul etmiyor. Kore çinlileri fazla köylü kurnazı, paspal, içine dönük, sanırım birazda Kuzey Kore'den kaynaklı bir sistem antipatileri var Çin'e karşı, soğuk buluyor. Çin' de onları ukala. İnsan komşuları ile böyle mi olur allasen?" Arkadaş dedi; "Dön de bir kendine bak."



Dönem başlarında dilbilgisi ders hocamız her seferinde değişirdi. Biz de her seferinde kendimizi yeniden tanıtırdık. Üç dönem Peter ile aynı sınıftaydım. Tayvanlı Peter her seferinde, "Tayvanlıyım", der. Tibet asıllı Çinli Marlen düzeltirdi; orası Çin. Peter, sakin, yumuşak huylu bir çocuktu. Hep gülümseyip geçti. Ama gözlerindeki ürkekliği, en büyük komşularının onları hala kabul etmeyişini, nereye ait olduğunu bilemeyişindeki hüznü görebiliyordunuz... 

Şükran...



Sana ne kadar şükran duysam azdır Sevgili Dedem... Dilerim Tanrı'dan yerin rahattır, ruhun huzurludur...Senin masalların olmasaydı, taptığın  yayla çiçekleri olmasaydı masalsız zannederdim ben dünyayı...

14 Ocak 2013

Yeni Dünya 11: Gülümseyen Buda

Çin ve Çinlilerle devam ediyoruz. Ah nasıl pişmanın bunları orada gün ve gün yazamadığıma. Lakin iki işi birarada yapamadığımı hatırlıyorum. Bir de Türkçe'den uzaklaşacağım, İngilizce'de de henüz yeterli değilim yazmak için, gibi bir fikre takılmştım. Neyse...

Çok ciddiler, espri anlayışları çok farklı demiştim ya, dememişmiydim yoksa? Gerçek hatırlamıyorum, demişim varsayın. Şöyle ki: Efendim, oda arkadaşım Jie'den Buda heykeli kolyesi getirtmesini istedim Çin'den. Bazı öğrenciler yılbaşı tatiline gidiyordu aklıma gelmişti benimde. Hani, her şey vardır Amerika'da deriz ya, Çin ürettiği her şeyi tüm dünyaya satıyor diyoruz ya; Buda kolyesi hariç... Buda kolyeleri Jade taşından yapılıyor. Jade'nin kesildiği bölgeye göre fiyatı binlerce dolardan yüz dolarlara kadar değişebiliyor. Ya da daha doğrusu çinliler Amerika'daki Jade taşından budalara itibar etmiyor. Kendi topraklarındaki taşlardan oyulmuşunda ısrar ediyorlar. Ying-Yang felsefesinden dolayı, kadınlar erkek buda, erkekler kadın buda kolyesi takıyor. Hepsinin boynunda kırmızı sicimle asılı. İplikten bir sicimle asılmaları gerekiyor. Yeşil, 'gülümseyen buda' heykellerini üç yıl boyunca tenlerinden hiç ayırmadan taşırlarsa budanın vücutlarını tanıyacağına ve kötü kaderden koruyacağına inanıyorlar. Kimi, ailesinin zoruyla takıyor, kimi inanarak severek. Üç yılda bir değişiyor kolyeler. Kolyelerin değişme zamanı doğum yıllarındaki Çin astrolojisine göre de değişiyor. Çin takvimi 12 yılda bir başa dönüyor. Bu sene yılan yılı mesela. Bu yıl doğanlar, 12 yıl sonra ki yılan yılında, üç yılda bir değiştirdikleri budadan daha başka bir kolye takacaklar, Kolyeler anneleri tarafından özenle yaptırılıyor, belli bir yerde bekletiliyor ve takacak kişiden başka kimsenin dokunmamasına özen gösteriliyor. İlk takacak kimsenin  tenine değmesi gerekiyor çünkü.
Gülümseyen Buda
Bütün Buda'lar gülümser. 
Öyle ki, anneleri kolyeleri taa buralara kadar yolluyor, zamanında takabilmeleri için. Geçen gün bu konuyu konuşurken, sınıf arkadaşım Jane çantasından kırmızı kadife kumaşa sarılmış Buda kolyesini gösterdi. "Ben de daha dokunmadım, doğumgünümde takacağım, benim burcum -12 yıl döngüsü- başa döndü", dedi. Ben hemen hesapladım tabii, yirmidört yaşına basıyordu. Bu arada bu Çin takvimi de pek ilginç. Yok efendim, Öküzler Yılan'larla evlenmemeli, çocukları maymun olur, kısa sürede kavga ederler gibi gibi pek çok hikayeleri var. Benim tanıdığım gençlerin çoğu inanıyordu bunlara.  

Diyeceğim daha basit bir örnekti ya, kolyelere takılmışız. 

Ben Jie'ye; "Ama ben gülümseyen buda istemiyorum, ciddi olsun yüzü" dedim, bunları bilmeden önce. Jie iri iri açmıştı o gözlerini."Ama olmaz ki, ciddi buda yok, bütün budalar gülümser", diyerek. Hayal edin bir çinli gözlerini ne kadar iri iri açabilir, ama açtı, Ben espri yaparak ısrar ettim, "Nasıl olmaz, neden olmaz, bir minik heykel kolye sonuçta, yaptırılmaz mı" diyerek. O, işte o demeye çalıştığım 'ciddiyet' ile, "Özür dilerim. Gerçekten ciddi Buda yok. Bunlar özeldir, bütün budalar gülümser, özür dilerim ondan bulamam.", dedi. Epeyde üzülmüştü, ta ki ben, "Şaka yapıyorum, Buda Çin'de nasılsa bende de öyle olacak tabii", dedim. Açıklayamadığım farklı bir yaklaşımları var hayata, daha ciddi, daha keskin, daha başka bir yerden. Velhasıl, bir kaç gün sonra benim gülümseyen minik budamda geldi. 

Şubat 2013, La Verne, CA

06 Ocak 2013

Öğrenilmişlik

Bazıları hasta olduğunu bilir. Hasta olanların iyileşebilmeleri için ilk yapmaları gereken bunu bilmeleridir. Bunu kabul etmeleridir. Bazıları bilmez. Bilenlerin iyileşebilmeleri için bir şans vardır. Bilmeyenlerin bir şansı bile yoktur. Neyi okursanız okuyun, neyi bilirseniz bilin, bir çiçeğe baktığınızda "güzellik" hissetmiyorsanız boşunadır yaşamanız. Bir Tanrı olsun ya da olmasın inandığınız. Bir cennetiniz olsun ya da olmasın gidecek.
İnsan insanı sevmedikçe kendisi için yaratılmış bu dünyada yalnızdır. İnsan insanı ise sevemez; kendini bildiğinden ötürü. O yüzden bir kedi yavrusu, dalında bir gül, üstünüze eğilen bir söğüt daha çok sevilir insandan. Çocuklar daha çok sevilir, yetişkinler kendilerinden farklı bildiklerinden onları. İnsan insanı sevemez. Yavaş yavaş bunu öğrenir yaşamaktan.


Yeni Dünya 10: Mutfak Güzeli

yeni dünya
Hatırlamıyorum ne yumurtasıydı, sanırım ördek,
ama, tadı çok kötüydü.

Amy demişiz en son. Neden kişilerden bahsediyorum emelim bu değilken? Belirli bir emelim de yok aslında. Emel kelimesi de nereden çıktı?!  
Çevremdeki ilginç 'şeyler' onlar mı? Koca kıtada bana ilginç gelen başka şeyler yok mu? Yoksa kıtayı, ülkeyi, çevrenizi, dünyanızı ilginç yapan zaten insanlar mı, ya da onları sıradan yapan?

Amy, sıradan bir Çinli kız gibiydi. Evet, 3 ayda sıradan Çinli kız nasıl olur sökmüş durumdaydım. Utangaç. İnanılmayacak kadar hem de. Yan odadan size telefon mesajı atarak soru soruyor, odasının kapısına giderek soruyu cevaplıyorsunuz, ikinci soruyu arkanızdan yine mesajla soruyor.

Yorum yapmıyorum artık genç kuşağın sanal dünyaya olan bağımlılığına. Kendi öğrendiklerinden ya da uyguladıklarından her farklı olana negatif yönde eleştiri yapılması doğru bir yaklaşım değildir bana göre.

Amy'nin sıradan olup olmadığını söyleyecek kadar Çinli tanımadım doğrusunu söylemek gerekirse. Eh, matematiksel olarak düşündüğünüzde, dünya üzerinde yaşayan her dört kişiden biri, hatta her üç buçuk kişiden biri Çinli olduğuna göre, tam bir istatistiki bilgi ile konuşmanız neredeyse imkansız. Konumuza dönersek, bu genellemeyi tanıdığım ortalama yüz Çinli arasından yaparsam evet, çok utangaçlar, özellikle kendi ırkından olmayan kişilerle iletişimde iken. Kültürleri, 'batı, batılı, bizden olmayan' kavramlarını 'yabancı, güvenilmez, tehlikeli, bizden olmayan' karşılığında tanımlıyor. Hem meraklı hem ürkekler, hem istekli hem çekingenler.

Çin de değişecek, biliyorum. Amerika bunun üzerinde hassasiyetle çalışıyor. Kapılarını açmış Asya'ya. Çince yazılı tabelalar, Çin mahalleleri, Çin yemekleri, en önemlisi Asyalılara özgü göçmen yasalarında kolaylıklar... Burada rahat yaşamaları için imkanlar artırılıyor, genişletiliyor; golf oynuyorlar, en lüks arabaları kullanıyorlar, sörf yapıyorlar, plajların altını üstüne getiriyorlar. Çalışıyorlar en önemlisi disiplinliler, köylü kurnazlıkları çok fazla -okul idaresi kurallarını alt üst etmelerinden anladım- ama yine de arı gibiler... Ürettikleri mallara karşılık aldıkları dolarları yine bu ülkede harcamaları için para yöneticileri ellerinden geleni yapıyor. Üniversiteler ve kolejler en geniş kolaylıkları sunuyor onlara. Tek çocuklarını burada okutmak için aileler ellerinden geleni yapsın diye, yapıyorlar da... 

Amy'ye biz mutfak güzeli diyorduk. Kendimizce dalga geçiyorduk. Sürekli mutfaktaydı. Ders çalışmadığı zamanlarda ya yemek pişiriyor ya da yiyordu, ya da cep telefonunun dünyasındaydı. Hayalinizde canlanan Çinlilerin aksine Amy tombul bir Çinliydi. Bir gün yeşil bir yumurtayı önümüze koyuyor, deneyin lütfen diyor -ilginç bir sosa batırılmış haşlanmış ördek yumurtası-, bir gün kızarmış tofuyu atıveriyordu tabağımıza. Tofu mu? Tofu, haşlanmış soya fasulyesinden yapılma soya sütü peyniri diyebiliriz. Vejetaryenler için protein deposu. Tatsız tuzsuz bir şey aslında. Kimyasal olarak öyle yani. O nedenle de her bir yemeğe eklenebiliyor, pişiyor, soğuk yeniyor gibi gibi.
Bir gün Amy, üniversite başvurusu için okulu aramasında yardımcı olup olamayacağımızı sordu. Tabii ki dedik. Elbette bunu da mesajla sormuştu. Nasıl, ne zaman, kimi arayacağız dediğimizde de; yüzümüze bakmadan kağıtları uzattı elimize.

yeni dünya
Amy'den, 'gelin kızlar kurabiye yaptım' mesajı.
O sadece resmi gönderiyordu ama.
İşte, sevgili Amy, ülkenin bilinen üniversitelerinden birinin mutfak yönetimi ve ahçılık bölümünden kabul almış, burs almış ve şimdi başlangıç tarihini uzatmaya çalışıyordu. O yüzden mutfakta imiş. O yüzden sürekli yeni yemekler, yeni tatlar deniyormuş. Ailesinin tekstil atölyesi vardı. Üniversiteyi bitirmişti ama burada bir de ahçılık okumak istiyordu. Evlenmeyip buralarda tek başına yapabileceğine annesini zorla ikna etmiş ve gelmişti. Ah Amy, dünyanın en utangaç, en iyi ahçısı olursun inşallah demiştim içimden... Zaten ahçıların yüzümüze değil, yemeğe bakmaları gerekiyor, öyle değil mi?

Şubat 2012, La Verne, CA

03 Ocak 2013

Yeni Dünya 9: Diğer Frank

Çinli öğrencilerin takma ad kullanmaları bana ağır geliyordu. Onlara ağır gelmiyor, tercih ediyorlardı hatta. Evet, bazılarının adını akılda tutmak, telaffuz etmek gerçekten zordu, fakat isim önemlidir, ne kadar zor olabilirdi ki beş-altı harfi yan yana söylemeyi öğrenmek, değil mi? Mesela; neden 'Elizabeth' demek kolay da, 'Yaajing sao' demek zor olsun. Yazılışıyla; 'Yajing Cao ', ama arkadaşım 'Jean' takma adını kullanıyordu. Amerikalılar bunları öğrenmek için çaba sarf etmek istemiyordu açıkçası ve bir takma ad bulmaları konusunda uyarıyordu onları.

Yok, bizim çocukların değildi bu, kasabalılardan birinin arabası.

Sınıf arkadaşım Frank, yani Chuangfeng, 19 yaşındaydı, Çin'den kardeşi ile birlikte İngilizce ve sonrasında İşletme okumaya gelmişti. Ailesi oldukça zengindi anladığım kadarıyla. Onlara burada bir ev satın almıştı eğitimleri boyunca kalmaları için. Hayatım boyunca bu kadar zengin insanla bir arada bulunmamıştım diyebilirim. Amerika'da üniversitede çocuk okutmak kolay olmasa gerekti, velhasıl hemen her tanıdığımın ailesinin fabrikası vardı. Hatta bir tanesinin kendi otomobil üretim şirketi vardı, hani şu adının anlamı 'Gülümse' demek olanın. Her biri geldikten birkaç hafta sonra önce ehliyet sonra araba alıyordu. 21 yaşından önce alkollü içki içemezdiniz ama 18 yaşını doldurunca araba kullanabilirdiniz. Eh, ortalama bir ikinci el arabayı 2000 amerikan dolarına alabiliyorken, birkaç yıl kadar uzun süre burada kalacaksanız arabanızın olması gayet mantıklıydı. İşte bizim Frank' lerin arabası ve bir evi vardı burada. 

Çin'deki soy isimleri halen devam eden 33 ayrı ulusu temsil ediyor. Bu uluslar arasında da birkaç harf eklemesi ile yeni soy isimleri kullanılır olmuş. Yine de örneğin; li, wang, zhang gibi oranı yüzde onlara varan yoğunlukta sık kullanılan soy isimleri devam ediyor. Örneğin, Gülüş, Han soy adnı taşıyor. Han soy isminin çok değerli olduğunu, çok az Han kaldığını söyler durur. Birbirlerine seslenirken de önce soy isimleri ile sesleniliyor, çok yakın arkadaş değilseniz bu herkes için böyle. Hatta arkadaştan da öte, anne-baba-kuzen değilseniz. Aslında bu; Hangillerden Gülüş demekten başka bir şey değil. Bu 33 ulus aynı zamanda 33 farklı dil kullanıyor, ortak dilleri de Mandarince. 

Koreli annenin yeri. Nefis, pilav üstü tavuk
 sotesi vardı. Lahanalı. Çinliler üzerine bir de
yumurta kırdıyordu... 
Frank diyorduk... Yön bulma yeteneksizliğimin bu küçük kasabada dahi beni bu kadar zorlayacağını düşünmezdim. Kayboldukça, Andressaa! diye sesleniyordum. Tabii, öğle tatillerinde çaresiz bir başımaydım. Yine bir öğle yemeğinden sonra, ki üç sokak ötede yemiştik, "okul ne tarafta kaldı şimdi," diye kendi kendime soruyor ardından da söyleniyordum, "sürekli kayboluyorum minicik yerde, bir aptallık var bende," diyerek. Arkadaşım Frank, "aptal değilsin sadece farklısın, kendine aptal dememelisin," dedi. Bir gülümsedim kendi kendime, bir durdum. "Eyvallah Frank," dedim. Beklemiyordum hiç tabii, 19 yaşında bir çocuktan yüzüme ciddiyetle bakıp, bizim her dakika yaptığımız bu tür serzenişlere böyle ciddi tepki vermesini. Ama işte böyleydi onlar. Espri anlayışlarımız çok farklıydı. Her sözü, davranışı, eylemi çok ciddiye alıyorlar. Bilmedikleri kültürlere karşı hem çok tedirgin hem de çok saygılı davranıyorlar. Batı, onlar için yıllar boyu öğretilen tehlikeli bir dünya. Çini yıkmaya çalışan, onların kültürünü değiştirmeye çalışan başka bir dünya batı. Diğer kültürlerden bu kadar kopuk olabileceklerine inanmak zordu, hele bu İnternet çağında ama 'Facebook', 'YouTube' gibi sosyal medya araçlarının kullanılmıyor olduğunu anlayınca hak verdim. Onların yerine tamamen kendi ülkeleri kapsamı içinde olan uygulamaları vardı. İki ayrı sınıfla 'Elvis Presley' ve 'Beatles' kitapları okumuştuk, hiç biri bu isimleri daha önce duymamış, kim, ne oldukları konusunda hiç bir fikirleri yoktu. Amerikan kültürüne bu kadar yabancı iken karşılaştıkları her bir şeyin onlar için ne kadar başka olduğunu düşünüp duruyordum ben. Yemek dışında hiç bir şikayetleri yoktu. Yemek konusunda bu kadar muhafazakar olmaları ilginç geliyordu bir yandan. Hani, hamburgeri bedava versen yemiyorlardı. İlla kendi marketlerinden kendi sebze ve etlerini alıyorlar, saatlerce uğraşıp pişiriyorlar, yanında ekmek niyetine tuzsuz pilavları ile afiyetle yiyorlardı. 
Yuan: Çin parası. Resimdeki Mao Çetung

Frank, güzel sanatlar lisesinde resim bölümünde okumuştu. Görmedim çalışmalarını ama çizmeyi çok sevdiğini söylüyordu. Burada İşletme okuyacağını, çünkü babasına iş yerinde yardım etmesi gerektiğini düşünüyordu. Dedim, "seviyor musun işletmeyi". Dedi,"Hayır ama babama yardım etmem gerekiyor, o hiç üniversiteye gitmemiş, hep çalışmış çocukluğundan beri ve abimle benim üniversitede okuyarak işi devam ettirmemizi, 'okumuş' olmamızı çok istiyor." Farklı kültürden de olsalar ne kadar bildik hikayeler... Bu arada abim dediği de kuzeni, kardeşleri olmadığı için bütün kuzenlerine kardeşim diyorlar. "Düşün bunu," dedim Frank'a, "lütfen düşün; şirket yönetmen için üniversite okuman gerekmiyor, bak baban yönetmiş yıllarca," gibi bir şeyler ama, sanmıyorum ki ressam olabilsin.  Kafası karışıyordu beni dinleyince, yine de sık sık gelip sohbet etmek isterdi. "Sen nasıl, neden bıraktın işini, Türkiye'de ressamlar nasıl geçinirler, sevilirler mi," gibi şeyler sorardı. Sanatın hali ve parasızlığı yükselen Çin ekonomisinde de bizimle benzer değerdeydi. Muhtemelen onca müzik, dans dersi alan çocuklar sanatla uğraşmıyor mu diye soruyorsunuz? Hayır, bu tür eğitimler asıl işlerinin yanında "göstermelik" yetenekleri. Bende bir yandan çok söylemek istemiyordum, bir yandan içim elvermiyordu yıllar sonra pişman olmasına... İşte size bir başarı ve mutluluk paradoksu hikayesi daha... 

Bir de Amy vardı ki,  Andressa ile beni şaşırtan, güldüren. Ah Amy dedirten sevgili Amy... 

Kasım 2012, La Verne,